KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Sinan ATEŞ: Türkiye-AB İlişkileri ve Geleceğe Bakış

Sinan ATEŞ: Türkiye-AB İlişkileri ve Geleceğe Bakış

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
327 0

Türkiye, AB ile belirleyeni, gündemi yoğun uzun ve karmaşık bir geçmişe sahiptir. AB’nin öncülü olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun 1957 yılında kurulmasının akabinde Türkiye, 1959 yılında bu topluluğa üye olmak için başvuruda bulunmuştur. 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık çatısı oluşturdu. Bu antlaşma 12 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 12 Eylül 1980 Darbesi AET ile Türkiye arasındaki ilişkilerin dondurulmasına yol açmıştır. 1983 yılında çok partili seçimlerin yapılması üzerine Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler yeniden canlanmış, 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Avrupa Birliği’yle bütünleşmenin ilk aşaması olarak Türkiye 1 Ocak 1996 tarihinde Avrupa Birliği Gümrük Birliği’ne girmiştir.
2000’li yıllarda katılma sürecinde bir ivmelenme gözlenmiştir. 2004 yılında üye ülkeler, Türkiye ile müzakerelerin 2005 yılında başlamasına karar verdiler. Bu sürecin ne zaman tamamlanacağına dair net bir tarih belirlenmemiştir. Türk hukukunun AB hukuku ile uyumlulaştırma sürecine dair öngörüler gereği 2013 yılı Türkiye tarafından öngörülmüşken AB bunu reddetti. İlerleyen yıllarda gerçekleşen ulusal ve uluslararası meselelerin nihayetinde ise AB ile üyelik süreci kesilme noktasına gelmiş, katılım müzakereleri fiilen durmuştur.
Geriye dönük bakacak olursak Türkiye’nin AB tercihi tarihsel olarak belirlenmiş bir patika bağımlılığının ifadesidir. Geç Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet’in modernleşme izleği Avrupa’dır. Türkiye, kendi geleceğini batı bloğu içerisinde görmüştür. Bu tercih aynı zamanda bir zorlamanın basıncından da etkilenmiştir. Tarihsel olarak Rus ve Sovyet yayılmacılığına karşı Türkiye’nin tek çıkar yolu olarak batı ittifakı görülmüştür. Bununla birlikte kategorik olarak da Türk aydınları, Avrupa siyasal düzenini ve toplumsal kompozisyonunu modern insanlık aleminin değerleri olarak yorumlamıştır. Bu toplumsal ve siyasal kompozisyon bir bütündür. Hür bireyi inşa ederken aynı zamanda da çoğulcu, demokratik ve parlamenter bir siyasal dizgeyi gereksinir. İnsan haklarına saygılı ve sosyal devlet esasına bağlı böyle bir düzen, Türk aydını tarafından hür dünyanın bir gereği olarak anlaşılmıştır.
Ele aldığımız bu tarihi, hukuksal ve ideolojik arka planı ile birlikte Avrupa Birliği’ne üye olma hedefi Türkiye’nin uzun yıllardır gündemindedir. Avrupa Birliği’nin Brexit süreci ile parçalanma tehdidini yaşadığı günümüz momentinde Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusu, bulunduğu coğrafya itibari ile barışı tesis etmeye mütemayil unique jeopolitiği, ekonomik pazarı daha kompakt bir hale getirebilecek mal ve hizmet arzı büyük bir imkan olarak AB’nin önünde durmaktadır.
Türkiye, bulunduğu coğrafya ile bütünleşen tarihsel ve sosyolojik kimliği ile çevre ülkelerin stabil bir karakterde barış içinde yaşamasını sağlayacak bölgesel bir güce sahiptir. Bu gücünü kullanmadığı- kullanamadığı takdirde çevre ülkelerde gerçekleşen hadiselerin bütün dünyanın dengesine nasıl etki ettiği yakın dönemlerde gerçekleşen Arap Baharı sürecinde net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kafkasya sürekli olarak kriz potansiyeli taşımaktadır. Karadeniz’de Rusya’nın hukuk dışı ilhakı ile Ukrayna dolayımlı bir gerginlik hali mevcuttur. AB bu sorunlara ilişkin yerinde politikaları ancak Türkiye’nin eşit ve saygıdeğer ortaklığı ile sağlayabilir. Türkiye’nin güçlü ve stabil demokrasi olarak AB üyeliği enerji akışının düzenlenmesinden daha geniş bir ticaret hacmine ulaşmasına kadar AB için yüksek menfaatlere sahiptir. Ayrıca Avrupa’da son dönemde artan ırkçılık ve İslamofobi’nin en etkili panzehri, İslami kimliğiyle mündemiç bir ülke olan Türkiye’nin AB’ye üyeliğidir.
Ele alınan sebeplerle birlikte düşünüldüğünde Türkiye- AB ilişkilerinin güçlü ve eşit ortaklık sonucuna ulaşması, bütün bileşenlerin menfaatinedir. Bu menfaatleri değerlendirirken Türkiye’nin birliğe üyeliği için vazgeçmesi beklenen çıkarlarından uzaklaşması ise mümkün değildir. AB, üye ya da üyelik potansiyeli taşıyan bir ülkenin milli menfaatlerinin hilafına hareket etmemelidir. Bu menfaatlerin üye ve aday ülkeler arasında bir çatışmaya yol açtığı durumlarda ise taraf olmak yerine çözüm bulmak zorundadır. Bölgenin barış ve sükunu ancak bu yolla sağlanabilir. Bu minvalde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de egemenlik haklarından kaynaklı doğalgaz arama faaliyetlerini komşu ülkelerin egemenliğine karşı tehdit olarak sunmak yerine AB, bütün paydaş ülkelerin menfaatini maksimize eden bir çözüm yolu bulmalıdır.
Kıbrıs, Türk milletinin egemenlik haklarının bir parçasıdır. Adadaki Türk varlığı hiçbir surette ortadan kaldırılamaz. İki devletli çözümün dışında bir çözüm yolu kalmamıştır. Yine belirtmek gerekir ki AB Yunanistan’ın Ege’deki taşkınlıklarını dizginlemek zorundadır. Son olarak belirtmek gerekir ki bütün bu çatışmaların da üzerinde AB’nin bir hususta mutlak surette politikasını değiştirmesine ihtiyaç vardır. AB, Türkiye’nin iç işlerine müdahale eder tavrını bir kenara bırakmak zorundadır. Türkiye, egemen ve bağımsız bir ülkedir. Türk milleti de bağımsızlık karakteri çok güçlü bir millettir. AB’nin mevcut tutumu Türk insanın AB’ye karşı bakış açısını yüksek oranda değiştirmiştir. Kamuoyu araştırmalarına yansıyan oranlar vatandaşlarımızın AB’ye karşı bakışlarındaki yükselen menfiliği göstermektedir. AB ve üye ülkeleri bir an önce Türkiye’nin egemenliğini tehdit eden terör örgütlerinin gönüllü koruyuculuğundan vazgeçmelidir. Aksi takdirde bünyesinde beslediği terör odaklarından en büyük darbeyi de yine bu ülkeler yiyecektir.
Bütün bu tarihsel arka planı ve siyasal konjonktürü değerlendirdiğimizde belirtmek gerekir ki Türkiye’nin menfaatleri AB’ye eşit, onurlu bir üyelik lehindedir. Bu imkanın yaşatılabilmesi için AB üyelerinin dışlayıcı bakış açılarından kurtularak Türkiye ile birlikte daha adil ve daha refahlı bir geleceği tahayyül etmesinde fayda vardır.
Doç Dr Sinan Ateş, Hacettepe Üniversitesi Öğretim üyesi

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir