KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. SURİYE TÜRKMENLERİ VE STRATEJİK HATALAR

SURİYE TÜRKMENLERİ VE STRATEJİK HATALAR

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 24 dk okuma süresi
292 0

Türkmenlerin Suriye coğrafyasına yerleşmeleri Anadolu’dan çok önce gerçekleşmiştir. Suriye’de 9. yüzyılda Tolunoğlu Türk Devleti, 10. yüzyılda İhşidiler Türk Devleti hakimiyeti yaşanmış ve Karahanlıların batı kolu hükümdarı I. Tamğaç Han’ın (1058-1068) oğlu olduğu tahmin edilen Hanoğlu Harun tarafından sürdürülmüştür. Önce bugünkü Kuzey Suriye’de hakim olan Harun, Ağustos 1065 tarihinde Halep’i de ele geçirmiştir. 11. yüzyıldan itibaren ise kitleler halinde bölgeye Türk göçleri olmuştur. Bu göçlerle ilgili görüşler ise şu şekildedir: Türklerin Büyük Selçuklular tarafından buraya yerleştirildikleri, Moğolların önünden kaçan 100.000 Türk’ün buranın ilk aileleri olduğu, Osmanlılar zamanında Bağdat yolunu korumak için buraya gelen Türkler olduğu, Şah İsmail’in Meraga’dan getirip yerleştirdiği Türklerin soyundan olmaları, Nadir Şah’ın Azerbaycan’daki Türk Garnizonlarından getirdiği askerlerin soyundan oldukları.
Ortak düşünce ise, XI. yüzyıldan itibaren Türklerin Irak’ta yerleşme bölgeleri kurduklarıdır. Kerküklü araştırmacı Hıdır Lütfi’ye göre ise; Abbasi Halifeliğinden çok evvel Irak’ta Türkler vardır. Cengiz Han’ın önünden kaçan “Harizm” Türklerinden bu havaliye kadar gelenler ve binlerce sene evvel kuzeyden gelen Sümerlerle Arapların “Akad” dedikleri Araplarla birleşerek Asurîleri mağlup edip, Suriye ve Mısır’ı Mağrubiye kadar fetheden Türkler vardır.
Siyasal organizasyon olarak ise Irak ve Suriye Türkmenlerini ayrı düşünmek doğru değildir. Çünkü gerek Kuzey Suriye’de gerekse Kuzey Irak’ta Türkmenler 11. yüzyıldan itibaren siyasi birliklerini beylik düzeyinde kurabilmişlerdir. Kuzey Suriye’de öncelikle 1065’de Hanoğlu Harun’un hakimiyet kurduğu bunu takibende Büyük Selçuklu Kumandanlarından Emir Afşin ve Sandak’ın 11. yüzyılda Kuzey Suriye’ye geçtikleri ve buraları kontrol altına aldıkları bilinmektedir. Yine Melikşah’ın kardeşi Tutuş’un uzun bir uğraşıdan sonra 1086’da Halep’e hakim olduğu kayıtlara geçmiştir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın kumandanı, Halep Valisi Aksungur’un oğlu İmâdeddîn Zengî de Kuzey Irak (el-Cezîre) ve Kuzey Suriye’de etkili olan Atabeylik kurmuşlardır. XII. Yüzyılda İmameddin Zengi Halep Emiri olmuştur. Yine Begteginliler 1146-1233 yılları arasında Kuzey Irak’ta Erbil Türk Atabeyliğini kurmuşlardır. 11 Ağustos 1119 tarihinde ise Selçuklu Sultanı Sencer Damadı Mahmut’u Irak-ı Acem’den Akdenize kadar ulaşan toprakların başına geçirmiştir. Bu topraklar; Doğu’da İran’ın batısından, Batıda Suriye içlerine, Kuzey’de Kafkasya’da Gürcistan sınırından, Güney’de Arap Yarım Adası içlerine kadar uzanan bir sahayı içeriyordu. XIII. Yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Suriye’nin tamamen Türkmenleştiği görülmektedir. 14. Yüzyılın ortalarında ise Türkiye’nin doğu bölgelerinde Karakoyunlu ve Akkoyunlu adlı iki Türkmen beyi ortaya çıkmıştır. Karakoyunlular Oğuz Boyu’ndandır. Bu boylardan bir kısmı Moğol istilası esnasında Maveraünnehr ve Horasan tarafından batıya sürüldüğü zaman bunların içinde Akkoyunlu ve Karakoyunlu aşiretleri de İlhanlı Hükümdarı Argun Han zamanında (1284–1292) Türkistan’dan göçüp Fırat ve Dicle’nin yukarı vadilerine yerleşmişlerdir. 14. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Karakoyunluların en önemli hükümdarı Bayram Hoca ve Oğlu Kara Mehmet’tir. Bayram Hoca zamanında Musul, Erçiş, Sincar Karakoyunlulara geçmiştir. Kara Yusuf döneminde Bağdat işgal edilmiş ve oğlu Şah Mehmet’i Bağdat valisi olarak tayin etmiştir. 1419 yılına gelindiğinde hem Irak-ı Arap hem de Irak-ı Acem Karakoyunluların eline geçmiştir.
Osmanlı Devleti 1534’te İstanbul’dan hareketle, 3,5 ayda Tebriz’e ulaşmış ve kışı orada geçirdikten sonra ordu ile Tebriz’den hareketle, 27 günde Bağdat’a ulaşmıştır. Bağdat muhafızı Tekeli Han, Osmanlı kuvvetleri gelmeden önce, Bağdat’ı terk etmiş olduğundan şehir işgal edilmişti.
Suriye’de yukarıda belirttiğimiz beylikler döneminden sonra bir Türk Devleti olan Memluklu Devleti Suriye’ye hakim olmuştur. 1516 yılında Osmanlı Devleti Yavuz Sultan Selim’in Kuzey Suriye’de bulunan Merc-i Dabık’da Memluklu Sultanı Kansu Gavri’yi 24 Ağustos 1516 tarihinde başlayan savaşla yenmiş, 27 Ağustos 1516’da ise Halep Osmanlı Türk hakimiyeti altına girmiş, Halep Beylerbeyi olarak Karaca Ahmet Paşa tain edilmiştir. 1516’dan sonra yönetimi Osmanlı Devleti’ne geçen bölge 1921 yılına kadar kesintisiz olarak 406 yıl boyunca Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır. Bu dönemde Suriye’de Türkmen yerleşimi artarak devam etmiş ve bölgede önemli bir Türk nüfusu oluşmuştur.

Görülüyor ki buraların Türkler tarafından fethi ve iskânı Anadolu’dan çok önce başlamış, başarılmış, vatanlaştırılmış ve daha sonra Anadolu ile birleşmiştir.

Günümüzde Türkmenlerin Yaşadığı Yerler

Suriye’de Türklerin yerleşim yerleri; Yukarıda da ifade ettiğim gibi Kuzey Suriye ve Halep kentinden başlamıştır. Daha sonra Lazkiye, oradan Trablusşam’a doğru ve iç kısımdan Asi ırmağı vadisi boyunca Hama, Humus ve Şam istikametinde gelişmiştir.
Suriye’de yaşayan Türkmenlerin bugün yaklaşık olarak 3,5 milyondan fazla olduğu bilinmektedir. Ancak 1,5 milyon Türkmen Türkçe konuşabilmektedir. Geri kalan yaklaşık 2 milyon Türkmen Suriye yönetiminin baskı ve asimile politikaları nedeniyle Türkçe konuşamamaktadır. Fakat Türk olduklarının farkındadırlar. Türkmenler, Suriye’de Araplardan sonra en kalabalık etnik gruptur. Türkmenlerin büyük çoğunluğu sünni olmakla birlikte az sayıda da olsa Alevi Türkmenler de bulunmaktadır. Yoğunluk olarak Halep, Humus, Hama, Lazkiye, Golan Tepeleri, Şam, Dara ve İdlib gibi önemli şehirlerde ve bu şehirlere bağlı köylerde yaşamaktadırlar. Halep’in şehir merkezinde ve vilayete bağlı yaklaşık 150 Türkmen köyü bulunmaktadır. Bu köyler doğuda Celavlus sınırından başlayıp Azez ve Afrin’e kadar uzanır. Humus’un merkezinde ve yaklaşık 60 köyde Türkmenlerin ikamet edildiği bilinmektedir. Yine Lazkiye ve çevresinde Bayır Bucak Türkmenleri olarak bilinen yaklaşık 70 Türkmen köyü yer almaktadır. Ayrıca Türkmenlerin yaşadığı Golan tepelerinde 20, Rakka’da 12, Hama’da 10, Tartus’ta 6, İdlib’te 5, Dara’da 5 ve Şam kırsalında 4 köy bulunmaktadır. Ancak Golan Tepelerinin işgal edilmesinden sonra orada yaşayan Türkmenlerin büyük bir çoğunluğu köylerini terk ederek Şam merkeze ve kenar mahallelerine yerleşmiştir. Ayrıca Halep, Hama, Humus, Rakka gibi yerleşim yerlerinin yanı sıra Hama’ya bağlı Akrab, Talaf ve Humus’a bağlı Kafr Ram, Houla, Tartus’ta El Mitras, İdlib’te Hafsar, Kastav, Beyt Mılık, Ras el Ayn, Nisibin ve Kuneytire gibi yerleşim yerleri de Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerdir. Afrin ve Ayn al Arab’da Kürtlerle birlikte yaşayan Türkmenler, Kafra, Şumarin, Türkmen Bahir, El Sarid Doğaniye gibi çevrelerde çoğunluk göstermektedir. Örneğin Azez ve Afrin arasında azımsanmayacak sayıda Türkmen köyü yer almaktadır. Suriye’de şehir merkezlerinden başka 523 tane Türkmen köyü olduğu Suriye Türkmenleri tarafından belirtilmektedir.

Suriye Kurulurken Türkmenlerin Yaşadıkları Yerler ile İlgili Statü

Suriye’nin sınırları I. Dünya savaşı sonrası İngiltere ve Fransa tarafından belirlenmiştir. İngiltere ve Fransa 1916 yılında aralarında yaptıkları ve diğer ülkelere de kabul ettirdikleri Sykes-Picot Anlaşması’na göre Suriye’nin önemli bir kısmı Fransa’ya bırakılmıştır. Ayrıca Musul’un üzerinde Fransız nüfuzu da kabul edilmiştir. Ancak İngiltere 8 Kasım 1918 tarihinde Musul’u fiilen işgal etmiştir. Bu işgale orada görev yapan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa ve o dönemde Sadrazamlık yapan Ahmet İzzet Paşa’nın çekingen siyaseti neden olmuştur. Çünkü 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nde Musul ile ilgili hiçbir madde bulunmaz iken ve Sadrazam Ahmet İzzet Paşa bu durumu açıkça Ali İhsan Paşa’ya gönderdiği cevapta belirtmişken, Ali İhsan Paşa’nın mütarekenin bozulmasına sebep olacak hareketlerden kaçınmak adına Ahmet İzzet Paşa’nın da onayı ile bölgeden çekilmesi önemli bir hata olmuştur. Bu fiili durum ile ilgili İngiltere, Eylül 1919 tarihinde Fransa ile bir anlaşma yapmış ve Nisan 1920 tarihinde San Remo’da Fransa’ya Musul’daki durumunu kabul ettirmiştir. Fakat İngiltere’nin bu oldubittisini Türkiye’de oluşan yeni yönetim kabul etmemiştir. Çünkü 1918 yılı başlarında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson tarafından açıklanan Wilson prensiplerinin 12. maddesine göre Osmanlı coğrafyasının Türk olan kısımlarına kendi kendini idare etme hakkı veriliyordu. Türkiye, sonra Misak-ı Milli olarak adlandırılacak olan metinde de belirtilen milli sınırlarını çok önceden Osmanlının Türk olan kısımlarına göre belirlemiştir. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye coğrafyası da ilk hazırlanan Misak-ı Milli haritasında yer almıştır. Atatürk’ün 3 Kasım 1918 tarihinde 2. ve 7. ordulara gönderdiği emirde bunu açıkça belirttiği görülmektedir. Bu emrin 1. maddesinde; Suriye hududu Suriye Vilayeti’nin kuzey hududu telakki edilmelidir. Bu hudud Lazkiye kuzeyinden Hanşeyhun güneyinden geçerek doğuya doğru uzanır. denilmiştir. 2. maddede; İskenderun, Antakya, Cebel Seman, Kilis havalisinin Türklerle meskun olduğu ve Halep havalisinin ¾’nün Arapça konuşan Türkler olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas ittihaz edilmelidir. Görüşünü ortaya koyan Atatürk bu bölgenin Türk vatanının bir parçası olması gerektiğine vurgu yapmıştır. Daha sonra Halep bu haritadan çıkarılsa da Musul yani Kuzey Irak, 17 Şubat 1920 tarihinde Son Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilen ve daha sonra Türkiye’nin dış politikasının temel argumanı haline gelen Misak-ı Milli içerisinde bulunmuştur. Türkiye bu konuda gerekirse halk oylamasına gidilmesi gerektiğini de temel bir tez olarak savunmuştur.
Türkiye Suriye sınırı ile ilgili Fransa ile yapmış olduğu görüşmeler neticesinde 20 Ekim 1921 tarihinde iki ülke arasında Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 7. Maddesinde İskenderun bölgesi için özel bir yönetim kurulması, Türk kültürünün gelişmesi için her türlü kolaylığın sağlanması, Türk dilinin resmi dil olması kabul edilmiştir.
9. madde de ise, Süleyman Şah’ın Caber Kalesi’nde bulunan mezarı Türkiye toprağı olarak kalacak ve Türkiye orada koruyucu bulundurabilecek denilmiştir. Bu madde ile aslında doğal Türkmen bölgesinin tespiti yapılarak Kuzey Suriye’de Türkiye’nin varlığı da kabul edilmiş oluyordu.
Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesinde, 20 Ekim 1921 tarihli antlaşmaya atıf yapılarak Türkiye Suriye sınırının buna göre çizilmesinde tekrar anlaşılmıştır.
Türkiye Lozan Antlaşması’nda belirlenen statüye her zaman sadık kalmıştır. Ancak Fransa’nın 1936 yılında Suriye’den çekilmesi üzerine Türkiye İskenderun Bölgesi’nde tıpkı Suriye’ye verildiği gibi bağımsızlık verilmesini istemiştir. Türkiye ile Fransa arasında yapılan görüşmeler neticesinde 3 Haziran 1938 tarihli anlaşma ile Türkiye 2500 kişilik kuvvetini bölgeye göndermiş, 4 Temmuz 1938 tarihli anlaşma ile de bölgede serbest seçimlerin yapılması kabul edilmiştir. Yapılan seçimleri Türkiye’nin adayı Tayfur Sökmen kazanmıştır. 29 Haziran 1939 tarihine kadar Bağımsız Hatay Cumhuriyeti devam etmiş, bu tarihte Hatay Meclisinin aldığı kararla ve Türkiye’nin bunu 29 Temmuz 1939 tarihinde kabul etmesi üzerine Hatay Türkiye’ye katılmıştır. Ancak Kuzey Suriye’de bulunan Türkmenler Suriye sınırları içerisinde kalmıştır.
Musul ise Lozan Antlaşması görüşmelerinde şiddetli tartışmalara konu edilmiş ve Lozan Antlaşması’nda bu konu çözülememiş, 3. Maddede; Türkiye ile Irak arasındaki sınırın anlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren 9 ay içerisinde Türkiye ile İngiltere arasında görüşülerek çözüme kavuşturulacağı, Anlaşmaya varılamazsa konunun Milletler Cemiyeti’ne götürüleceği konusunda anlaşılmıştır.
Görüldüğü üzere gerek Kuzey Irak ve gerekse Kuzey Suriye ile ilgili Wilson Prensiplerinin 12. Maddesinde açıkça yer almasına rağmen plebisit yapılmamıştır. Bölge halkının istekleri dikkate alınmamıştır. Bölgede o tarihlerde çizilen sınırlar tamamen İngiltere ve Fransa’nın bölge ile ilgili aralarında kendi çıkarları ekseninde yaptıkları anlaşmalara göre belirlenmiştir. Milletler Cemiyeti de bunu kabul etmiştir. Zaten Milletler Cemiyeti’nin Nizamnamesinin 22. Maddesi doğrudan doğruya mandaterliğe ayrılarak İngiltere ve Fransa gibi devletlerin kontrollerine hukuki zemin yaratıyordu. Bu çerçevede 24 Nisan 1920 tarihinde San Remo Konferansında Irak için İngiltere’ye, Suriye için Fransa’ya mandaterlik hakkı kabul edilmiştir.
Suriye Türkmenleri ile ilgili Türkiye’nin Suriye ile yapmış olduğu 23 Haziran 1939 tarihli anlaşmanın 9. Maddesinde Türkiye ve o zamanki muhatap Fransa’nın Suriye topraklarında iki komşu ülkenin güvenlik ve rejimlerine karşı hareketlerin önlenmesi için her türlü tedbirin alınması belirtilmiştir. 30 Mart 1940 tarihli Türkiye-Suriye Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesinin 7. Maddesinde İki ülkenin sınır bölgesinde genel düzenin ve güvenliğin sağlanması üzerinde durulmuş ve 50 Km lik bir sınır derinliği için bu durumun geçerli olduğundan bahsedilmiştir. Ayrıca Nusaybin Çobanbeyli arasındaki demiryolunun kullanan transit yolcular için vize uygulaması da kaldırılarak bu bölgede yaşayanların hayatları kolaylaştırılmıştır. Yine sınırın beş kilometrekarelik kesiminde yaşayanlar bu alan içerisinde iki taraftaki malları ile ilgili tasarruf yapma hakkı verilmiştir. Bu gerçek bugün Türkiye’nin tartıştığı güvenlik ekseniyle uyuştuğu gibi bu bölgede yerleşim açısından Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı gerçeği ile de uyuşmaktadır. Türkiye ile Suriye arasında 28 Temmuz 1973 tarihinde imzalanan Kültür Anlaşması ile iki ülke birbirlerinin tarih ve edebiyatını okullarında öğretmek için gayret gösterecek, öğretmen değişimi yapacaklar, karşılıklı konferanslar düzenlenecek, gibi başlıklarla iki ülkenin değerlerini öğretilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede 1984, 1985 ve 1986 yılarını kapsayan programlar hazırlanmıştır. Bu programlar çerçevesinde öğretim üyesi değişimi, karşılıklı öğrencilere burs verilmesi, kütüphanelerin karşılıklı yardımlaşması gibi birçok konuda uygulamalar yapılmıştır.
1987 ve 1992 yıllarında PKK’nın Suriye’de faaliyetlerini engelleyeceğine dair Suriye-Türkiye arasında protokoller imzalanmış ancak Suriye bu protokollere uymamıştır. 1998 yılında Türkiye-Suriye arasında imzalanan Adana mutakabatı ile yeni bir süreç başlamış ve 2000 yılında Beşar Esed’in Suriye Devlet Başkanı olması ile bu süreç olumlu bir aşamaya taşınmıştır. İki ülke arasında oluşturulan ortak güvenlik komitesi kurulması ve karşılıklı ziyaretlerin devam etmesi, iki ülke arasında olumlu bir süreci başlatmıştır. Hatta iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturulmuştur. Ancak 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş ile birlikte Türkiye-Suriye arasındaki ilişkiler bozulmuş, iki ülke yeniden karşı karşıya gelmişlerdir.

Suriye Türkmenlerinin Günümüzde Stratejik Hataları

Suriye Türkmenleri aslında 2011 yılında başlayan bu iç savaşta taraf olmamışlar ve El Kaide, El Nusra, IŞİD PYD ve diğer terör örgütleri ile de hiçbir şekilde işbirliği içine girmemişlerdir.
Hatta kendi silahlı güçlerini oluşturarak, Mütareke Döneminde(1918-1922) Şam, Halep, Humus, Lazkiye, Trablusşam, Kuneytra, Baalbek illeri ve Kilis Kuvayı Milliyesi’ne bağlı olarak ta Hassa, Reyhaniye, Beylan ve Menbiç kasabalarında Kuvayı Milliye adına teşkilatlandıkları gibi emperyalist güçlere karşı milli mücadelelerini başlatmışlar, siyasal anlamda Suriye’nin geleceğinde hak sahibi olduklarını ve Suriye’nin yeniden yapılandırılması durumunda yukarıda belirttiğim Suriye’nin Türkmen coğrafyasında Anayasal anlamda haklarını istediklerini ortaya koymuşlardır.
Fakat Türkiye’nin yönlendirmesi içerisinde kendi siyasal kimliklerini bir kenara bırakarak rüzgarın götürdüğü yere doğu sürüklenmeye başlayınca; Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türkiye’nin de dahil olduğu koalisyon güçlerinin bir projesi olarak oluşturulan; Özgür Suriye Ordusu(Daha sonra adı Suriye Milli Ordusu Oldu.) içerisin de Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma adına yer alınca; bir taraftan kendi siyasal kimliklerini yitirdiler. Diğer taraftan bu oluşturulan sunni koalisyon içerisinde yer almakla; çok yönlü bir hedef haline dönüştüler.
Çünkü bir taraftan ABD ve Müttefikleri bu yapılanmayı siyasal islamın bölgede iktidarı olarak gördükleri için kabul etmemekte ve mutlaka etkisizleştirilmesi gereken bir unsur olarak görmekte,
Diğer taraftan Rusya, İran ve Suriye merkezi yönetiminin doğrudan hedefi haline gelmekte,
En önemlisi ise Arap ülkelerinin bu siyasal yapılanmayı kendi ülkelerinin yönetim yapısına etkisi olacağı için düşman olarak ilan etmekteler.
Bu nedenle de ABD ve Müttefikleri bu süreçte bu yapıdan uzaklaşmışlar, eğit-donat projesinden vazgeçmişler ve en önemlisi de Rusya’ya karşı bu yapıyı savunmasız bırakmışlar hatta el altından anlaşarak Rusya’yı Fırat’ın batısında serbest bırakmışlardır.
Bunun sonucu olarak Türkmenler; Irak Türkmenleri örneğinde olduğu gibi savunmasız kalmışlardır.
Hatta Türkiye ile Rusya arasında yaşanan uçak krizi nedeniyle Türkmenler Rusya tarafından acımasızca bombalanmış, binlerce Türkmen katledilmiş, toprakları elinden alınmıştır.
Diğer yandan Batılı ülkelerin Erdoğan yönetimini zora sokmak hatta ortadan kalkmasına yardımcı olmak amacıyla, PKK/PYD/YPG terör örgütlerini destekledikleri sahada görülmüştür.
Türkiye’nin Suriye sınırı terör örgütlerine teslim edilmiş ve burada yaşayan Türkmenler evlerinden kovulduğu gibi nüfus kayıtları da tıpkı Kerkük’te olduğu gibi değiştirilmeye başlanmıştır.
Günümüze geldiğimiz zaman Türkiye’nin Fırat’ın batısına 3 askeri operasyon, Fırat’ın doğusuna 1 askeri operasyon yapmasına ve fiilen Kuzey Suriye’de bulunmasına rağmen Suriye Türkmenlerinin ne coğrafi bir çerçevesi nede siyasi bir statüsünden bahs etmek mümkün değildir.
İhvan belirleyici bir şemsiye olarak ortaya çıkmış ve Türkmenlerin milli kimliği de Türkmen liderlerin vizyonsuzluğu nedeniyle ciddi anlamda sunni kimlik içerisinden erimiştir.
Oysa ki Türk kimliğinden uzaklaşmanın en büyük acısını Türkmenler çekmiş, Suriye’de yaklaşık 2 milyon Türkmen bugün Türk olduklarının bile farkında değiller.
Ayrıca ileride oluşacak Anayasal sistem içerisinde Suriye’de ikinci etnik grup olmalarına rağmen belirleyici bir aktör olarak yer alamayacakları da ortadadır.

Prof. Dr. Selçuk DUMAN

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir