Rusya’yı güneyden ve batıdan çevirmeyi, İran’ı kuzeyden kuşatmayı ve ve enerji havzasını kontrol etmeyi amaçlayan ABD, 1936 tarihli Montrö Sözleşmesiyle Karadeniz’de yabancı savaş gemisi bulundurulması sınırlandığı için Dünyada giremediği tek deniz olan Karadeniz’e girmek istemektedir. Karadeniz’de ABD kontrolünde bir NATO gücünün varlığı Rusya’yı rahatsız etmekte olduğundan sular giderek ısınmaktadır.
ABD’nin Türkiye ve Yunanistan arasında dengeyi gözeten tutumu bir tarafa bırakıp Yunanistan’da askeri yığınak yapması, Bulgaristan ve Romanya gibi Karadeniz’e kıyısı olan Balkan ülkelerine yaptığı askeri yığınak da düşünüldüğünde Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Avrupa’da kuşatılmak istenen asıl gücün Rusya olduğunu gösteriyor. Balkanlar, Akdeniz, Karadeniz ve Orta Doğu operasyonlarına ve Arap Natosu gibi söylemlerine bakacak olursak, ABD’nin Türkiye’ye karşı samimi bir müttefiklikten bahsetmesinin zor olduğu da görülmektedir.
Yunanistan ile 1990’da imzaladığı askeri iş birliği anlaşmasını yenileyip genişleten ABD Türkiye sınırındaki DEDEAĞAÇ ÜSSÜ ve Girit Adası’ndaki SUDA ÜSSÜ başta olmak üzere Yunanistan’daki askeri varlığını genişletme hakkını elde etti. Atina Yönetimi, ABD ile iş birliğini Doğu Akdeniz’de Yunan çıkarları doğrultusunda avantaja çevirmek istediği ve aleyhimize kullandığı çok açık.
ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi Pyatt, NATO’nun Doğu Avrupa ve Karadeniz’e müdahalesi bakımından Dedeağaç’taki üsse büyük önem verdiklerini söylüyor. Dedeağaç üssü, her ne kadar Türkiye sınırında olsa da asıl olarak ABD ve NATO’nun boğazları kontrol edip Karadeniz ve Doğu Avrupa’da Rusya’yı kuşatmasına hizmet ediyor. Modernize edilen Girit’teki üs ise, Doğu Akdeniz ve Ege’de kontrolü sağlamak ve Rusya’nın buradaki hareket alanını sınırlamak amacını taşıyor.[1] ABD’nin Eski Avrupa Kuvvetleri Komutanı Emekli Korgeneral Ben Hodges, NATO üyeleri arasında zaman zaman anlaşmazlıklar olabileceğine dikkat çekerek bu durumun ABD’nin Yunanistan’daki hamlelerinin Rusya ve Çin’in bölgede nüfuzlarını arttırma girişimine karşı olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini vurguluyor.
Karadeniz’in kuzey batısındaki Doğu Avrupa’dan, Karadeniz’in güneydoğusundaki Kafkaslar’a kadar tüm bölgeyi denetim altında tutmak isteyen ABD, 1936 tarihli Montrö Sözleşmesini delerek, 21 gün ve 15 bin ton sınırının kaldırılmasını ve Karadeniz’de sınırsızca bulunmayı istiyor. 126 emekli büyükelçinin ve ardından 104 emekli amiralin Montrö konulu uyarısı, “darbecilik” tartışmasına boğuldu! Oysa normal bir ülkede, ülkenin uluslararası bir sözleşme konusundaki en kıdemli ve en deneyimli 230 asker ve diplomatı o sözleşme konusunda bir riske dikkat çekiyorsa, o ülkede iktidarıyla ve muhalefetiyle herkes o dikkat çekilen konuya odaklanmalıydı.[2] Fakat bu önemli konu iç siyasete kurban edildi.
ABD’nin Karadeniz’e çıkaracağı NATO filosuyla özellikle Mavi Akım ile buna paralel kurulacak petrol hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı ve muhtemel diğer enerji kanallarını kontrol altına almak istediğini düşünen Ankara, Washington’un, ayrıca, Karadeniz’e kuvvet çıkararak, Romanya ve diğer ülkelerle süren üs kurma görüşmeleri kapsamında Rusya ile Avrupa arasına tampon bir bölge oluşturmayı amaçladığını düşünüyor.[3]
ABD yönetiminin iki hedefi var: Almanya-Rusya enerji iş birliği ile Türkiye-Rusya enerji ve siyasi iş birliğini kesmek…
Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirebileceği konuları kullanan ABD, Rusya’nın “şeytanlaştırılıp” Avrupa Birliği (AB) ve NATO için “resmi düşman” ilan ederek ve Ukrayna cephesi üzerinden Avrupa ile Rusya’yı karşı karşıya getirerek hedefine ulaşmaya çalışıyor. Böylece AB’yle ilişkileri düzeltmek adı altında Avrupa’yı yeniden yedeğine almak istiyor.[4]
Ukrayna merkezli Rusya-NATO gerilimi ve Karadeniz’de artan askeri hareketlilik önemli olup Montrö Sözleşmesi, ABD’nin bölgeyle ilgili planlarına engel teşkil etmektedir. Fakat muhafaza edilmesi Türkiye’nin güvenliği için daha büyük önem arz etmektedir.
Süheyl ÇOBANOĞLU
RUBASAM Bşk.V.