KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Shujaat Ali Quadri: Hindistan ve Türkiye: Tasavvuf örgüsü ile birbirine bağlı iki büyük ülke

Shujaat Ali Quadri: Hindistan ve Türkiye: Tasavvuf örgüsü ile birbirine bağlı iki büyük ülke

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
333 0

Öldüğümüz zaman, yeryüzündeki mezarımızı aramayın, onu insanların kalplerinde bulun”.
Şu cümleler Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Konya’daki türbesindeki kitabede yazılmaktadır.
En büyük mutasavvıfın sözlerine sadık kalarak, dünyanın her yerindeki insanlar kalplerinin bakımevlerinde onu arıyorlar. Rumi belki de hiçbir yerde bilgeler ve sufiler diyarı Hindistan’daki kadar kalıcı bir yer bulamamıştı. Aslında Mevlâna ve Şeyh Ahmed Sirhindi gibi mutasavvıflar, Hindistan-Türkiye ilişkilerinin semasındaki yıldızlardır. Kadim tarihten modern çağa kadar, tasavvuf köprüsü, dünyanın iki büyük ülkesini bir arada tutmuştur. Türkiye, Yeniden Asya doktrininin bir parçası olarak Hindistan’a yönelik politikasını ayarlarken, Hindistan da iki ülke arasındaki tasavvufi veya manevi bağları vurgulayarak buna karşılık vermektedir.
Çeviri değişimi
Hindistan ve Türkiye arasındaki tasavvufi düşünce alışverişi 13. yüzyılda Delhi Sultanlığı dönemine kadar takip edilebilir. Fakat, Babürler Hindistan’a hükmettiğinde, Osmanlı şehirlerindeki tasavvuf zaviyeleri, Hintli misafirlere düzenli ev sahipliği yaptılar. Sadece mutasavvıflar değil, diplomatlar da iki ülke arasında seyahatlerde bulundu ve bilimsel metinleri tercüme etmek ve halk arasında yaymak için kendi ülkelerine götürdüler.
Kültürel ve politik bakımdan oldukça hareketli bu zaman boyunca, Hindu kutsal metinleri Müslüman Sufiler arasında bilimsel tartışmaya açıldı. Birkaç önemli kutsal yazı ve popüler eser, Sanskritçeden o zamanın iki güç ve bilim dili olan Farsça ve Arapça’ya çevrildi. Çevrilen en dikkate değer eser Hindu epik şiiri Mahabharata idi.
İmparator Ekber bilge saray mensubu Nakib Han’ı bununla görevlendirdi. Nakib Han, eseri Rezmname (Savaş Kitabı) adı ile Farsçaya çevirdi. Bu eserin ardından Rajatarangini ve Ramayana da çevrildi. Benzer şekilde, Mevlâna gibi klasik sufilerin şiirleri ve dörtlükleri Sanskritçe’ye ve daha sonra Hintçe’ye çevrildi.
Mevlâna’nın şiirinin Hintçe’ye çevrilmesinin modern güzide örneklerinden biri, Delhi Üniversitesi profesörü Dr. Balram Şukla tarafından Rumi’nin 100 gazelinin çevirisi olan Nişabd Nupur’dur.
Aslında bazıları Mevlâna’nın en uzun şiirlerinden biri olan İnananlar Tek Ruhtur’un, Sanskritçe metinlerde yer alan anlama çok yakın olduğu için Upanişadlardan esinlendiğini düşünürler.
Tasavvuf-Vedantik etkileşimler, Vahdetü’l-Vücud kavramını doğurmuştur. O zamandan beri bu kavram Güney Asya’daki tasavvuf geleneklerinin olmazsa olmazına çevrilmiştir.
Tekkeler
Güney Asyalı mutasavvıflar Osmanlı Devleti’ne gittiklerinde orada kendi okullarını kurmuşlar ve tekke veya tekiye adı verilen bu mektepler veya tasavvuf merkezleri günümüze kadar rağbet görmüştür. Bu tekkeler Halep’te, Bağdat’ta, İstanbul ve Edirne’de, hatta balkanlarda Sofya (Bulgarıstan) ve Prizren’de (Kosovo) belirgin bir şekilde kurulmuşlardı.
