KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Şerife Barazi: ESARETE ALIŞMIŞ BİR MİLLETİN DEMOKRASİ ARAYIŞI

Şerife Barazi: ESARETE ALIŞMIŞ BİR MİLLETİN DEMOKRASİ ARAYIŞI

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 25 dk okuma süresi
357 0

Orta Doğu’da yaşanan gıda enflasyonu, işsizlik, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü eksikliği, usulsüzlükler, sosyal yaşamın istikrarsızlığı, kötü yaşam şartlarının had safhaya ulaşmasıyla birlikte buna dayanamayan halk ayaklanmaya başladı. Bu olayın ilk kıvılcımı Tunus’ta, üniversite mezunu olup işsizlik sebebiyle seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi, polisin tacizini protesto etmek için kendi bedenini ateşe vererek yaktı. Bu direnişten güç alan halk, Orta Doğu’nun birçok yerinde direnişe ev sahipliği yaparak devrim meşalesini yaktı. Tunus cumhurbaşkanı bu olayların üzerine daha fazla dayanamayarak, Suudi Arabistan’a sığındı. Bu durum Arap milletinin protestolar ile indirdiği ilk lider olarak tarihte yer edindi. Arap dünyasında bu şekilde isyan dalgası başlamış oldu. Mısır’da milyonların sokağa dökülmesi ile Hüsnü Mübarek de istifa etti. Libya’ da ise dış güçlerinde müdahalesi ile Muammer Kaddafi öldürüldü. Yemen’ de ise Ali Abdullah Salih koltuğunu yardımcısına devrederek iktidarı bıraktı. Suriye’ de ise bir düzine genç, doktor olan Beşar Esad’a atıfta bulunarak ‘’sıra sende doktor’’ sloganları ile başlayan protesto, hükümet tarafından yapılan şiddetli baskı sonucunda iç savaşa dönüştü. Bu durum IŞİD grubunun yeni ev arayışlarına, Irak’ta çatışmaların yeniden alevlenmesine ve azınlık gruplara soykırım yapılmaya başlandı. Suriye’de Beşar Esad yapılan demokrasi protestolarını ‘dış güçler destekli terör’ olarak nitelendirdi. Suriye iç savaşı Beşar Esad ve karşıtları olmaktan çıkarak artık tamamen küresel güçlerin de müdahil olduğu ve kimin kime karşı savaştığı belli olmayan bir karışıklık haline geldi. Küresel güçlerin savaşın devam etmesi için sağladığı fon, Suriye’yi, birçok ülkenin üzerinde savaştığı bir ring alanına çevirdi. Rusya, her ne kadar Suriye yanlısı olarak gözükse de asıl hedefi ABD; İran için Suriye ise Lübnan’a para göndermek için transfer noktası; Suudi Arabistan ise İran’dan gelecek terör gruplarına karşı Beşar Esad karşıtlarına yardım etmekte; Türkiye ise ulusal güvenlik sebebiyle birçok terör örgütü ile mücadele etmektedir.
Suriye’de 11 yıldır devam eden bu savaşta milyonlarca insan ölürken milyonlarca insan da ülkesini terk etti. Bütün insani değerlere aykırı olan bu durum için Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği mülteci olan birçok Suriye vatandaşına ülkeler aracılığıyla para yardımında bulunmakta. İnsanlık tarihinin en ciddi insani krizlerinden biri olan Suriye iç savaşı, Suriye’den sonra en fazla etkilediği ülke Türkiye’dir. En yakın komşu konumunda olan Türkiye, 2011’den beri bu düzensiz göçe karşı ve 2020’den de itibaren dünyanın en fazla mültecisine ev sahipliği yapmak zorunda kalmıştır. Bu durum Suriye vatandaşları için Avrupa’ya giden bir geçiş yolu haline gelmişti. Bundan endişelenen Avrupa ülkeleri Türkiye’yi tampon bölge olarak ilan ettiler. Avrupa Birliği, mültecilerin Avrupa’ya geçmesini önlemek için Türkiye’ye düzenli olarak mülteci ve sığınmacılara verilmek üzere maddi kaynak aktarımında bulunuyorlar. Avrupa Birliği üye devletlerin yaşam standartlarını korumayı hedef edinerek sığınmacı kotası koydu ama komşusu olan Türkiye’yi onlar için yerleşecek bir ülke olarak gördüler. Türkiye’nin 1994’te çıkarttığı yönetmelikte ise mülteci ve sığınmacıların sağlık hakkı ve sosyal hizmetlerden din, dil, ırk, ülke ayrımı yapılmaksızın faydalanma hakkı tanınmıştı. Fakat Türkiye, 1951 yılında imzalanan Cenevre sözleşme ile şartları gereği sadece mülteci olarak Avrupa Konseyi üyesi ülke vatandaşlarına mülteci statüsü vermektedir. Bu yüzden, 1994 İltica ve Sığınma Yönetmeliği’nde yer alan mültecilik tanımı Avrupa’dan gelen kişiler ile sınırlı tutulmuştur. Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen kişiler mülteci olarak kabul edilmemektedir. 1994 İltica ve Sığınma Yönetmeliği ile Avrupa dışından gelen sığınmacıların hukuken “makul bir süre için Türkiye’de kalma” iznine, yani “üçüncü bir ülke tarafından mülteci olarak kabul edilene kadar Türkiye’de ikamet etmelerine” izin verilerek “geçici koruma” sağlanmaktadır. Nisan 2012’de Başbakanlık tarafından yayımlanan genelge ile sığınmacıların “geçici koruma” altında oldukları bildirilmiş ve bu genelge ile giriş ve çıkışlara izin verilmiştir. Ülkeye girişten sonra 2014 yılında yürürlüğe giren “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” nu ile geçici korumanın yasal temeli oluşmuştur. Bu sayede geçici kimlik belgeleri almaya başlayan mülteciler sağlık, eğitim ve iş piyasasına erişim gibi temel haklara sahip olmaları ve sosyal yardım sağlanacağı yönetmelikte belirtilmişti. Kamp dışında yaşayan mültecilere barınma hakkı sağlanmıyor. Türkiye’de üniversite eğitimlerine devam etmek isteyen mültecilerin ise üniversiteler tarafından düzenlenen Yabancı Öğrenci Sınavı’nı (YÖS) geçmeleri gerekiyor. Uzun süreli tedaviyi gerektiren kronik hastalıkların tedavisinde mültecilerin tedavi ücretlerini kendilerinin karşılamaları bekleniyor. Kayıtlı mülteciler, Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek sektörlerde, iş kollarında ve coğrafi bölgelerde çalışma izni almak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurarak çalışma izni alıyorlar. İşveren için gereken koşul ise çalıştırdığı işçi sayısı çalışanların %10’unundan fazlası Suriyeli olamaz. 2016’da Cumhurbaşkanı, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verme kararı aldı, vatandaşlık vereceği kişilerde bulunması gereken kriterler olarak yüksek öğretim mezunu olması, Türkiye’ye sanayi, bilimsel, ekonomik, teknolojik alanda hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen kişilerdi. Bahsi geçilen bu kişilerdeki kriterler aranmaksızın birçok Suriyeli mülteci, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma hakkı kazandı. Türkiye ise mülteciler tarafından Avrupa’ya geçiş sürecinde bir köprü olarak görüldüğü için gidilecek olan her noktaya varabilmek için geçilmesi gereken ilk bölgeydi. Açık kapı politikası uygulayan Türkiye, ülkelerinden kaçan mülteciler için yeni bir hayat fırsatını Türkiye sınırları içerisinde sunmaya başladı.
Suriye sınırına en yakın olan sınır kapımız Cilvegözü’nden Hatay’a giriş yaparak Suriye sınırında yer alan illere, büyükşehirlere ve İstanbul’a geçiş yaptılar. Bir anda bu kadar insanın gelmesi ile ekonomi canlanırken sosyal hayat ve aile ilişkileri bozulmaya başladı. Özellikle sınır illerinde Suriyelilerin artık misafir olarak görülmediği tespit etmek mümkün. Türk toplumunun başta kültürel farklılıklar olmak üzere; güven duymama ve hak kayıplarına maruz kalması gibi kaygılarla, Suriyelilerin kalıcılık eğilimini pekiştirecek düzenlemeler (Türk vatandaşlığı verilmesi vb.) karşı oldukları açıktır. Öte yandan entegrasyon, karşılıklı gerçekleşmesi gereken bir süreci ifade etse de Suriyeliler misafir olmak yerine kalıcı olmak için mücadele ediyorlar. Türkiye’nin sınır illerinde kurulan çadır kentlerde yaşamak istemeyen mülteciler, halkın arasına karışarak barınma sıkıntısı ve ekonomik zorluklar yaşadılar. Ev bulma konusunda zorluk çeken mülteciler bir evde 2-3 aile beraber yaşamaya çalışırken, bu duruma alışık olmayan Türk milleti rahatsızlık duymaya başladı. Daha sonra iş konusunda kaçak olarak çalışmaya başlayıp hayat şartlarından mutlu olmayan mülteciler Avrupa hayali ile yanıp tutuşmaya başladılar. Düzensiz göçmen taşıyan tekneler açık denizlere açılmaları sonucunda binlerce mülteci tekneleri sert dalgalara dayanamayarak alabora oldu. Sağ salim gidebilenler ise vardıkları ülkelerin güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğrayıp öldürüldü veya sınır dışı edildiler. Sınırlarımız içerisinde kalan mültecilerin bazıları bulundukları şehirlere ve bazıları Türkiye’nin dört bir tarafına dağıldılar. Türklerin aile yapısını bozarak, Türk kültüründe olmayan adetlerimizden ikinci eş olmak isteyen Suriyeli kadınlar, Türk kadınlarının yerini almak istedi. Asil bir soydan gelen Türk kadınları, Atatürk’ün ve TBMM’nin 1926’da kabul ettiği Türk Medeni kanununda çok eşliliğin kaldırılması ve boşanma hakkına zaten sahipti. Mülteci kadınlarda üreme sağlığı gerekliliklerinin yeterince karşılanamaması anne, bebek ve toplum üçlüsü için sağlık açısından kötü sonuçlara neden olmakta. Suriyeli mülteci kadınlardaki beklenenden düşük olan emzirme oranları savaşın ve travmatik göç yaşamının anne ve çocukların sağlık durumu üzerindeki olumsuz ve yıkıcı gücünü göstermekte. Savaştan kaçan bir millet olmasına rağmen çocuklarının geleceklerini hiç düşünmeden kontrolsüz bir şekilde her sene doğum yapan kadınları mevcut. Suriyeli göçmenler doğurganlıklarının nedenini, erkeğin soyunun devamı, toprağın işlenmesi, iş gücü, dini inanış ve mevcut savaş durumunda verdikleri kayıplar olarak açıklamakta. Ülkelerinin bulunduğu savaş ortamına ne geri dönme ne de vatanları için savaşma istekleri vardır. Arap yarımadasında her ne kadar demokrasi için bu yola çıkmış olsalar da Suriye’de kendi güçlerinden cesaret alamadıkları için toprak ve vatanlarında mücadele edecek savaşçı ruhları yoktu. Özgürlüğü bilmeyen bir millet, mülteci olarak geldikleri ülkede gördükleri bağımsızlık karşısında gösterdikleri davranışları hep zarara dönüştü. Bu yüzdendir ki tarihleri boyunca esaret altında yaşamaya alışmış bir milletten vatanları için savaşmasını beklemek doğru olmazdı.

KAFKASSAM UZMANI ESARETE ALIŞMIŞ BİR MİLLETİN DEMOKRASİ ARAYIŞI
Orta Doğu’da yaşanan gıda enflasyonu, işsizlik, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü eksikliği, usulsüzlükler, sosyal yaşamın istikrarsızlığı, kötü yaşam şartlarının had safhaya ulaşmasıyla birlikte buna dayanamayan halk ayaklanmaya başladı. Bu olayın ilk kıvılcımı Tunus’ta, üniversite mezunu olup işsizlik sebebiyle seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi, polisin tacizini protesto etmek için kendi bedenini ateşe vererek yaktı. Bu direnişten güç alan halk, Orta Doğu’nun birçok yerinde direnişe ev sahipliği yaparak devrim meşalesini yaktı. Tunus cumhurbaşkanı bu olayların üzerine daha fazla dayanamayarak, Suudi Arabistan’a sığındı. Bu durum Arap milletinin protestolar ile indirdiği ilk lider olarak tarihte yer edindi. Arap dünyasında bu şekilde isyan dalgası başlamış oldu. Mısır’da milyonların sokağa dökülmesi ile Hüsnü Mübarek de istifa etti. Libya’ da ise dış güçlerinde müdahalesi ile Muammer Kaddafi öldürüldü. Yemen’ de ise Ali Abdullah Salih koltuğunu yardımcısına devrederek iktidarı bıraktı. Suriye’ de ise bir düzine genç, doktor olan Beşar Esad’a atıfta bulunarak ‘’sıra sende doktor’’ sloganları ile başlayan protesto, hükümet tarafından yapılan şiddetli baskı sonucunda iç savaşa dönüştü. Bu durum IŞİD grubunun yeni ev arayışlarına, Irak’ta çatışmaların yeniden alevlenmesine ve azınlık gruplara soykırım yapılmaya başlandı. Suriye’de Beşar Esad yapılan demokrasi protestolarını ‘dış güçler destekli terör’ olarak nitelendirdi. Suriye iç savaşı Beşar Esad ve karşıtları olmaktan çıkarak artık tamamen küresel güçlerin de müdahil olduğu ve kimin kime karşı savaştığı belli olmayan bir karışıklık haline geldi. Küresel güçlerin savaşın devam etmesi için sağladığı fon, Suriye’yi, birçok ülkenin üzerinde savaştığı bir ring alanına çevirdi. Rusya, her ne kadar Suriye yanlısı olarak gözükse de asıl hedefi ABD; İran için Suriye ise Lübnan’a para göndermek için transfer noktası; Suudi Arabistan ise İran’dan gelecek terör gruplarına karşı Beşar Esad karşıtlarına yardım etmekte; Türkiye ise ulusal güvenlik sebebiyle birçok terör örgütü ile mücadele etmektedir.
