Yakın Doğu’daki siyasi durum açısından Rusya-Türkiye ilişkileri hep büyük bir önem taşımıştır ve hala da taşımaktadır. Bu yüzden Ermenistan eski Cumhurbaşkanı M. Minahoryan’ın Rus Arşivi’nde (32-33 numaralı kitaplar) yayımlanan “Rus-Türk İlişkileri” adlı makalesinde belirttiği üzere, Yeni Rusya ve Yeni Türkiye arasındaki tarihsel ilişkileri bilmek önemlidir.
Sıkı bir dostluk ve karşılıklı samimiyet Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilere damgasını vurmuştur. Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Yüzyıllar boyu Güney Denizinde bir çıkış yolu arayan, Türkiye’ye karşı savaşan, Boğazlar ile İstanbul meselelerindeki tavrından (ki politikasının en nihai hedefi buydu) asla vazgeçmeyen ve mümkün olabilecek her şekilde Türkiye’nin zayıflaması için çalışan Rusya’nın politikasında böyle bir değişikliğe ne sebep oldu? Acaba eski Rusya’nın çıkarları yok mu oldu veya yeni devlet adamları bu çıkarların ülkeleri için ifade ettiği anlamı anlamıyorlar mı? Minahoryan makalesinde; Karadeniz’in müthiş ekonomik, askeri ve stratejik öneminin sonucu olarak Sovyetler Birliği dönemindeki çıkarların Çarlık Rusya’sı zamanındakiyle aynı olacağını belirtiyor. Sovyet devlet adamlarının güttüğü siyaset ulusalcı ve devletçi bir yapıdadır. Yalnızca yabancı devletleri işgal ve savunma şekilleri değişti: Sovyetler Birliği bu politikasını komşu ülkelere destek verme politikasıyla değiştirdi. Bu şekilde, Rusya’nın Türkiye’deki çıkarlarını savunma şekilleri tersine döndü. Savaştan önceki Rusya Türkiye’de Hristiyanlara veya merkez-kaç kuvvetlere yönelikti, Türkiye’yi bölüp Anadolu’yu, Boğazlar ve İstanbul’u ele geçirmek istiyordu, oysa yeni Rusya Türklerin ta kendisine ve Türkiye’ye yöneldi, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumaktan yana oldu.
Rus-Türk dostluğunun başlangıcı, barış müzakerelerinde Türkiye’ye Ermenistan’daki Türk topraklarının yeniden gözden geçirilmesine dair verilen sözün yer aldığı Brest-Litovsk Antlaşması’na dayanır. Kemalist hareket süresince büyük ortak çıkarların varlığından dolayı pekişen dostluk dolaylı bir askeri ittifaka bile dönüşmüştü. Bu dönemde İstanbul ve Boğazları işgal ederek Karadeniz’in sahibi olan Müttefik kuvvetler Sovyet hükümetine büyük zorluk çıkarmaktaydı. Mücadeledeki olası müttefikler arasında Sovyet hükümeti yalnızca, Anadolu’da o dönemde Yunanlılara ve müttefiklere karşı ulusal ve bağımsızlıkçı hareketlerini başlatmış olan, Türklerin yardımına güvenebilirdi.
Ulusalcı Türklerle güçlerini birleştiren Rus yöneticileri Türklerin sosyalizmine aldırmıyordu. Zinovyev 1920’de Bakü’de düzenlenen Doğu Halkları kongresinde “Biliyorsunuz yoldaşlar, Sovyet hükümeti Türkiye’de Mustafa Kemal’e yardım ediyor, komünist hareketi bir an olsun unutmasak bile.” Böylece 15 yıl önce, tıpkı şimdi yapılan Fransız-Rus ve Çekoslovak-Rus anlaşmaları benzeri şeyler oluyordu. Yaptıklarının tamamen bilincinde olan, şimdikine benzer nedenlerden (ülkelerini savunma ihtiyacı) ilham alan Sovyet devlet adamları çok farklı bir rejim ve yapılanmaya sahip bir devletle ittifak yapma yoluna gidiyorlardı. Her iki taraf da 15 yıl süren bu ittifak ve dostluktan şikâyet etmedi. Büyük ölçüde Sovyet hükümetinin askeri ve manevi alanda yaptığı eli açık yardımlar sayesinde Kemalist hareket tutunabilmiş, kolayca Ermeni bölgeleri, Boğazlar ve İstanbul’u yeniden ele geçirebilmiştir.
Rus-Türk dostluğu, Moskova’da 1921 yılının mart ayında imzalanan ittifak ve kardeşlik paktı ile müttefiklik şekline kavuşmuştur. O dönemde Ankara hükümeti Avrupa için sadece bir “Anadolu eşkıya çetesini” ifade etmekteydi ve bu pakt yeni Türkiye’nin ilk tanınışıydı. İki ülke arasındaki dostluk ilişkilerinin gelişmesi 1925 antlaşmasına götürdü. Bu antlaşmanın ikinci maddesine göre sözleşmeyi yapan taraflar birbirine karşı saldırı yapmaktan çekinecekti”; diğer tarafa karşı yapılan hiçbir ittifaka, konvansiyona ve düşmanca eyleme katılmayacaktı.