İstanbul’un en bilinen tasavvuf tekkelerinden biri de Üsküdar’da bulunan ve yakın zamanda restore edilen Horhor Tekkesi’dir. Arşiv belgelerine göre, bazı Babür ve diğer Hindistan diplomatik heyetleri, Horhor Tekkesi’nin öneminden haberdar idiler. Tekkenin hazîresine defnedilen İmam Mehmed, Hindistan’daki Meysûr Devleti’nin hükümdarı Tîpû Sultan’ın, İngilizler’e karşı giriştiği mücadelede Osmanlı Devleti’nden yardım almak amacıyla 18.ci yüzyılda I. Abdülhamid’e gönderdiği 300 kişilik elçi heyetinde yer almıştı.
Şeyh Sirhindi veya İmam Rabbani
Türkiye’de en ünlü Hint tasavvuf figürü, İmam Rabbani olarak da bilinen 16. yüzyıl Hint Sufi Ahmed el-Faruk el-Sirhindi’dir. Mektubat-ı Rabbani olarak bilinen mektuplarının toplusu bir tasavvuf şaheseri statüsüne sahiptir ve Türkiye’de hemen hemen her kütüphanede ve tasavvuf tekkesinde bulunmaktadır.
Şeyh Sirhindi’nin Türkiye’de geçirdiği süre veya Türk seyyahlarla doğrudan etkileşimleri hakkında çok az ayrıntı mevcuttur. 19-cu yüzyıl Osmanlı belgelerinin birinde şöyle yazılmaktadır:
“Bağdatlı ünlü Sufi Halid el-Şahrazuri, kendisine İmam Rabbani ve müridi Abdullah Dihlevi’yi anlatan Hintli seyyah Mirza Rahimullah Azimabadi ile tanıştı. Şahrazuri, 1809’da Delhi’yi ziyaret etti ve İmam Rabbani’nin müritlerinin, özellikle de Dihlevi’nin çevrelerine katıldı. İmam Rabbani’nin öğretilerini öğrenmek için bir yıldan fazla zaman harcadı. Şahrazuri 1813’te Bağdat’a döndü. Osmanlı arşivlerine göre Dihlevi de müritlerini Anadolu’ya tekkeler kurmak için gönderdi”.
Aynı şekilde Sirhindi’nin Halil Efendi ve Şeyh Masumi gibi sonraki dönemdeki aile fertlerinin Osmanlı padişahları tarafından devlet konukseverliğine tabi tutulduğuna dair hikâyeler vardır.
Rumi, Hint “bağlantısı”
Celaleddin Rumi’nin şiiri ve felsefesi gibi kendisinin de Hindistan ile mistik bir bağı vardır. Divan-ı Şems-i Tebrizi olarak Gazeller toplusunu adadığı Tebrizli Şems’in Hint kökenli olduğuna inananlar var. Oryantalist H.A. Rose ve Dr. Rasih Güven bu fikri desteklemektedirler. Rasih Güven’in fikrince Şems’in babası Havend Alauddin İslam’ı sonradan Kabul etmiş bir Hintli ve asıl adı Sanskritçe bir kelime olan Govind olmuştur.
Din alimi ve mutasavvıf olan Mevlâna’nın eserleri Fars dilinde yazılmış edebi eserler olmasına rağmen, dil, din ve kültür engellerini aşarak farklı medeniyet ve kültürlere mensup farklı halklara ulaşmıştır.
Mesnevi’nin (Farsça versiyonu) ilk baskısı 1835’te Kahire’de yapılmış. Fakat Hindistan’da Mevlâna çok daha eskilerden tanınmaktaydı. Çişti tarikatının büyük rehberi Hazreti Nizamuddin Evliya, 14. yüzyılda Mevlâna’nın Mesnevisi’ne bir şerh yazmıştır.
Mevlâna’nın modern çağda Hint kültürü üzerindeki en büyük etkisi, Mevlâna’yı manevi rehberi ve “sevgi kervanının prensi” olarak kabul eden şair ve filozof Muhammed İkbal olmuştur.
Bhakti geleneğinin şairleri ve kutsalları da sufi benzerleri gibi her zaman Mevlâna’nın mesajına ilgi duymuşlardır ve bugün bile Rumi, Radhaswami gibi yeni dini hareketler de dahil olmakla birçok kişiye ilham vermeye devam etmektedir. Onun Farsça dizeleri Dhrupad ile birlikte söylendiği zaman, kelimelerin ve ritmin eşsiz bir birleşimi olarak tezahür etmektedir.
Dr. Şukla, Nişabd Nupur’un girişinde şöyle yazmaktadır:
“Rumi, nefretin sona ermesine yol açan varlığın birliğini savunur ve dolayısıyla aşkı kaçınılmaz kılar.”
Bu mesaj hiçbir zaman bugün olduğu kadar önem taşımamıştır. Bu sadece ülkeleri birbirine bağlamakla kalmayacak, aynı zamanda insanları da tek bir varlık, tek bir vücut haline getirecek.

Dr. Shujaat Ali Quadri
Hint İslami Mirası Vakfı Direktörü

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir