KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türk Dış Politikasında ‘U Dönüşü’ mü?

Türk Dış Politikasında ‘U Dönüşü’ mü?

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 6 dk okuma süresi
323 0

Türk Dış Politikasında ‘U Dönüşü’ mü?
mse
2012 yılında bu köşede kaleme aldığım “Suriye Kördüğümüne Türk Kılıcı mı?” başlıklı yazımda şu ifadeleri kullanmıştım: “…Ve yine farkındalar ki, Suriye krizi aynı zamanda Yeni Yalta Sürecinde yerini almaya çalışan Türkiye’nin başlı başına bir ‘yakın çevre’ sorunudur ve bundan dolayı da Ankara’nın ‘kırmızı çizgisi’ anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Suriye mevzuu, geldiği aşama itibarıyla, Türk dış politikası açısından önümüzdeki süreçte etkisini daha somut bir şekilde gösterecek olan çok boyutlu bir kırılma noktasına işaret etmektedir.”
Bu yazımdan yaklaşık olarak dört yıl sonra, bu çok boyutlu kırılmanın ne anlama geldiği netlik kazanmaya başlamış durumda. İlk ciddi kırılma kendisini iç siyasette gösterdi. Nitekim son dönem Türk dış politikasının mimarı olarak lanse edilen Başbakan Davutoğlu’nun istifasında Suriye krizinin etkili olduğuna yönelik yorumlar bu kapsamda ön plana çıkıyor. İdealizmden realizme dönüş olarak da adlandırılabilecek bu yeni süreç, bu bağlamda ilk kurbanını vermiş görünüyor.

Diğer önemli kırılma noktası ise, Suriye özelinden hareketle Türk dış politikasında tekrar “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini kısmen anımsatan “dostları çoğaltma” çağrısı. Bununla ilgili dikkat çekici gelişme, Davutoğlu sonrası Başbakanlık görevini üstelenen Binali Yıldırım’dan geldi. Sayın Yıldırım’ın göreve başlarken ifade ettiği “Düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı artıracağız” söylemi, bu bağlamda gerçekçi politikalara dönüş sinyali olarak algılanmakta gecikmedi.

Yeni süreç her ne kadar yeni başbakan ile özdeşleştirilse de, bunun ilk somut işaretini Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın verdiği görülüyor. 21 Mart 2016’da PKK terör örgütü sempatizanlarının çadır açmasına izin veren Belçika hükümetine sert sözlerle yüklenen Erdoğan aynen şu cümleyi sarf etmişti: “Böyle dost olur mu?.. Dostları çoğaltmaya, düşmanları azaltmaya niyetliyiz ama bilmeyene de haddini bildirmek hakkımızdır.”

Dolayısıyla niyet daha öncesine dayanıyor ve Başbakan Binali Yıldırım bu arayışı uygulamak üzere kendisi açısından zor bir görevi üstlenmiş durumda. Zor diyorum, çünkü dostları çoğaltalım derken, etrafımızdaki düşman halkaya yenileri ekleniyor. Son olarak Almanya örneğinde görüldüğü üzere…

Düşünün, Türkiye’nin 100 yıllık “dostu” olarak bilinen Almanya bir çırpıda bizi satıverdi hem de ikili ilişkilerin Şansölye Merkel ile zirve yapmaya başladığı bir dönemde. Bu da bizi bir kez daha Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Böyle dost olur mu?.. Dostları çoğaltmaya, düşmanları azaltmaya niyetliyiz ama bilmeyene de haddini bildirmek hakkımızdır.” sözüne götürüyor.

Kim Dost, Kim Düşman?

Biz “dost olalım” dedikçe, karşımızdakiler “bizden ne dost ne de post olur” diyorlar. Daha da ötesi, bizim “dost arama”, “dostları çoğaltma” politikamız bir zafiyet olarak algılanıyor. Karşı taraf, bu arayışa ya da politika değişikliğine ancak ve ancak “kayıtsız şartsız tam teslimiyet” ile yanaşacağı cevabını veriyor ve etrafımızdaki çemberi her geçen gün daraltıyor.

Hatta bir adım daha ileri giderek, bu tek taraflı dostluğun kaçınılmaz bir hal almaya başladığını içeride patlatılan bombalarla desteklemeye çalışıyor, hem de Ramazanda. Bunun için İstanbul’da ve Midyat’ta patlatılan bombalar sonrası kimden ya da kimlerden Ankara’ya işbirliği, destek mesajı geldiğine iyi bakın. Aynı adreslerin büyük çoğunluğunun PKK terör örgütü ya da onun Irak, İran ve Suriye versiyonlarını nasıl eğittiklerini, donattıklarını ve hatta birlikte kol kola nasıl savaşlarını göreceksiniz.

Dolayısıyla, burada cevap bekleyen kritik soru, çoğaltılacak bu “dostlar” hanesine kimlerin dâhil edileceği ya da “düşman” hanesinden kimlerin çıkartılacağı.

Gerçekte kimin “dost” kimin “düşman” olduğu sorusuna verilecek “doğru cevap”, hiç kuşkusuz Türkiye’nin işini fazlasıyla kolaylaştıracaktır. Fakat bu o kadar da kolay görünmüyor.

Diğer taraftan, mevcut gelişmelerin bu arayış içerisinde bilakis “düşman” hanesindeki listeyi giderek kabarıklaştırdığı, buna karşılık bizi tek bir “dost”a doğru sürüklediğini söylemek için de kâhin olmaya gerek yok. Görünmez bir el ya da çokça kullanılan o “üst akıl” bizi hep tek bir adrese zorluyor ve bütün yolların kendisine çıktığını kabul ettirmeye çalışıyor.

Suriye merkezli Türk dış politikasındaki dönüşümü ele almaya devam edeceğiz, özellikle de “kırmızı çizgiler” bağlamında…
Prof.Dr.Mehmet Seyfettin EROL

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir