Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yalçın Sarıkaya, Suriye iç savaşının dünü ve bugünüyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’nin önce “Fırat Kalkanı” bugün ise “Zeytin Dalı” harekatlarıyla ilgili de açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Sarıkaya, harekatlarla birlikte diplomasi alanlarının da boş bırakılmaması gerektiğine dikkat çekti.
PKK terör örgütüne Suriye’de ABD ve Batılı bazı devletlerce meşruluk kazandırıldığını ifade eden Doç. Dr. Yalçın Sarıkaya “Suriye ve Irak’ta 2013-2014 yıllarında DAEŞ’in hızlı bir genişleme sağlayıp Rakka’dan Musul’a kadar hâkimiyet sağlaması, Türkiye sınırında önemli bir uzunluğu kontrol altına alması bölgede yeni bir durum ortaya çıkarmıştı. Bu bölgede Türkiye’nin toprağı olan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu da bulunuyordu. İlginç biçimde, Musul işgalinden itibaren DAEŞ tedricen alan kaybetmeye başladıkça ondan doğan boşluk PYD tarafından dolduruluyordu. PKK’nın Suriye kolu olan bu örgüte ABD ve çoğu Batılı başka devletlerce büyük teknik, lojistik ve personel desteği verildi. Örgüt sanki Suriye’nin geneline hitap eden bir yapı görüntüsüne kavuşturulmak istendiğinden Suriye Demokratik Güçleri adıyla anıldı. Uluslarararası ajanslar bu yapıyı insanlık namına savaşan halk ordusuymuş gibi çeşitli araçlarla âdeta cilaladılar. Oysa örgüt, açıkça PKK tarafından koordine edilen ve etnik homojenliğe sahip bir hatla Türkiye sınırını güneyden çeviren bir stratejiyi hayata geçiren bir taşeron örgüttü. Bu en açık biçimde, 1-2 sene zarfında oluşturulan sözde kantonların birleştirilmesiyle anlaşılmıştır. PYD, Arap ve Türkmenleri, etnik bütünlüğe tehdit olarak görüp katletmiş, sürmüş, veya baskı altında kendine tabi kılmıştır. Bunlar Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) gibi kuruluşlarca defalarca rapor edildi” dedi.
“Zaytin Dalı Harekatı, Fırat Kalkanı Harekatı’nın tamamlayıcısı olacaktır”
Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla birlikte diplomatik süreci de elinden bırakmaması gerektiğine de dikkat çeken Doç. Dr. Sarıkaya “Türkiye, sınırdaki ciddi tehdidi, öncelikler sıralamasında birinci sıraya aldı. Bence bu kritik bir dönüm noktasıdır. Fırat Kalkanı Harekatı devam ederken Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’nin bir suikastla öldürülmesi sonrasında Moskova’nın bunu Türkiye ile ilişkilerini bozmak isteyen güçlerin saldırısı olarak yorumlaması durumu çok açık biçimde ortaya koyuyordu. Fırat Kalkanı Harekatı başarılı olmuştur ama Mümbiç’in ABD ve Suriye güçlerince bir tür korunmaya alınması nedeniyle hedeflenen arazi genişliğine ulaşılmadan kuvvetler çekilmiş ve bir tür güvenlikli alan oluşturulmuştur. Mümbiç ilinin Cerablus’a yakınlığı bu bölge üzerinde savunma zayeti ortaya çıkarabilir. Bu nedenle de Türkiye, Afrin’le birlikte Mümbiç’in kontrolünü de hedeflediğini açıklamaktadır. Ancak Afrin’den Cerablus’a kadarki sınır uzunluğumuzun 300 kilometre civarında olduğunu düşündüğümüzde, Irak sınırına kadar olan Fırat doğusunun da menzilde tutulması gerektiği anlaşılmaktadır. Afrin’in PKK’dan temizlenmesi maksadıyla yapılan Zeytin Dalı Harekatı’nın personel kaybını en alt düzeyde tutmak üzere planlandığı görülüyor. İlerlemenin yavaş olması bundandır” diye konuştu.
“Sochi süreci önemli”
“Bu harekata Rusya’nın itiraz etmediği gibi az sayıdaki askerlerini Tel Rıfat ilçesine çekmis olması uzlaşmanın sürdüğünü göstermektedir” diyen Yalçın Sarıkaya, açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Rusya, ABD’nin kaybettiği, kendisinin askeri üslerinin varlığını sürdürdüğü ve Rusya merkezli bir nihai çözümün tarafları bir araya getirdiği bir Suriye planına sahip. Bunun dışındaki hususlarda esnektir. Ancak yaklaşık 2 yıldır bütün radikal muhalif silahlı örgütlerin biriktiği İdlib bir düğüm olmayı sürdürmektedir. Zaman zaman Rus kaynaklarından Türkiye’nin Idlib’teki taahhütlerine işaret eden yorumlar okuyoruz. PKK-PYD konusunda Rusya’nın “Şam da sizin gibi bakıyor meseleye, onları da ikna edemiyoruz” dediklerini Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bizzat açıklamıştı. Öyle sanıyorum ki, ’Sochi Süreci’ PYD’nin artık asla dahil olamayacağı ancak en etkin çözüm zemini olacaktır. Buna rağmen sınırımızın güneyinde bütünüyle askeri hareketliliğin en azından birkaç yıl süreceğini tahmin edebiliriz. Kamuoyumuzun bütünlük içinde hissetmesi ve hareket etmesi son derece önemlidir. Siyasilerin bu konuda iç siyasal beklentileri bir kenara bırakıp ötekileştirici söylemlerden kaçınmaları daha iyi olacaktır. Bütün bunlara, Türkiye’deki Suriyeliler’in planlı biçimde temizlenmiş alanlara iskânı da eşlik ederse, bir kâbusun içinden muazzam bir başarıyla çıkmış olacağız. Diplomasi alanını boş bırakmamalı, Avrupa ülkelerine bu adımlarımızın Batı’ya sel gibi akan mülteciler sorununu en aza indireceğini somut rakamlarla anlatıp siyasi desteklerini açıklamalarını istemeliyiz.”