KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Suriye ve ABD: Yeni gerçekler ortaya çıkıyor

Suriye ve ABD: Yeni gerçekler ortaya çıkıyor

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 11 dk okuma süresi
388 0

17 Eylül 2016 günü, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki “koalisyonun” uçakları, Deyrezzor’da Suriye Ordusu askerlerinin mevzilerini bombaladı. ABD, Birleşik Krallık, Danimarka ve Avustralya’nın uçakları saldırıda yer aldı. (Farklı raporlara göre) 62 ila 90 Suriye askeri hayatını kaybetti ve 100’den fazlası yaralandı. Saldırı, IŞİD güçlerinin havaalanını koruyan hayati önemdeki bir bölgenin kontrolünü ele geçirmesine olanak verdi.

O tarihte saldırı, “hata” olarak tanımlandı. Avustralya Başbakanı Malcolm Turnbull özür dileyerek, Suriyeli personelin can kayıpları ve yaralanmalar nedeniyle üzgün olduğunu söyledi.

Suriye hükümetinin bir sözcüsü ise saldırının “kasıtlı” olduğunu söyledi ve bu görüş Suriye’nin müttefiki İran tarafından da paylaşıldı. ABD ordusu, olayın araştırılması talimatı verdi. Genellikle bu tür araştırmalardan çok az sonuç çıkar ve tek yapılan şey “üzüntü verici hataların” kabul edilmesi olur, kimseye de yaptırım uygulanmaz.

Sıklıkla “hata”ların, Afganistan’da Kunduz Hastanesi’nin bombalanmasında olduğu gibi, düşmanın eylemlerine atfedildiği görülür.

Ancak yakın zamandaki iki gelişme, Eylül 2016’daki “hata”ya yeni ışıklar tutuyor.

Bunlardan ilki, Katar’da bulunan ABD Merkez Komutanlığı’nın 29 Kasım 2016 tarihinde araştırma hakkındaki raporunu yayınlaması. Hemen hemen her zaman olduğu gibi rapor, herhangi bir “suiistimal kanıtı bulamadı”.

Ancak rapor, ABD’nin hava saldırısının nerede gerçekleşeceği konusunda Rus askeri komutanlığını yanlış yönlendirdiğini kabul etti.

Rapor ayrıca, ABD komutanlığının, hedef alınan mevzilerde IŞİD teröristlerinin değil Suriye hükümeti askerlerinin bulunduğu yönündeki bilgileri ve istihbarat analizlerini görmezden geldiğini de kabul ediyor.

Üçüncü ifşaat ise hava saldırılarının “kasıtlı hedef alma” stratejisinden “ani saldırı” stratejisine kaymış olması. Bu, ABD Hava Kuvvetleri’nin olağan operasyonel prosedürünü ihlal etti.

Rusların yanlış yönlendirilmesi, kendi istihbaratlarının ve hem elektronik hem de beşeri olgusal bilgilerin görmezden gelinmesi ve makul bir neden olmadan operasyonel prosedürde ani bir değişime gidilmesi, o tarihte Suriyelilerin vardığı sonucu pekiştiriyor: saldırı “hata” ürünü değil, kasıtlıydı.

Daha büyük soru ise saldırının neden bu şekilde gerçekleştiği. Raporda bahsi geçmeyen merkezi önemdeki olay, 9 Eylül tarihinde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rus mevkidaşı Lavrov arasında bir ateşkes anlaşmasına varılmış olmasıdır.

Bu ateşkes anlaşmasına ABD Savunma Bakanlığı içinden, özellikle de Savunma Bakanı Ash Carter’dan güçlü tepkilerin geldiği biliniyor. Carter, Rusya’ya karşı bıkıp usanmaksızın savaşçı bir tutum izledi. Rusya’yla her türlü işbirliğine karşı çıktı ve buna, bu bağlamda, Kerry-Lavrov anlamasının temel bir bileşeni olan bir “Ortak Entegrasyon Merkezi”ne (JIC) güçlü bir antipati duyulması da dahildi.

JIC, ateşkesin yürürlüğe girmesi öngörülen tarihten yedi gün sonra, yani 19 Eylül 2016 tarihinde kurulacaktı. Ayın 17’sindeki hava saldırısı ise ateşkesi ve JIC’nin kurulmasını da öldürdü.

Saldırının zamanlamasının bu mekanizmanın kuruluşundan iki gün öncesine denk gelmesinin tesadüf olması pek de muhtemel görünmüyor.

Saldırı aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu’daki dış politikasının Başkan tarafından değil, ordu tarafından yürütüldüğü imajını da güçlendirdi. Rusya’nın bu yöndeki görüşü, saldırıyı izleyen bir acil Güvenlik Konseyi toplantısının ardından Rusya’nın BM büyükelçisi Vitaly Churkin tarafından basına verilen bir demeçte açıkça ifade edildi.

Bay Churkin şu soruyu sordu: “Washington’da kim görevde? Beyaz Saray mı Pentagon mu?” Olgular, Bay Churkin’in sorunun cevabına yanıt veriyor gibi görünüyor ve eğer durum buysa, bu ciddi bir kaygı nedeni.

Yakın zamandaki diğer gelişme, doğrudan doğruya ABD’nin 17 Eylül’de düzenlediği saldırının gündeme getirdiği meselelerle ilişkili. Bu gelişme, ABD’nin Ortadoğu’daki davranışını daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Özel olarak, ABD’nin neden IŞİD’in kontrolünün Irak ve Suriye’nin geniş toprak parçalarında hızlı bir şekilde yayılmasını önleme konusunda aşikâr bir şekilde başarısız olduğunu gösteriyor.

IŞİD’in acımasız ilerlemesini durdurma konusunda kayda değer bir ilerleme ancak, Ağustos 2014’te Suriye hükümetinin talebiyle Rusya’nın müdahalesinin gerçekleşmesiyle kaydedildi.

2017 başında Wikileaks, Kerry’nin 22 Eylül 2016’da Hollanda BM Misyonu’nda Suriye muhalefeti üyeleriyle yaptığı bir toplantının ses kaydını yayınladı. Bu, Deyrezzor’daki bombalamadan bir haftadan daha az bir zaman sonraydı.

Hem New York Times hem de CNN, haberlerinde sızdırmaya yer verdi, ancak en önemli kısımları hakkındaki bilgileri çıkardı. Öğrenebildiğim kadarıyla, Avustralyalı hiçbir ana akım medya kuruluşu, içeriği bir yana, sızıntıdan bahsetmedi bile.

Ses kaydı, Irak ve Suriye’deki ABD politikası hakkında üç kilit olguyu açığa çıkarıyor. Bölgenin tarihine ve oradaki ABD politikasına aşina olanlar için ifşaatlar büyük bir sürpriz olmayacaktır. Ancak bu, ABD’nin politikalarını eleştirenlerin uzun süredir söylediği şeylerin çok üst düzey bir yetkili tarafından teyit edilmesidir.

Ses kaydının teyit ettiği ilk gerçek, Kerry’nin Obama yönetiminin Suriye’deki başlıca amacının rejim değişikliği olduğunu kabul etmesidir. Bunun nedenlerini anlamak zor değil.

ABD Şam’da, başka şeylerin yanı sıra, Katar boru hattının Avrupa’ya doğalgaz tedarik etmesine izin verecek itaatkâr bir rejim istiyordu. Bu, Rus ekonomisine ciddi biçimde zarar verecekti. Amerikalıların elde edeceği başka bir fayda da, Rusya’nın Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Tartus deniz üssünün kapanacak olmasıydı.

Ses kaydından ortaya çıkan ikinci gerçek, Beyaz Saray’ın rejim değişikliği amacına erişmek için IŞİD’in yükselişine izin verdiğiydi. Burada Kerry çok mütevazı davranıyor. ABD, IŞİD’in yükselişine “izin vermek”ten çok daha fazlasını yaptı. Katarlı, Suudi, Türk, Ürdünlü ve İsrailli müttefikleriyle birlikte, IŞİD’i finanse etti, eğitti, silahlandırdı ve (hem askeri hem de siyasi yönden) destekledi.

Bu politikanın sonucu olarak yüz binlerce insan öldürüldü ve evini terk etti. Suriye hükümetine yöneltilen propaganda tufanının parçası olarak bu ölümlerin ABD politikasının kaçınılmaz bir sonucu değil, “zalim Esad’ın diktatörlüğünün” sonucu olduğu ileri sürülür.

Savaşın siviller üzerindeki etkisi karşısındaki bu duygusuz kayıtsızlık, IŞİD’in halen yürüttüğü, Şam’ın beş milyon sakinini temiz su kaynaklarına erişimden yoksun bırakma kampanyasında görülebilir. Batı medyası bu savaş suçundan zar zor bahsediyor ve yaptıkları haberler, su sıkıntısının Suriye ve Rusya tarafından gerçekleştirilen bombalamalara atfedilebileceğini ima ediyor.

Üçüncü olarak Kerry, ABD’nin IŞİD’i silahlandırmakla kalmayıp, doğrudan destek niteliğinde askeri operasyonlar gerçekleştirdiğini de kabul etti. Bu konuşmanın gerçekleşmesinden yalnızca iki gün önce Deyrezzor’da gerçekleşen “hata”, Kerry’nin aklında ilk sırada gelmiş olsa gerek.

Pentagon raporunun yayınlanmasından üç gün sonra (2 Aralık 2016) Danimarka hükümeti, Irak ve Suriye’de ülkenin F-16 savaş uçakları tarafından gerçekleştirilen askeri operasyonları askıya aldığını duyurdu. Danimarka, Kanada’nın ardından bunu yapan ikinci ülke oldu.

Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri’ne olan sadık biatinde, uluslararası hukuk sorunları karşısında endişe taşımıyor gibi görünüyor ve bu ilk defa da olmuyor. Eski başbakan John Howard, 7 Temmuz 2016 tarihinde devlet kanalı ABC’ye verdiği bir röportajda, Avustralya’nın ABD’nin illegal savaşlarına bu kadar istekli şekilde dâhil olmasının muhtemelen başlıca nedeni olan şeyi söyledi.

Howard, Mart 2003’teki Irak Savaşı kararından bahsederken, “ortak tarihimiz ve değerlerimiz sebebiyle, Amerikalıların yanında yer almak bizim ulusal çıkarımızaydı” dedi.

Avustralya’nın dış politikasının nirengi noktası gerçekten buysa, ülke, gerçek ulusal çıkarının ne olduğunun en iyi ihtimalle ender olarak öğrenilebildiği, uzun bir sonu gelmez savaşlar tarihine sahip demektir.

James O’Neill

New Eastern Outlook

Çev: Selim Sezer

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir