İran’ın çiçeği burnundaki Kürtçe ve Türkçe konuşabilen sempatik cumhurbaşkanının ilk yurt dışını ziyaretini Irak’a yapması Tahran yönetiminin Irak politikasında yeni bir dönem anlamına geliyor.
Bununla kast ettiğim şey İran’ın Irak’ta daha da güçlendiği ve Pezişkiyan’ın ziyaretinin de bunu tahkim etmek üzere gerçekleştiğidir.
Irak, İran’ın emperyal hedeflerinin ilk durağıdır
Irak, İran’ın Mezopotamya’ya açılan kapısı emperyal hedeflerinin ilk basamağı.
Kendi sınırlarına hapsolmak istemeyen İran için Irak tarihsel ve doğal bir egemenlik alanıdır.
Meseleyi sadece jeopolitik açıdan ele aldığımızda Irak’ın İran için ne derece vazgeçilmez olduğunu anlayabiliriz.
Buna tarihsel, siyasi, dini, mezhebi, askeri, ekonomik, kültürel ve sosyolojik boyutları eklediğimizde olayın önemi çok daha iyi anlaşılır.
Bundan bir süre önce yaptığım analizde de İran’ın Irak üzerindeki hakimiyetine vurgu yapmış ve İran ile iyi geçinmeyen bir gücün bu ülkede kendisine alan açamayacağına işaret etmiştim.
Bu durum ayrıca yeni değildir, uzun yıllardır devam eden bir sürecin geldiği son aşamadır.
Bundan sonrası için de Tahran’ın etki gücünü kıracak herhangi bir aktör görünmüyor.
Buna niyetli herhangi bir aktörü de sahada göremiyoruz.
Söz gelimi ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye, şu an Irak’ta İran’ın çok çok gerisindeler.
İran, 1500 yıllık parantezi kapatmaya yaklaştı
Irak, İran için “Arap-İslam orduları tarafından işgal edilmiş ve geri alınması gereken” bir toprak parçasıdır.
Ya da Kerbela ve Necef’in olduğu, birçok imamın kabrinin bulunduğu “kutsal belde”dir.
İran, Sasanilerden sonra 1500 yıldan fazladır Irak’ta egemenlik kuramadı.
Osmanlı döneminde de birkaç defa el değiştirmesine rağmen nihai olarak kontrolü Osmanlılara kaptırmıştır.
İngilizlerin almasından sonra da sürekli olarak gözünü buraya dikmiş ve dış siyasetinin temel hedefini oluşturmuştur.
Şah ile Saddam arasındaki anlaşmazlık, bundan doğan gerilim ve Tahran’ın Kürt ile Şii muhaliflere yaptığı silah desteğinin arkasında hep aynı hayaller yatar.
Cezayir Anlaşması, Şah-Barzani ilişkileri, 8 yıl süren Irak-İran savaşı, Enfal ve Halepçe, Kürtlerin trajedisi hep İran’ın emelleriyle bağlantılıdır.
Saddam’ın kuveyt hamlesi İran’a tarihi bir fırsat kapısı açtı ve 2003’te Baas rejiminin devrilmesiyle de rüyalar gerçeğe dönüşmeye başladı.
Bu İran’ın Şah rejiminin politikalarını da dikkate aldığımızda asırlık stratejisinin bir kazanımıydı.
İran ile Irak denkleminde ilginç olan, ABD’nin tüm adımlarının Tahran yönetiminin çıkarlarına hizmet etmesidir. Halen de Washington’un attığı ve atacağı adımlar Tahran’ın arzusuna göredir.
Örneğin Irak’tan askerlerini çekecek olması Tahran’ın buradaki stratejisiyle yüzde yüz uyumludur.
Mesela IŞİD tehlikesi devam ederken çekseydi İran bundan rahatsız olurdu, fakat şimdi Haşdi Şabi’nin gücünü iyice pekiştirdiği bir süreçte gerçekleştirmesi İran için bulunmaz nimet.
İran, ABD’nin trilyon dolarlık maliyetlerle yaptığı IŞİD savaşının galibi olarak Irak ve Suriye’de alan hakimiyeti kazanıyor.
Bu Yemen için de geçerli. Yemen’de el Kaide’yi ABD ve müttefiklerinin eliyle etkisiz hale getirdi.
Pezişkiyan’ın Irak ziyareti Tahran için yeni dönem
Halihazırda Irak’ta yeni bir denge kuruluyor ve İran buradan elde ettiği ekonomik kazanımları Yemen, Lübnan ve Suriye’de harcıyor.
İran’ın 4-5 ülkede nasıl savaşabildiğini ve bunun için ekonomik kaynakları nereden bulduğunu merak edenler, Irak’ın devasa petrol rezervine rağmen Körfez ülkelerinin neden fersah fersah gerisinde olduğuna bakarak cevap bulabilirler. Irak’ın gelişmesini ve kalkınmasını engelleyen İran’dır.
Zira Irak’ın zenginliğinin halkına dağılması demek İran’ın gelir kaynaklarının kuruması demektir.
Pezişkiyan’ın Irak ziyaretini bu zaviyeden değerlendirmek ve Tahran’ın Bağdat ile ilişkilerini de bu temelden görmek lazım.
Yoksa yapacağımız tüm yorumlar yüzeysel ve eksik kalır.
Tahran, Irak’ı tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şekilde kontrolü altına aldığı düşüncesiyle eskisine göre daha relaks hareket ediyor.
Tahran’ın Irak’taki rahatlığı sağladığı kontrol ile alakalı.
Pezişkiyan’ın rahatlığı ve sempatik hareketleri de tam olarak bundan kaynaklıdır.
Pezişkiyan için Erbil, Süleymaniye, Basra, Necef, Kerbela ya da Senendec, Ahvaz, Zahedan’a gitmek arasında fark görülmüyor.
İran Azerbaycan, Afganistan ve Pakistan’ın yanı sıra Irak’ı da tarihsel coğrafyasının bir parçası görüyor ve zaman zaman dile getirmekten de çekinmiyor.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, 2019’da devrimin yıl dönümünde Azerbaycan’ın 1827-1830’da Türkmençay ve Gülistan anlaşmalarıyla kendilerinden alındığını, İran’ın doğal bir parçası olduğunu söylemişti.
Irak’a dair yaklaşım bundan çok daha güçlüdür. Kerbela ve Necef gibi mezhepsel açıdan Meşhed ve Kum’dan daha önemli olan merkezlerin olduğu bir coğrafyayı İran’ın “vazgeçilmez hedefler” olarak belirlemesi anlaşılabilirdir.
Tahran yönetimi Irak’ta normalleşme ve yumuşama arayışında
Tahran yönetimi için şu an Irak’ta duyulan şey normalleşme, yumuşama ve kısmi istikrardır.
KDP ile ilişkileri de bu nedenle yeniden tesis etti ve Erbil’in de memnun olacağı bir denklem kurdu.
Bu çerçevede Kerkük’ün anahtarını da Bafil’a vermeyi ihmal etmedi tabi. Yani kendi müttefiğini korudu, onun korurken rakibinin çıkarlarını da gözetti.
İran Cumhurbaşkanı, Erbil’de Barzanilerle yaptığı görüşmede Tahran’ın her zaman onların yanında olduğu mesajını vermekten geri durmadı.
Mela Mustafa Barzani fotoğrafına özel anlam yüklemesi, Kürtçe konuşması, Mesud Barzani ile samimi pozlar vermesi ve Mesrur Barzani’ye iltifat etmesi ayrı ayrı özel mesajlar taşıyor.
Bundan sonrası için Tahran ile Erbil hattına dikkat kesilmek ve KDP ile İran rejiminin geçmişten beri gelen güvensizlik ilişkisinin nasıl ilerleyeceğine bakmak lazım.
KDP ile Tahran, karşılıklı olarak kazanım elde edecekleri bir ilişkiyi devam ettirebilirler.
KDP, 10 yıldır zayıflayan konumunun İran karşıtlığından kaynaklı olduğunun farkında.
O yüzden Tahran ile barışma yolunu tercih etti.
Eğer barış son 10 yıldaki kayıpları bir nebze de olsun telafi edebilirse bu KDP için sürdürülebilir bir ilişki demektir.
Türkiye, ABD ve Suudi Arabistan’ın Irak’taki etkisi
Tabi bu noktada Türkiye, ABD ve Suudi Arabistan’ın pozisyonları ve Irak’a dair politikaları belirleyici olacaktır.
Daha önce de birkaç kez dile getirdim, tekrar edeyim; Türkiye-ABD-Suudi Arabistan -ki bu üçlü batı cephesinde kabul ediliyor- İran’ın önünü kesmek isterlerse bunu yapma imkanına sahipler.
Bunun için önceliklerini ve ikincil önemdeki hedeflerini iyi belirlemeleri lazım.
Halihazırda Irak’ta ne istediğini bilen tek ülke İran’dır.
Ne Türkiye’nin, ne ABD’nin ne de Suudi Arabistan’ın Irak’a dair uzun vadeli ve sürdürülebilir bir stratejisinden bahsedemeyiz.
İran ise ne istediğini, ne yaptığını ve hedefinin ne olduğunu çok iyi biliyor. Adımlarını da buna göre atıyor.
Örneğin İran’ın Irak siyasetinde “Kürt fobisi” yoktur. Türkmen ya da Arap fobisi de yoktur.
Şiilik ve Sünnilik de yeri geldiğinde ikici planda kalabiliyor. Çıkara dayalı bir strateji yürütüldüğü için örneğin Kerkük’ün Kürtlerin elinde olması İran için “tehdit” ya da “tehlike” arzetmiyor.
İran’ın “Kerkük Kürtlerin eline geçmemeli” gibi bir önceliği yok. İran’ın önceliği müttefiğinin orayı yönetiyor olmasıdır.
Bunun Kürt, Arap ya da Türkmen olması herhangi bir önyargısını ya da hamasi arka planını harekete geçirmiyor.
ABD, 1991’de enerji güvenliği ve Körfez’deki dostlarının korunması için, daha çok da Suudi Arabistan’ın baskısıyla Saddam’ı Kuveyt’ten çıkardı ve 36. Paralel’i Fransa’nın zoruyla oluşturdu.
2003’te de terörizmle mücadele adı altında fakat Irak’ı da Körfez’deki ülkelerden biri halinde getirme hedefiyle Saddam’ı devirdi fakat kalıcı bir politikası yoktu.
Şiilerle hareket etti, Sünnileri yok saydı ve El Kaide, IŞİD gibi hareketlerin etkisine girmesine göz yumdu.
Suudi Arabistan ise tüm bu süre boyunca sadece seyretti ve bırakın İran benzeri agresif politikaları, neredeyse sahada hiç varlık göstermedi.
Riyad, bu olan bitenler karşısında oyun dışı bir aktör olarak kaldı ve herhangi bir etki alanı olmadı.