Türk Dış Politikasına ‘Format’ mı Atıldı?
Türkiye’nin güneyinde “iki cephe”de süreç hızlandırılmış vaziyette. Bir tarafta ABD’nin başını çektiği, içinde PKK terör örgütünün Suriye versiyonu ile PYD/YPG unsurlarından oluşan “koalisyon güçleri”; diğer tarafta ise Rusya, İran ve Suriye “üçlüsü” ile onların alandaki “vekil güçleri”nden oluşan “direnç cephesi”.
Ortada ise “şekil şartları” itibarıyla önüne “kırk katır ile kırk satır” arasında bir tercih konan ve bundan ötürü “değerli yalnızlık” denilen hatasından hızlı ve radikal sayılabilecek manevralar ile dönmeye çalışan, “esneklik” ve “pragmatizm” ile birlikte realist politikaları bir kez daha dış politikasına taşıyan, taşımak zorunda kalan bir Türkiye…
“Fabrika ayarlarına dönüş” olarak da adlandırılan bu durum, sadece ideolojik anlamda bir geri çekiliş ya da yürütülen politikada iflas olarak değerlendirilmiyor; aynı zamanda Türkiye’nin iç ve dış politikasının yeniden formatlanması ile eşdeğer sayılabilecek yeni bir süreç olarak da yorumlanıyor.
Arap Baharı ile coğrafyamızda başlatılan, Suriye’de zirve yapan, geldiği aşama itibarıyla artık Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini doğrudan doğruya tehdit etmeye başlayan krize karşı ayakları yere basan, bastırılan bir politika değişikliği de denilebilir buna…
Diğer taraftan, Türkiye’nin sınırlı gücünü daha akıllıca kullanabilmesi, zaman kazanması ve bu noktada cepheyi daraltması ile ilgili bu karar; Türk dış politikasında “strateji” ve “araçlar” bağlamında etkisini gösterecek “yeni bir döneme” işaret ediyor gibi. Dolayısıyla, bu radikal dönüşüm sadece “politika” değişikliği ile sınırlı kalacak gibi durmuyor. “Yeni Politika”nın ruhuna uygun stratejiyi geliştirebilecek, uygulayabilecek bir kadro değişimi ya da tasfiyesi de denilebilir buna…
Siyaseten dizayn sonrası ilk olarak “Dışişleri Bakanlığı”nda kendisini gösteren bu değişim, devletin diğer kilit bürokratik kurumlarında da etkisini ciddi boyutlarda hissettireceğe benziyor.
Peki, bu yeni dış politikanın temel felsefesi, yönü ve “ortakları” kimler olacak? Bir taraftan Suriye ile “sil baştan” durumunun konuşulduğu, Rusya ile bir takım “arabulucular” üzerinden “eski günlere nasıl dönülür” cevabının arandığı, diğer taraftan ABD’nin “her şeye rağmen” Türkiye’yi elinde tutmaya çalıştığı bir ortamda Ankara nasıl bir tercih yapacak?
Şu ana kadar netlik kazanmayan ve cevap bekleyen bu türden pek çok soru var. Fakat mevcut verilere bakıldığında sürecin daha çok Türk dış politikasında önemli kırılma ve dönüşümlere işaret eden 2009 sonrasını andırdığını söylesek, çok da yanılmış olmayız. Hatta iç siyaset boyutuyla birlikte değerlendirildiğinde bu tarihi 2007 ile de başlatabiliriz…
Türk-Amerikan İlişkilerinde Yeni Bir “Ortaklık Dönemi” mi?
İçeride ve dışarıda terör örgütleri ile birlikte medya ve parlamentolar üzerinden yaşanan gelişmeler her ne kadar Batı’nın Türkiye üzerindeki “baskı” politikalarının bir sonucu olarak kendisini gösterse de, diğer taraftan Türk-Batı ya da daha somut haliyle Türk-Amerikan ilişkilerinde “adı konulmamış” yeni bir ortaklık süreciyle ilgili somut emareler de kendisini göstermiyor değil.
Örneğin, ABD açısından Türk-Batı ilişkilerinde önemli birer gösterge olarak kabul edilen Türkiye-NATO, Türkiye-AB ve hatta Türkiye-İsrail ilişkileri bağlamında yaşanan “pozitif” yönlü gelişmeler bunun birer göstergesi olarak kabul ediliyor.
Aynı şekilde, Türk-Batı ilişkilerinde ön plana çıkan bir diğer aktör olarak Almanya ile yaşanan son sözde soykırım krizine rağmen bir kaç gün önce gündeme gelen ve Almanya’ya bir ödül gibi değerlendirilen “İncirlik Mutabakatı” da bu sürecin bir parçası olarak gündemdeki yerini almış durumda.
Türk-Batı ilişkilerinde her şeye rağmen işbirliği arayışı olarak da kendisini gösteren içinde bulunduğumuz bu “geriye dönüş dönemi”, daha çok Türk-Amerikan ilişkilerinde “1 Mart Tezkere” ve “Çuval” krizleri sonrası, 2003-2007/2009 dönemini andırıyor.
Her iki ülke Ortadoğu-Avrasya merkezli yeni dünya dizaynında bir kez daha el sıkışmışa benziyor. Bunu Suriye merkezli son kırmızı çizgiler krizinin yumuşak bir şekilde geçiştirilmeye çalışılmasından anlayabiliriz. Ve görünen o ki, “Kuzey Irak Modeli” burada bir kez daha gündeme gelecek gibi…
Süreç, “Yeni Ortadoğu” sonrası Türkiye’nin kuzeyine ve doğusuna doğru sıcak bir gündeme işaret ediyor. Türk-Amerikan ilişkilerindeki inişli-çıkışlı sürecin bir parçası olarak kendisini gösteren son gelişmeleri bir de bu perspektiften değerlendirmekte fayda var. Konjonktür ve ikili ilişkiler tarihini göz önüne alan yüzeysel bir analizle birlikte, bu yeni ilişkinin adını ve yönünü rahatlıkla görebilirsiniz…
Prof.Dr.Mehmet Seyfettin EROL