Suriye’de 11 yıldır devam eden bu savaşta milyonlarca insan ölürken milyonlarca insan da ülkesini terk etti. Bütün insani değerlere aykırı olan bu durum için Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği mülteci olan birçok Suriye vatandaşına ülkeler aracılığıyla para yardımında bulunmakta. İnsanlık tarihinin en ciddi insani krizlerinden biri olan Suriye iç savaşı, Suriye’den sonra en fazla etkilediği ülke Türkiye’dir. En yakın komşu konumunda olan Türkiye, 2011’den beri bu düzensiz göçe karşı ve 2020’den de itibaren dünyanın en fazla mültecisine ev sahipliği yapmak zorunda kalmıştır. Bu durum Suriye vatandaşları için Avrupa’ya giden bir geçiş yolu haline gelmişti. Bundan endişelenen Avrupa ülkeleri Türkiye’yi tampon bölge olarak ilan ettiler. Avrupa Birliği, mültecilerin Avrupa’ya geçmesini önlemek için Türkiye’ye düzenli olarak mülteci ve sığınmacılara verilmek üzere maddi kaynak aktarımında bulunuyorlar. Avrupa Birliği üye devletlerin yaşam standartlarını korumayı hedef edinerek sığınmacı kotası koydu ama komşusu olan Türkiye’yi onlar için yerleşecek bir ülke olarak gördüler. Türkiye’nin 1994’te çıkarttığı yönetmelikte ise mülteci ve sığınmacıların sağlık hakkı ve sosyal hizmetlerden din, dil, ırk, ülke ayrımı yapılmaksızın faydalanma hakkı tanınmıştı. Fakat Türkiye, 1951 yılında imzalanan Cenevre sözleşme ile şartları gereği sadece mülteci olarak Avrupa Konseyi üyesi ülke vatandaşlarına mülteci statüsü vermektedir. Bu yüzden, 1994 İltica ve Sığınma Yönetmeliği’nde yer alan mültecilik tanımı Avrupa’dan gelen kişiler ile sınırlı tutulmuştur. Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen kişiler mülteci olarak kabul edilmemektedir. 1994 İltica ve Sığınma Yönetmeliği ile Avrupa dışından gelen sığınmacıların hukuken “makul bir süre için Türkiye’de kalma” iznine, yani “üçüncü bir ülke tarafından mülteci olarak kabul edilene kadar Türkiye’de ikamet etmelerine” izin verilerek “geçici koruma” sağlanmaktadır. Nisan 2012’de Başbakanlık tarafından yayımlanan genelge ile sığınmacıların “geçici koruma” altında oldukları bildirilmiş ve bu genelge ile giriş ve çıkışlara izin verilmiştir. Ülkeye girişten sonra 2014 yılında yürürlüğe giren “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” nu ile geçici korumanın yasal temeli oluşmuştur. Bu sayede geçici kimlik belgeleri almaya başlayan mülteciler sağlık, eğitim ve iş piyasasına erişim gibi temel haklara sahip olmaları ve sosyal yardım sağlanacağı yönetmelikte belirtilmişti. Kamp dışında yaşayan mültecilere barınma hakkı sağlanmıyor. Türkiye’de üniversite eğitimlerine devam etmek isteyen mültecilerin ise üniversiteler tarafından düzenlenen Yabancı Öğrenci Sınavı’nı (YÖS) geçmeleri gerekiyor. Uzun süreli tedaviyi gerektiren kronik hastalıkların tedavisinde mültecilerin tedavi ücretlerini kendilerinin karşılamaları bekleniyor. Kayıtlı mülteciler, Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek sektörlerde, iş kollarında ve coğrafi bölgelerde çalışma izni almak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurarak çalışma izni alıyorlar. İşveren için gereken koşul ise çalıştırdığı işçi sayısı çalışanların %10’unundan fazlası Suriyeli olamaz. 2016’da Cumhurbaşkanı, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verme kararı aldı, vatandaşlık vereceği kişilerde bulunması gereken kriterler olarak yüksek öğretim mezunu olması, Türkiye’ye sanayi, bilimsel, ekonomik, teknolojik alanda hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen kişilerdi. Bahsi geçilen bu kişilerdeki kriterler aranmaksızın birçok Suriyeli mülteci, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma hakkı kazandı. Türkiye ise mülteciler tarafından Avrupa’ya geçiş sürecinde bir köprü olarak görüldüğü için gidilecek olan her noktaya varabilmek için geçilmesi gereken ilk bölgeydi. Açık kapı politikası uygulayan Türkiye, ülkelerinden kaçan mülteciler için yeni bir hayat fırsatını Türkiye sınırları içerisinde sunmaya başladı.
Suriye sınırına en yakın olan sınır kapımız Cilvegözü’nden Hatay’a giriş yaparak Suriye sınırında yer alan illere, büyükşehirlere ve İstanbul’a geçiş yaptılar. Bir anda bu kadar insanın gelmesi ile ekonomi canlanırken sosyal hayat ve aile ilişkileri bozulmaya başladı. Özellikle sınır illerinde Suriyelilerin artık misafir olarak görülmediği tespit etmek mümkün. Türk toplumunun başta kültürel farklılıklar olmak üzere; güven duymama ve hak kayıplarına maruz kalması gibi kaygılarla, Suriyelilerin kalıcılık eğilimini pekiştirecek düzenlemeler (Türk vatandaşlığı verilmesi vb.) karşı oldukları açıktır. Öte yandan entegrasyon, karşılıklı gerçekleşmesi gereken bir süreci ifade etse de Suriyeliler misafir olmak yerine kalıcı olmak için mücadele ediyorlar. Türkiye’nin sınır illerinde kurulan çadır kentlerde yaşamak istemeyen mülteciler, halkın arasına karışarak barınma sıkıntısı ve ekonomik zorluklar yaşadılar. Ev bulma konusunda zorluk çeken mülteciler bir evde 2-3 aile beraber yaşamaya çalışırken, bu duruma alışık olmayan Türk milleti rahatsızlık duymaya başladı. Daha sonra iş konusunda kaçak olarak çalışmaya başlayıp hayat şartlarından mutlu olmayan mülteciler Avrupa hayali ile yanıp tutuşmaya başladılar. Düzensiz göçmen taşıyan tekneler açık denizlere açılmaları sonucunda binlerce mülteci tekneleri sert dalgalara dayanamayarak alabora oldu. Sağ salim gidebilenler ise vardıkları ülkelerin güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğrayıp öldürüldü veya sınır dışı edildiler. Sınırlarımız içerisinde kalan mültecilerin bazıları bulundukları şehirlere ve bazıları Türkiye’nin dört bir tarafına dağıldılar. Türklerin aile yapısını bozarak, Türk kültüründe olmayan adetlerimizden ikinci eş olmak isteyen Suriyeli kadınlar, Türk kadınlarının yerini almak istedi. Asil bir soydan gelen Türk kadınları, Atatürk’ün ve TBMM’nin 1926’da kabul ettiği Türk Medeni kanununda çok eşliliğin kaldırılması ve boşanma hakkına zaten sahipti. Mülteci kadınlarda üreme sağlığı gerekliliklerinin yeterince karşılanamaması anne, bebek ve toplum üçlüsü için sağlık açısından kötü sonuçlara neden olmakta. Suriyeli mülteci kadınlardaki beklenenden düşük olan emzirme oranları savaşın ve travmatik göç yaşamının anne ve çocukların sağlık durumu üzerindeki olumsuz ve yıkıcı gücünü göstermekte. Savaştan kaçan bir millet olmasına rağmen çocuklarının geleceklerini hiç düşünmeden kontrolsüz bir şekilde her sene doğum yapan kadınları mevcut. Suriyeli göçmenler doğurganlıklarının nedenini, erkeğin soyunun devamı, toprağın işlenmesi, iş gücü, dini inanış ve mevcut savaş durumunda verdikleri kayıplar olarak açıklamakta. Ülkelerinin bulunduğu savaş ortamına ne geri dönme ne de vatanları için savaşma istekleri vardır. Arap yarımadasında her ne kadar demokrasi için bu yola çıkmış olsalar da Suriye’de kendi güçlerinden cesaret alamadıkları için toprak ve vatanlarında mücadele edecek savaşçı ruhları yoktu. Özgürlüğü bilmeyen bir millet, mülteci olarak geldikleri ülkede gördükleri bağımsızlık karşısında gösterdikleri davranışları hep zarara dönüştü. Bu yüzdendir ki tarihleri boyunca esaret altında yaşamaya alışmış bir milletten vatanları için savaşmasını beklemek doğru olmazdı.

Şerife Barazi KAFKASSAM UZMANI

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir