Astana’da, Suriye’nin geleceği açısından son derece önemli bir viraj dönüldü. Rejim, ilk kez çatıştığı muhaliflerle aynı masaya oturdu, ayrıca muhalifler Cenevre’de devam edecek müzakerelerin de tarafı haline geldi. Ateşkes konusunda uzlaşıldı, üstelik ateşkesin garantörü de Şam değil, Rusya, Türkiye ve İran oldu. Suriye’nin çok din-mezhepli, çok etnili ve ulusal bütünlüğünü koruyan bir devlet olarak kalacağı ilan edildi. Bu, Esad’ın kent ve bölgelerin sosyolojik dokusunu zorla değiştirme siyasetinin ve olası bölünme senaryolarının sonlandırıldığı anlamına geldi.
Tarafların vekalet savaşlarına son vermelerini ima eden Astana görüşmeleri, aynı zamanda İran ve Esad güçleri ile Türkiye’nin karşı karşıya gelme riskini bertaraf etme çabasını da içerdi. Bu arada ABD, muhtemelen Cenevre’de ağırlığını koyacağından Astana’da izleyici koltuğunda kaldı, PYD ise oyun dışında bırakıldı.
Kazakistan’da alınan kararlar, Türkiye’nin beklentileri açısından son derece yararlı olurken ayrıca Türkiye’yi Suriye’nin geleceğinde, hem siyasi hem de insani düzlemde etkili bir oyuncu haline getirdi.
İran ve Türkiye için risk
Suriye müzakerelerinin Türkiye’nin beklentilerini karşılar biçimde sürmesi, öncelikle Türkiye’nin güvenliği açısından önemli. Suriye’de istikrarsızlık sürdükçe, PKK ve DEAŞ gibi örgütlerin saldırılarına açık hale gelen Türkiye’nin bir yandan da yeni göç dalgaları riskiyle karşılaşma ihtimali bulunuyor. Dolayısıyla Suriye’nin istikrara kavuşması, Türkiye açısından kendisine bir alan açma meselesi değil, başkalarının kendilerine açtıkları alanlardan geri çekilmesi ve Türkiye’yi tehdit eden unsurların bertaraf edilmesi meselesi.
Bu çerçevede İran ve dolayısıyla Esad’ın geri çekilen bir pozisyonda olduklarını belirtmek gerekiyor. İran, “dövüşerek geri çekilme” yoluna Rusya tarafından zorlandıysa da, artık daha fazla ilerleme olanağı kalmadığı için de duruma razı olmuş gözüküyor. Razı olduğu durum ise en azından bir süre daha Suriye’nin başında Esad’ın kalması karşılığında geri çekilme.
Kabul etmek gerekir ki, Suriye’nin istikrara kavuşması İran açısından da bir güvenlik meselesi. Ancak İran açısından risk, terör ya da göç değil. Risk, tıpkı Türkiye için olduğu gibi, Suriye’nin bölünme veya iç savaş ortamında Türkiye ile karşı karşıya gelme ihtimali. Üstelik böyle bir durumda Türkiye’nin yanında yer alabilecek başka devletler de olabilir ve İran açısından risk, tehlikeye dönüşür.
Rusya için fırsat
Suriye, Türkiye ve İran açısından yaşamsal güvenlik sorunu iken, Rusya için aynı durum söz konusu değil. Rusya için Suriye bir risk değil fırsat konusu. Ukrayna’daki Rus genişlemesi sonrasında Moldova ve Bulgaristan başta olmak üzere bir dizi ülkede “Rus yanlısı” eğilimlerin iktidarlara gelmesi, Orta Asya’da Çin-Rus dengesini kollayan ülkelerin giderek Rusya’ya meyil etmeleri, Kosova’daki Sırpların yeniden silahlanmaya başlamaları ve Suriye’de Rusya’nın bir kaptana dönüşmesi, bu ülkenin ne ölçüde alan genişlettiğini göstermeye yetiyor.
Normalleşme sonrasında Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonunu güçlendiren Rusya’nın ABD-Türkiye gerilimlerini de kendi lehine kullandığı, Türkiye’nin “Batı’ya kızgın” halini değerlendirdiğini ve kendi yanına çekebileceği bir ülke daha olduğu yolunda hesaplar yaptığını düşünmek mümkün.
Rusya’nın Birleşik Krallık’ın yüzyıllardır uyguladığı bir politikayı neredeyse aynen, ancak farklı araçlarla ve gayet başarılı biçimde uyguladığı söylenmeli. Kim bilir belki son dönemlerde İngiltere’nin Türkiye ilgisi tam da bu nedenle artmıştır.
Beril Dedeoğlu