KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. SELÇUKLU KAVRAMININ MANASINA DAİR

SELÇUKLU KAVRAMININ MANASINA DAİR

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
273 0
altan çetin

Selçuklular yeniden gündemimizde ve kamuoyunun dikkatine dokunmaya başladı. Selçuklular bin yıllık bir süreci kurdular. Peki bunun manası ne idi. Selçuklular, Ortaçağ’ın toprak ve din merkezli zaman ruhunda Oğuz asabiyesinin mülk/devlet ve hadaret/umran/medeniyet kuran büyük bir gücü olarak İslami dönemin ilk büyük cihan devletini kurdular. Selçuklu bir isim olmanın ötesinde bir kavrama dönüştü. Ne midir bu kavram bir kökenin süreci ve sürekliğidir. Türklerin tarihteki en değerli izlerinden biridir. Bu yazıda Mısır-Suriye üzerinden yürüyen tesir üzerinden siyaset, kültür ve medeniyetin gelişimini göstermek istiyoruz.

Benzer şekilde diğer kanal Türkiye üzerinden yürüdü.

Fuat Köprülü, “Ortaçağ’da, bütün Yakın şark İslâm-Türk Dünyası büyük bir kültür çevresi teşkil eder; bu çevre içindeki muhtelif sahalar, bazı mahallî ayrılıklara rağmen, içtimaî ve siyasî müesseselerde büyük benzeyişler gösterir.”, der. Türk devlet teşkilâtının İslâm âleminde kuvvetli ve bariz tesirler yapması, bilhassa, Büyük Selçukî Devleti’nin kuruluşundan sonradır.

Abbasî halifelerini nüfuzları altına aldıktan sonra, Mısır ve Suriye gibi Şiî Fâtımî halifelerinin hâkimiyet sahaları müstesna olmak üzere, İslâm dünyasının hâkimi olan ilk Selçukî sultanları, devlet müesseselerini çok sağlam olarak kurdular. Bunlar arasında Sâsânî ve İslâm menşeinden gelenlerin yanı sıra, kısmen Karahanlılar’dan ve kısmen de Oğuz ananelerinden kökünü alan Türk müesseseleri de mevcuttu. Bu büyük devletin parçalanmasından sonra, yerine kâim olan muhtelif devletlerde- meselâ, Harizmşahlarda, Suriye, İran ve Anadolu Selçukîlerinde, Atabeylerde, Eyyûbîlerde, sonraları Memlûklerde- Türk menşeinden gelen müesseseleri görmek kabildir. Mısır Memlûkleri’nin, devlet teşkilâtı husûsunda Selçuklular’ın tesiri altında kaldıkları çok açıktır. Onların varis oldukları Eyyûbîler, Selçuklular Devleti’nin kollarından biri idi.

Türk Devlet Teşkilâtını ve kültürünü Anavatan’dan Yakın-Doğu’ya Oğuzlar (Türkmenler) taşımışlar ve onların halefleri bu görevi kesintisiz olarak Osmanlılara kadar intikal ettirmişlerdi. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Yakın-Doğu coğrafyasında onun temsil ettiği görevi devam ettiren siyasi teşekküllerden birisi Musul-Halep Atabeyleridir. Zengîlerin kumandanı olarak Mısır’ı ele geçiren ve Mısır’daki Fatimî iktidarına son veren Selahaddin Eyyûbî efendisi Nureddin’in vefatından sonra (1174) Eyyûbîler Devletinin kurmuştur.

Mısır’dan sonra hâkimiyetlerini Suriye’ye de yayan Eyyûbîler Musul-Haleb Atabeyliği, Artukoğulları ve Ahlatşahlar toprakları ile Yemen’de de hanedan kurarak bölgenin en güçlü devleti hâline gelmişlerdir. Eyyûbî hükümdarları, Türk devlet geleneğine uygun olarak, Mısır’ın dışındaki topraklarının idaresini hanedan üyelerine bırakmışlardır.

Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, onlar Mısır’ın dışında kalan yerleri merkezden gönderdikleri hanedan mensupları veya yerli emîrler vasıtasıyla idare etmişlerdir (Emîrlik=Beylik sistemi). Bu anlayış, 1250 yılında Mısır’daki Eyyûbî hanedanına son veren Memlûkler devrinde de çok değişmemiştir.

Memlûk müellifi olan el-Kalkaşandî Selâh ed-Dîn’in Nûr ed-Dîn Mahmud Zengî adına Mısır’a hakim olunca bu ülkede icrâ edilmekte olan Fâtımî usûl ve merasimini kamilen değiştirip yerine Türk (yani Selçuklu) nizamını ikame ettiğini yazar.

Dolaysıyla, Eyyûbîler Selçukluların pek çok âdet ve nizamını Mısır ve Suriye’ye getirmişlerdir. Bu sebeple Eyyûbî teşkilâtını iyi anlayabilmek için Selçuklu askerî nizamının iyi anlaşılması gereklidir. Eyyûbîleri iyi anlayabilmek için Selçuklu askerî nizamının iyi anlaşılması gereklidir.

Ayrıca Eyyûbîlerin Selçuklularla ilişkisine dair olarak daha önce Coşkun Alptekin bir makalesi ile bu tesiri açıkça ortaya koymuş idi. Selçuklular değerli kumandanlarına askerî hizmet karşılığında ıktâlar veriyorlar ve onları atabek olarak şehzadeleri terbiye ile görevlendiriyorlardı.

Bunlar, ifade edildiği gibi, bir süre sonra bağımsızlıklarını elde ettiler. Bu atabegliklerden en önemlilerinden birisi de bahsi geçen Musul Atabeyliği idi. Bu atabeyliğin başında bulunan Nûr ed-Dîn Zengî vasıtasıyla Mısır’ın yolu kendisine açılan Selâh ed-Dîn Eyyûbî (1169-1193) amcasının el-Esedîyye ve kendine bağlı es-Sâlihîyye ve en-Nâsırîyye memlûklerine dayanarak Halife ‘Adîd ölüm döşeğinde iken Mısır’da Abbasî halifesi adına hutbe okutmmuştu. Eyyûbîler Fâtımîler’in yerine Mısır’a hâkim olunca Fâtımîlerin pek çok teşkilâtını bırakıp, Musul Atabeki ‘İmad ed-Dîn Zengî Devleti’nin müesseselerini benimsemişlerdi. Selâh ed-Dîn Eyyûbî Mısır’a hakim olunca askerî teşkilâtı da yeniden düzenlemişti. Bu düzene bakınca sistemin Selçuklularda olduğu gibi ıktâlı süvarilere dayanan bir teşkilât olduğu görülmektedir.

Selâh ed-Dîn Fâtımî ordusunda bulunan Zenciler ve Ermenileri ortadan kaldırarak onların yerine Türkleri ikame etmişti. Kaynaklarda, Eyyûbî Devletinde memlûklere ilk önem veren sultanların en-Nâsır Selâh ed-Dîn Yûsuf b. Eyyûb ve kardeşi el-Melik el-Âdil Ebû Bekir olduğu ifade edilmektedir.

Eyyûbî Devletinde memlûk gruplarının daha muntazam olarak ortaya çıkması el-Melik el-Kâmil Muhammed (1218-1238) ve el-Melik es-Sâlih Necm ed-Dîn Eyyûb (1240-1249) zamanlarıdır. el-Melik es-Sâlih kardeşi el-Melik el-‘Âdil’e karşı olan mücadelesinde ve bilhassa Moğol İstilası karışıklıkları sırasında cesaretleri, binicilikleri, vücut yapıları, yiğitlikleri, atılganlıkları, iyi atıcı ve soylu oluşları gibi meziyetleri yüzünden pek çok Kıpçak memlûku satın aldı. Bu kıpçak memlûkler yeni geldikleri Mısır’da âdet ve ananelerini sürüdürdüler.

Selçuklular devrinde ıktâ ya da bir görüşe göre zemin’in mahsulünün tahsisi olarak verildiği şeklinde yorumlanan Nân-pâre/nân kelimesini hatırlattı. Hubz kelimesi Arapça’da ekmek anlamına gelmektedir. Nân-pâre kelimesi de Farsça’da ekmek parçası anlamına gelir. Istılah olarak ortaya çıkan bu büyük benzerlikle hubz kelimesinin tarihi arka planda Selçuklulara kadar giden bir başlangıcı olabileceğini düşündürmektedir.

Memlûkler devrinde emîrlere arazinin gelirinin tahsis edildiği düşünülünce lafzî olarak görülen benzerlik muhteva olarak da düşüncemizi destekler görünmektedir. Her halükarda biz nân-pare ile hubz kelimelerinin Selçuklu-Memlûk irtibatına delil teşkil edebilecek bir bilgi olduğu kanaatindeyiz. Osmanlılarda görülen dirlik nizamında bunun başka bir tarihî tezahürü gibidir.

Selçuklu-Memlûk çizgisi kültürün muhtelif sahalarındaki tezahürleri yanında sanat eserlerinde de kendisini göstermiştir. Topkapı sarayında 640 numara ile kayıtlı bulunan Memlûk aleminde bulunan düğümlü geçmelerin Selçuklular devrine ait bir hususiyet olduğu ifade edilmektedir.

Selçuklu-Zengî-Eyyûbî-Memlûk çizgisindeki devamın en zarif bir örneği olan bu alem, Suriye’de devam eden özellikle cami ve medrese mihraplarında kullanılan geometrik örgülü düğümlü geçmelerin Memlûkler devrine aksinden başka bir şey değildir.

Selçuklu-Zengi-Eyyûbî ve Memlûk çizgisindeki bu tarih okuması şuurumuzda an ve gelecek adına neler oluşturuyorsa işte o kadar değerlidir.

Vesselam

Taziye: Değerli dostum Dr. Galip Çağ’ın babası Seyfettin Çağ rahmete ulaşmıştır. Ruhuna el-Fatiha.
Prof Dr Altan Çetin

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir