Obama, ABD başkanı seçildiğinde tüm dünya rahat bir nefes almıştı. Verdiği “değişim” mesajları başta ABD iç kamuoyu olmak üzere tüm dünyada pozitif yönlü farklı beklentilere yol açmıştı. Ne de olsa tüm dünyayı yakmaya-yıkmaya yeminli Cumhuriyetçi Neo-Con ekip gitmiş; yerine sempatik, çikolata renkli, daha çok “ötekileri” yansıtan ve bundan dolayı da kanımızın hemen kaynadığı, “bizden” diyebileceğimiz, ağzından sakızı hiç de eksik olmayan genç bir lider gelmişti.
Onu benimsemede o kadar ileri gidilmişti ki, bizim yurdum insanı bile o başkan seçildi diye kurban kesmişti. Dolayısıyla Obama, ABD’nin yeni dönemine uygun algı operasyonları açısından tek kelimeyle “10 numara” başarılı bir seçimdi. Peki, sonuç
Sonuç ortada! “Değişim, değişim” diye gelen Başkan fincancı dükkânına giren filden farksız çıktı. Yani, tam bir hayal kırıklığı; hem Amerikan iç kamuoyu hem de uluslararası kamuoyu boyutuyla… Güya Afganistan ve Irak’tan çekildi ama arkasında Kuzey Afrika’dan başlayıp, Myanmar (Burma)’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada bir enkaz yığını bıraktı.
Öncekinden tek farkı; Bush bunu doğrudan savaş yöntemiyle gerçekleştirirken, Obama daha az maliyetle ve ülkesini arka plana çeken, uluslararası hukukla karşı karşıya getirmeyen vekalet savaşları yolu ile bunu yaptı. Nitekim başta İslam coğrafyası olmak üzere, tüm dünyaya fitne tohumlarını ekti ve kardeşi kardeşe kırdırtan iç savaşlar onun döneminde zirve yaptı.
Tüm dünyada diyorum; örneğin Ukrayna da bile Ukrayna halkı Ortodoksluk-Katoliklik temelinde ikiye bölündü. Biri Rusya’nın, diğeri ise ABD/NATO’nun kanatları altına sığındı.
İslam dünyasında, Neo-Conların yapamadığı ve mevcut şartlarda da yapamayacağı şeyi o “Hüseyin” ismini/kimliğini kullanarak yaptı. Bundan dolayı İslam dünyası onu nefretle anacak; özellikle de Suriye, Irak, Libya, Afganistan, Pakistan, Yemen ve elbette Filistin halkı…
Türk halkına gelince, Obama şu altı şey ile hatırlanacak: 1) “Ilımlı İslam Projesi” hikâyesi ve bu kapsamda ilk ziyaretini Türkiye’ye yapması; 2) 15 Temmuz ve ülkede başlatmak istediği iç savaş girişimi; 3) Başta PKK ve FETÖ olmak üzere teröre verdiği destek; 4) Irak’ta, ama özellikle de Suriye’de bize attığı “kazık”; 5) Türkiye’nin tarihsel coğrafyası ile irtibatını kesme noktasında başlattığı “Arap Baharı” ve 6) BOP haritasını bize dayatmadaki ısrarı.
Peki, şimdiki başkan ne yapacak Açıkçası seçimlerde kullandığı söylem çok iç açıcı bir geleceğe işaret etmiyor idi. Fakat diğer taraftan, seçim sonrası yaptığı konuşmada verdiği satır arası mesajlar çok daha farklı. Dolayısıyla tam bir kafa karışıklığı söz konusu. Çünkü; düne kadar savaş naraları atan Trump, şimdi satır aralarında barış diyor ve aynen Obama gibi “ortaklık/lar”a işaret ediyor.
Dikkat çeken bu ifadeleri maddeler halinde yazarak, kısaca ne anlama geldiğine yönelik bir değerlendirme yapmaya çalışacağım:
1) “Artık Amerika’nın bu bölünmenin getirdiği yaraları sarması gerekiyor/ Yoksul bölgeleri yeniden inşa edeceğiz”: Bu ifade kendi içerisinde iki duruma işaret ediyor. Birincisi, ABD’nin kendi içinde artık siyaseten rahatlıkla kutuplaşabildiği, ülkedeki yoksulluğun bir milli güvenlik meselesi olarak kabul edildiği ve ülkedeki bölünme tehdidini arttırdığı, dolayısıyla bu noktada ABD açısından ciddi bir beka sorununun artık gündemlerine girdiği; ikincisi ise, bu bölünmenin önüne geçmek için iç enerjisini dışarıya taşımaya yönelik daha fazla müdahaleci (yani savaş) politikalara yönelme durumu.
2) “Birlikte çalışarak, ülkemizi tekrar inşa etmekle ilgili bu acil görevi üstleneceğiz/Bizi dünyanın en büyük ekonomisi haline getireceğiz”: ABD, yeni uluslararası sistemin inşası sürecinde daha etkin bir şekilde yer almaya çalışacak. Ve burada ekonomik anlamdaki temel çıkarları belirleyici/öncelikli olacak. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte “Yeni Amerika” ve “Yeni Amerikan Emperyalizmi” söylemini daha sık duyabiliriz. Burada ABD kendisini “Yeni Dünya”ya göre mi yoksa “Yeni Dünya”yı kendisine göre mi dizayn edecek sorusuna verilecek cevap oldukça önemli. Eğer ikinci şık ise, o zaman bu açıklama daha çok ABD’nin aslında geleneksel (daha doğrusu en iyi bildiği) politikalara ve coğrafyalara keskin dönüşü anlamına gelecektir. Burada Trump’ın kullandığı şu ifade oldukça önemli: “…bizimle iyi geçinmek isteyen bütün ülkelerle iyi geçineceğiz. Bizim ülkemizin kaderini iyileştirmemiz gerekiyor. Amerika bundan sonra en iyinin altındaki hiçbir şeyi kabul etmeyecektir.”
3) “Biz düşmanlık değil dostluk arayacağız/Amerika’nın çıkarları her zaman önceliğimiz olsa da adil davranmak her zaman önemlidir. Düşmanlık, çatışma değil ortaklık arayacağız”: Yukarıdaki iki madde ile birlikte değerlendirildiğinde ve Amerikan çıkarlarının her zaman için dünya çıkarlarından bir adım önünde tutulduğu gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda aslında Trump’ın bu ifadesi Bush’un “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” tehdidinden çok da farklı değil.
Dolayısıyla, Trump ile ABD ve dünya açısından gri tonun unutulmaya başlanacağı yeni bir dönem söz konusu. Ve bu durum elbette Türkiye’yi de bir tercihe itme boyutuyla geçerli. Bundan ötürü, eğer Trump bu kafa ile giderse, Türk-Amerikan ilişkileri açısından çok zorlu bir süreç tarafları bekliyor olacak. Ümit edilir öyle olmaz.
Ve bu husustaki son cümlem: Obama’nın seçimi sonrası yaptığım bir değerlendirmede aynen şöyle yazmıştım: “Aynı tas, aynı hamam. Değişen sadece tasın rengi.” Şimdi de benzer bir cümle yazacağım ama küçük bir farkla: “Aynı tas, aynı hamam. Değişen sadece tasın rengi ve yaşı.” Mehmet Seyfettin Erol