İşgal politikasını Türkiye’yi savunma politikasıyla değiştiren Sovyetler Birliği bu ülkenin zayıflaması değil tam aksine güçlenmesiyle ilgilendi ve bu politikasını sürekli ve uyumlu bir şekilde uyguladı. Bu bakımdan Yeni Türkiye’nin Rus sınırına (Kafkasya) komşu bölgelerinde demiryolları inşa etmek büyük önem taşımaktaydı. Eski Rusya bu bölgelerde demiryolları inşası fikrine karşı çıkıyordu, çünkü Kafkas sınırları için buraları tehlike olarak gösteriyordu, oysa gerçekte Doğu Anadolu korunmasız bırakmak istiyordu. Sovyet Rusya’nın yardımıyla Türkiye’de demiryolu ağı inşası öncelikle İstanbul ve Boğazları Kafkasya ve Rusya’ya bağlamak, daha sonra Karadeniz’de savunma kapasitesini artırmak ve son olarak da Avrupa Türkiye’sinin batısıyla Doğu Anadolu’nun verimli tarım topraklarını birleştirmek içindi. Bu ise Türk demiryollarını iki katına çıkarmak demekti. Bu çalışmaların büyük bir çoğunluğu zaten bitmişti. Sametsi-Sivas-Erzurum ile Cahim-Han-Zonguldak hatlarının özel bir önemi vardı. Ama yeni demiryollarının inşasında en anlamlı Ankara, Yahşihan, Sivas, Erzurum, Kars, Arpa-Çayı (sınır), Leninakan (Sovyet Ermenistan’ı), Tiflis vs. güzergâhıyla Rus Kafkasya’sı ve Moskova’nın İstanbul’la bağlantısıydı. Bu yolların sadece stratejik değil iki ülkenin ilişkilerine kattığı perspektif bakımından ekonomik anlamı da vardır.
Sovyetler Birliği Türkiye’ye boyun eğdirmek amacında değilmişçesine yardım etti. Sovyetler Birliği, Türk lirası 1929’da müthiş bir değer kaybına maruz kaldığında Türkiye’nin ekonomik güçlenmesine katkı sağlamak için finansal yardımda bulundu. Liranın sabitleşmesi için Türkiye’ye gelecekteki ticari harcamaların dengi olarak 1 milyon 600 bin dolar verdi. Ocak 1934’te Türkiye’ye sanayileşmesi için 8 milyon dolarlık altın kredisi açtı. Sovyetler Birliği bu sanayileşme hamlesinde aktif rol aldı. “Turkostroj” isminde özel bir Sovyet mühendis ve iktisatçı komisyonu sanayileşme planını uyguladı. Bu komisyonun projesine göre, Kayseri’de dev bir pamuk imalathanesi oluşturuldu. Tüm montaj işlerini Sovyet fabrikaları yaptı. Burada çalışacak kalifiye işçilerin eğitilmesi için pek çok Türk işçi grubu Moskova’ya gönderildi. Şu an Nazilli’de buna benzer bir fabrikanın yapımına başlandı. Son zamanlarda ise Sovyet Rusya metal sanayide kullanılacak makinelerden tedarik etmesi için Türkiye’ye yeni bir kredi açtı.
İki ülkenin dayanışması sadece ekonomik alanda gerçekleşmiyor, ayrıca kültürel alanda da oluyor. Türk dilbilimci, tarihçi ve tarım bilimcilerle ortaklaşa çalışan Rus bilim adamlarının aktiviteleri arasında Profesör Zukovski’nin Türk bitkileri üzerine detaylı bir şekilde hazırlamış olduğu eseri hatırlatmak gerekir.
Türk havacılığının gelişimi bakımından iki Rus eğitici Türkiye’ye gönderilmiştir. Şimdi öğrencileri pilotluk ve paraşüt kullanımı eğitimlerini tamamlamak üzere Kırım’a gelmişlerdir. Bir ülkeden diğerine karşılıklı ve daimi bir tören ziyaretleri, çeşitli sosyal ve kültürel konferanslara katılımlar, konser ve sanat sergileri organizasyonları Rusya ve Türkiye arasında dostane ilişkilerin geliştiğini göstermektedir. İki ülkenin devlet adamları sıklıkla bu ilişkilerden bahsetmişlerdir. Örneğin İsmet Paşa 1934’te Büyük Millet Meclisi’nde şunları söylemiştir: “Sovyetler Birliğiyle ilişkilerimiz konusunda daimi bir şekilde dostluk ve güven politikamıza devam ediyoruz. Hayranlık uyandıran fikir kimliğimiz ve iki ülke arasında sıkı bir dostluğu sağlama girişimlerimiz sevinç verici bir durumlardır”.
Türk-Rus ilişkilerinin doğası üzerine Milli İktisat Bakanı Celal Bayar o yıl temmuz ayında gerçekleştirdiği Moskova ziyaretinde Sovyet temsilcilere hitap ederek “Bizim kadar sizin de arzu ettiğiniz üzere Türkiye’nin ilerlemesi ve kalkınması, daha da güçlü ve gelişmiş olması için çalışıyoruz. Bu doğrultuda çabalarımız daima Rus bilim ve teknik desteğinin tadını çıkardı ve krediler aldı” şeklinde konuştu.
Tüm yaşamsal ve siyasi meselelerimizde hiçbir ön toplantı ve ortak karar olmaksızın öylesine uyuştuk ki, her yerde ve her zaman aynı fikirleri savunduk. Bu durumun ortaya çıkması milletlerin barışı ve ilerlemeleri girişimlerinin dolaştığı bir kaynağa bağlıdır. Bu sıkı bağ başka milletlere örnek olacak dürüst, samimi ve dayanıklı bir politika meydana getirmiştir.
Bu yazı Belgratta yayınlanan Politika gazetesinde çıkmıştır, 12 Ağustos 1935