Hizbullah’ın Suriye savaşına fiili olarak girmesinin üzerinden dört yıl geçti. Başarılar, meydan okumalar, değişimlerin yanı sıra, çok ağır bedellerin ödendiği dört yıl. Suriye’de meydana getirilen mekanik bir kaosun karşısında yeniden dengelerin kurulduğu dört yıl.
Bu dört yıl zarfında, Esad rejimini devirmekten öte, çok tehlikeli ve keskin gayeleri olan dev proje, Hizbullah ve müttefikleri tarafından bozguna uğratıldı. Bu projenin yansımaları ülkeyi coğrafi, tarihi, kültürel, ekonomik, dini ve güvenlik – siyaset denklemleri açısından oldukça etkiledi. Bu noktada, düşman güçlerinin çıkarlarını ve heveslerini tercüme eden yeni bir jeopolitik araştırmanın üzerinde durmak istiyorum. Bu hususta özellikle Amerikalı stratejistler, soğuk savaş bittiğinden bu yana Vestfalya Anlaşmasının kalıntılarına dayalı uluslararası düzenin, BM sözleşmesinin ve uluslararası hukukun yenilenmesi gerektiği teorisini ortaya koyuyor.
Bu stratejistlerin bazı ifadelerine yer verecek olursak; “Amerika için mutedil bir çözüm yok, ya zafer ya soykırım.” Bu ifadeler, Amerika’nın hâkimiyet çekişmesinin bir işaretidir. ABD’li diplomat Henry Kissinger’in mutlak hakimiyet içeren konuşmaları, şiddet kullanmak için öne sürülen bahaneleri ve “devrimin başlangıç noktası” olarak nitelendirdiği savaşı gerekçelendirmesi, bu hakimiyet hırsının en büyük göstergelerindendir.
Amerika ve müttefikleri, güvenlik için şiddet görüşünü benimsiyor. Bununla beraber, tek yönlü bir strateji şemasının formüle edilmesi, dünya ülkeleri arasında meydana gelen çok daha ciddi ve karmaşık krizleri beraberinde getiriyor. Daha da kötüsü, siyasi ve kültürel bölünmelerin yaşandığı, çelişkilerle dolu olan Arap ülkelerinde gerçekleşiyor. Bölgenin tablosunu takip eden gözlemciler, kurumsallaşmış geleneksel Arap yapılarının güçsüzleştiğini görüyor. Batı’nın tüm sömürgeci kampanyalarının karşısında ortaya çıkan cesaretsizlik, adı ister “Sykes-Picot” ister “Arap baharı” olsun, seçkin yöneticileri ve kaderlerine, kara yazılarına boyun eğmiş toplumları etkisi altında bırakıyor. Bu boyun eğen toplumlar, kendine ve elinde bulunan imkânlara güvenmek yerine, zayıflık ve yenilgiyi kabulleniyor.
Parçalanan bölge ve alanlar, gerçek varoluşsal tehlikelere ve şiddetli bir kaosa açıktır. Suriye’de yaşanan savaş, Hizbullah’ın evi olan Lübnan sınırlarına ulaştı. Bu tehlike, Hizbullah’ı koruyucu bir müdahale yönünde harekete geçirdi. Hizbullah elinden gelen tüm imkânlar ile bu şiddetli fırtınaya ayak uydurdu. Suriye topraklarına yapılan bu riskli müdahale, Lübnan’ın güvenliği için Hizbullah’ın mecbur kaldığı bir operasyondu.
Lübnanlı taraflar arasındaki gerginlik kısmen yatışsa da, hala tam olarak sona ermedi.
Bu yıllar uluslararası, bölgesel ve yerel çevrelere yayılan geniş bir çekişme ile geçti. Ancak Hizbullah’ın müdahalesi ile tüm planları boşa çıkarmasından başka bir şey elde kalmadı. Emeller bozguna, hesaplar karmaşaya uğradı. “Süper güç” (İsrail) tarafından yönetilen yeni bölgesel alan oluşturmaya dayalı politika ise orta yerinden baltalandı.
İşte Hizbullah’ın bu yıllar boyunca gerçekleştirdiği şeyler;
Birincisi: Askeri düzeyde
1- Büyük Larousse sözlük ve ansiklopedisine göre, “Savaş, iki grup – örgüt veya daha fazlası (kabileler, devletler vs) arasındaki kritik durumu çözmek için silahlı kuvvete başvurmaktır. Husumet eden taraflardan her biri, diğerini kendine boyun eğdirmeye çalışır.” Bu tanıma dayanarak, Hizbullah’ın düşman ile çarpıştığı bölgelerde elde ettiği sonuçlardan birkaçı şunlardır;
a) Hizbullah düşmanı kendi iradesine boyun eğdirdi ve düşmana karşı zafer elde etti. Bu zafer, bazen Kusayr savaşı gibi keskin bir mücadele ile, bazen Humus’un Halidiyye mahallesinde olduğu gibi düşmanı silah bırakmaya ve yenilgiyi kabul etmeye mecbur bırakma yoluyla, bazen de Eski Humus savaşında olduğu gibi uzlaşıya götüren bir anlaşma ile elde edildi.
b) Düşmanın yeteneklerini felce uğratan Hizbullah, düşmanın kalbine korku salarak motivasyonunu düşürdü. Çünkü kaybettiklerini geri alma hedefleri artık imkânsız hale geldiği için artık ümitlerini kaybettiler.
2- Stratejik değere sahip savaşlara katılarak (Kusayr ve Halep gibi) zaferler elde etmek.
3- Hizbullah tarafından benimsenen caydırıcılık stratejisi, saldırganların İdlib’e bağlı Fua ve Kafraya gibi bölgelere girmesine engel oluyor. Üst düzey uygulamalar yoluyla sağlanan bu caydırıcılık, düşmanı hedef değiştirmeye itti.
4- Muhalif olduğu bilinen ve savaşmak için gerekli olan yeteneklere ve güce sahip olmayan bölgelerde şiddet asgari ölçekte kullanıldı. Düşmanı vazgeçirip boyun eğdirmek üzere denge sağlanması için, neredeyse milimetrik oranda hassasiyet gösterildi.
5- Hizbullah, düşman ile girilen çatışmalar sırasında, en iyi koşulları sağlayabilmek için saldırı gücünü geliştirdi.
6- Beklenmedik yerden ansızın saldırıya uğramamak ve düşmanın planlarını bozguna uğratmak için, gerekli düzenlemeler yapılarak kural ve yöntemlere uyuldu.
7- Günümüzde yürütülen karmaşık operasyonlara girebilmek için hala zaman zaman kendini yeniden yapılandıran Hizbullah, bu sayede, savaş becerisi, yüksek dinamizm, canlılık ve görevleri anında yerine getirmeye hazır çevik birimler sahibidir.
8- Meydan gelişmelerine hızlı adaptasyon sağlayan Hizbullah, düşmanın hedeflerindeki değişimi takip ederek, savaş sahnesinde kullanılacak silahlar için yeni kullanım alanları icat etti.
9- Çeşitli yöntemlerle savaşa giren Hizbullah, girişimcilik ruhu ile motivasyonlarını yükselttiği savaşçılarının deneyimini ve uzmanlığını artırdı. Operasyon kapsamındaki hareketler de önceden dizayn edildi.
10- Lübnan ve Suriye arasında geniş bir bölgeye yayılan Hizbullah güçleri, bu yayılım ile sadece taktiksel bir fonksiyon taşımakla kalmadı, stratejik bir ilerleme sağladı.
İkincisi: Stratejik düzeyde
1- Suriye’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik üssüne dönüştürülmesi engellendi.
2- Suriye’nin dört bir yandan savaşa katılan düşmanlar arasında bölüştürülmesi engellendi.
3- Suriye’nin dünyadaki tekfircilerin sığınağı ve merkez noktasına dönüştürülmesi engellendi.
4- Bölgede yeni bir jeopolitik düzen kurulması çerçevesinde, Suriye yönetiminin düşmesi engellendi.
5- İsrail’in stratejik ve ekonomik üstünlüğü yararına, Suriye savaşının gelirinden ciro sağlanması engellendi.
6- Direnişin (İsrail tarafından) ana ikmal yollarının kesilmesi, diğer bir deyişle Suriye topraklarının Direniş için tehdit kaynağı olması engellendi.
7- Yönetimin düşmesi ve buna alternatif kurulan yeni bir yönetim aracılığıyla, Suriye halkasının kırılarak Direniş Ekseni zincirinin koparılması engellendi.
8- Suriye’deki Golan bölgesinin İsrail’in iradesi altındaki bir sınır şeridine dönüştürülmesini hedefleyen girişimler bertaraf edildi.
9- Suriye’nin kapısından Filistin davasının düşmesi engellendi.
10- Buna karşın, Suriye’ye giren Hizbullah, bölge arenasında büyük rol sahibi etken bir güce dönüştü.
11- Hizbullah’ın hem nitelik, hem de nicelik açısından askeri cephanesi güçlendi. Suriye ve Lübnan’daki yayılma çemberi genişledi. Burada İsrail’in eski güvenlik danışmanı General Jakob Amador’un şu açıklamalarını hatırlatmakta fayda var, “Hizbullah’ın, belki Avrupa ülkelerinin tümünün elindekine eşdeğer sayılabilecek, ender bir silah gücü vardır.”
12- Daha tutarlı ve adil bir uluslararası dengenin kurulması çerçevesinde farklı bir bölgesel sistemin oluşturulması için, Direniş Ekseninin unsurlarının kalıcılığını sağladı.
13- Bölgedeki krizin yönetimi ve savaşlara karşı ortak bir güvenlik politikası geliştirilmesine müttefikleri ile birlikte katkı sağladı.
14- İsrail’in askeri – endüstriyel tesislerinin büyük kısmını etkileyebilecek menzilde füze geliştirilmesi için çalışmalar yapıldı.
15- İnsansız hava araçları programları da dahil olmak üzere, savunma teknolojisini güçlendirme çalışmaları gerçekleştirildi.
16- Direniş Ekseni arasındaki ilişkilerin ve dengelerin yeniden düzenlenmesinde katkı sahibi oldu.
17- Hizbullah, Lübnan, Suriye, Filistin ve tüm bölge halkının iyiliği için, stratejik ve siyasi alanlar arasında bağlantı kurmanın bilincinde ve sorumluluğunda olan askeri bir güç olduğunu herkese kanıtladı.
Üçüncüsü: Lübnan’ın içişleri düzeyinde
1- Savaş, tekfirci terörist tehdidinin öngörülmesi ile Lübnan meydanlarından uzaklaştırıldı.
2- Suriye krizinin Lübnan’a sıçraması engellendi, başka bir iç savaş ihtimali bertaraf edildi.
3- Lübnan’ın toprağı, birliği ve egemenliği korundu.
4- Terörist çetelerin Lübnan’ı “zafer” ve “cihad” ülkesi yapmak yönündeki emelleri suya düşürüldü. Lübnan coğrafyası dahilinde “İslam emirliği” kurma ya da Lübnan’ın tümünün IŞİD devletine dönüştürülmesi planları fiyaskoya uğratıldı.
5- Bölge ülkeleri üzerine kurulan fitne ve bölücülük planları başarısızlığa uğratıldı.
6- Lübnan sınırları içindeki bazı bölgelere fırlatılan füzelerin hafifletilmesi ve ardından durdurulması sağlandı. İkinci olarak, bombalı araçların çıktığı bölgeler kontrol altına alındı.
7- Birçok Lübnanlının zihinlerine hâkim olan, Hizbullah’ın Suriye’de yaptıklarına yönelik görüntülerin değişmesi sağlandı. Lübnan halkı, bu savaşın Lübnan halkının güvenliğini ve istikrarını sağlamak için vatani bir görev olduğunun farkına vardı.
8- Uluslararası kurumlar korundu ve tarihi devamlılıkları sağlandı.
9- Direnişin başarıları korundu. Hizbullah’ın Suriye savaşına girmesi yoluyla, Direniş askerleri, Suriye’deki tekfirci teröristler ve İsrail ordusunun karşısında kurban edilmekten korundu. Lübnan cumhurbaşkanlığına Direnişe muhalif olan İmad Mişal’in getirilmesi yoluyla Direnişin, büyük zarara uğratılması hedefleniyordu.
10- Hizbullah genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın, Suriye’ye girişin hedefinin teröristlerin Lübnan meydanlarına uzamasını engellemek olduğu yönünde verdiği vaatlerindeki dürüstlük ortaya çıktı.
11- Hizbullah’ın, tekfirciler ile girilen savaşın insani ve mali sonuçlarını Lübnan devleti ve toplumuna taşımadan kazanmak yönündeki hedefi herkes tarafından anlaşıldı.
Özetle
Hizbullah’ın Suriye’ye girişinden yaklaşık dört yıl sonra, düşmanların ve muhaliflerin hayalleri suya düşürüldü. Lübnanlı bazı taraflar ile olan gerginlik biraz yatıştı, ancak sona ermedi. Avrupalıların itirazlarının hiddeti kesildi. Özellikle terörün Avrupa’nın kalbine sıçramasının ardından, Hizbullah’ın Suriye’ye giriş sebepleri anlaşılmaya başlandı. Ancak Avrupa, aynı zamanda Hizbullah’ın rolünü kısıtlayarak, bölgedeki krizin içine dahil edilmesini istiyor. Hizbullah’ın daha çok karmaşık ve stratejik bir yapıya sahip olan askeri gücünün krizin içine çekilmesi isteniyor.
İsrail ise, stratejisi gereği Suriye savaşında yönetimin düşmesini ve kaosun tırmandırılmasını istiyor. Bunun da ötesinde, kaosun Suriye halkı için istikrarlı bir hale gelmesi için çaba harcayan İsrail, bu sayede Hizbullah’a destek veren Suriye’nin yolunu kesmek istiyor. Suriye’yi kuşatmayı ve Direnişi ortadan kaldırmayı amaçlayan Siyonistler, Hizbullah’ın göz ardı edilmeyecek derecede gelişen askeri yetenekleri ve hedefleri ile karşı karşıya kaldı. İsrail varlığında paniğe sebep olan durum, Hizbullah için çifte duygu yarattı: Dikkat ve yeni bir savaşa doğru ilerleme isteği.
Suriye savaşının ardından ne ilk birkaç ay, ne de sonraki yıllarda meydanlarda ve politikada İsrail yararına hiç bir gelişme yaşanmadı. Aksine beklentilerin tam tersi oldu ve Hizbullah’ın lehine gelişen sonuçlar elde edildi. Savaşın beşeri kaybı olsa da, doğrudan bir hesap yapıldığında ortaya çıkan bilançoya göre, Hizbullah’ın bu girişim sayesinde siyasi kazanımları ile askeri ve stratejik üstünlüğü beşeri kayıpların çok ötesine geçiyor.
Geçen dört senenin ardından, nesnel gerçekler Suriye savaşına giriş kararının, basiret, zekâ ve güçlü önseziler sayesinde alındığını ortaya koyuyor. Hizbullah, bugün birçok Arap ülkesinin dahilinde ve uçsuz bucaksız geniş topraklara yayılmış durumda.
Hiç şüphesiz Lübnan’daki elit yöneticiler, bu müdahale sayesinde Hizbullah’ın Lübnan için hayati ulusal çıkarlar elde ettiğinin her zamankinden daha fazla farkına vardılar. Aksi takdirde, Lübnan’ın varlığı yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalabilirdi. Birçok ülke ve millet bu müdahaleyi güvenlik ve barışın korunmasının yanı sıra insanlığın yararına olarak görüyor.
Çev: Merve Soydaş Gök
www.medyasafak.net