Bölgedeki esas mesele, doğrudan veya dolaylı olarak İran ve faaliyetleriyle bağlantılı olmaya devam ediyor. Geçen hafta İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif Bağdat’ı ziyaret ederek ülkesinin bölgesel diyaloga hazır olduğundan bahsetti.
Zarif’in ordunun İran’ın politikasının oluşturulması ve uygulanmasındaki rolü, özellikle de Devrim Muhafızlarının ülkesinin dış politikasındaki rolü hakkında tekrarladıkları, İran içinde ve dışında karışıklık yaratan, yayınlanması amaçlanmayan sızdırılmış bir ses kaydıyla bir kez daha medya vitrininde yer aldı.
Üçüncü ve en tehlikeli başlık ise, birden fazla yolla düzenlenen karşılıklı askeri saldırılar sonucunda İsrail ile İran arasındaki gerilimin artmaya devam etmesi.
İlk olayda çarpıcı olan, Zarif’in Iraklı mevkidaşına iyi komşuluk ve içişlerine karışmama temelinde bölgesel bir diyalog çağrısını vurgulamasıdır. Bakan Zarif’in bu zarif çağrısı uzun süredir İran tarafından tekrarlanıyor. Bu, yerel çevreler yoluyla bölgenin işlerine müdahale eden İran politikasının en tehlikeli sabitelerini pekiştiriyor.
Böylece İran, kendisini emrinde silahlı kollar bulunan değil, etkili bir yerel güç ve müttefik olarak pazarlıyor. İran bu sözlerle imalarda bulunuyor çünkü Batı ve özellikle de ABD ile ulaşabileceği anlaşmalar veya mutabakatlar nedeniyle yerel müttefikleri üzerinde bir fonksiyonu veya etkisi olmayacak.
Bu ise ona, yerel müttefiklerine baskı uygulama koşulundan kurtulmasını ve müttefiklerini kendi ülkelerinde istediklerini yapmakta serbest bırakmasını sağlayacak. Bunun neticesinde, müttefikler adı verilen bu kolların uygulamalarından mustarip ülkelerde işler tekrar başa saracak. İran’ın dış parmaklarına uygulayacağı öngörülen baskısının ulaşacağı maksimum düzey, güvenlik ve askeri faaliyetlerinin geçici ve göreceli bir anestezi ile yatıştırılması olacak.
Bunun dışında, işler olduğu gibi devam edecek, çünkü bunların İran’ın kendisini etkileme gücünün olmadığı yerel meseleler olduğu söylenecek. Bu, İran’ın Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki çetrefilli bölgesel dosyaları ciddi ve sorumlu bir şekilde ele almaktan kaçacağı anlamına geliyor.
İkinci başlık, Zarif’in Irak’ta bir Amerikan hava saldırısıyla öldürülen Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin İran’ın dış politikasındaki rolünden bahsettiği ses kaydının sızdırılmasıdır. Bu ses kaydında söyledikleri içerik olarak Bağdat’taki açıklamalarıyla çelişiyor, çünkü ülkesinin dış politikasında hakim askeri alan uğruna diplomasiyi feda ettiğini kabul ediyor.
Sızıntının masum olmadığı kesin, özellikle de Washington’u nükleer anlaşmaya geri döndürmeyi amaçlayan Viyana müzakerelerinin başlaması, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimiyle rejimin kanatları arasında başlayacak seçim kampanyalarından önce geldiği için.
Peki, bu sızıntının amacı neydi? Zira Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bunun iktidar içindeki anlaşmazlıkları kışkırtmayı amaçladığını vurguladı. Yine yayınlanan bilgilere göre bazı yetkililer görevden alınıp, kendilerine seyahat yasağı getirildi, milletvekilleri Cumhurbaşkanı Ruhani ve Zarif’in yargılanmasını öngören bir yasa tasarısına imza attılar.
İngiliz The Guardian gazetesi, Zarif’in rolünün önemini azaltmak için arkasında Arap ülkelerinin veya İsrail’in durduğu değerlendirmesini yaptı. Bu değerlendirme aynı zamanda, muhafazakarların ülke üzerindeki demir yumruklarını sıkılaştırdıklarına delalet ederek Zarif’i yakmayı, kendisini ve yardımcılarını sadece bir vitrinden ibaret göstermeyi de amaçlıyordu.
Ses kaydının sızdırılmasını Devrim Muhafızları’na isnat eden ve amacının, Zarif ve grubundan, Washington ile müzakerelerdeki yaklaşımlarından kurtulmak olduğunu söyleyenler de var.
Bu bilgilerin doğru olup olmadığı bir yana, İran sisteminin kendisinin anlaşılması halen zor, keza Zarif’in dahili ve harici sonuçlarını öngörmeden bu sözleri sarf edecek kadar saf olduğunu düşünmek de kolay değil.
İran’ın ve politikalarının ihtiyaca ve çevre koşullarına göre renk veya kabuk değiştirebilmesi şaşırtıcı değil, bu, İran’ın mükemmel bir özelliği olan “takiyye”nin bir parçasıdır.
Tahran’ın umutsuzca ihtiyaç duyduğu ekonomik ve mali çıkış yolunu kendisine sağlayacak yaptırımların veya bir kısmının ve izolasyonunun kaldırılması amacıyla Viyana müzakerelerinin başarılı olması için her şeyi göze aldığını açıklamamıza gerek yok.
Zarif’in pozisyonları gibi pozisyonlar, müzakere heyetinin etkinliğini artırıyor ve Washington’u anlaşmaya dönüşü hızlandırmaya ve uygulanan yaptırımları kaldırmaya itiyor.
İran’da politikacıların ve karar vericilerin rolleri ve pozisyonlarını çevreleyen belirsizlik bağlamında, her daim var olan olasılıklardan biri de, bu sızdırmanın seçim kampanyasından uzak olmadığıdır.
Gelgelelim, bunun sonuçlarının nasıl Zarif’in lehine olacağını anlamak zor; müzakerelerin verimli geçmesini ve başarılı olmasını mı sağlayacak yoksa müzakerelerin onun aleyhinde sonuçlanmasıyla siyasi arenadan diskalifiye mi olacak? İran, bölgede geniş bir çatışmadan kaçınmak için başta ABD olmak üzere Batı’nın şu anda kendisine baskı uyguladığı İsrail’i sıkıştırmak amacıyla Zarif’e atfedilen bu sözlerden yararlanmaya da çalışabilir.
Bu bizi üçüncü ve en tehlikeli başlığa götürüyor; Natanz nükleer tesisi olayı ve İsrail’e yöneltilen suçlamadan, tırmanan gemiler savaşı, Dimona nükleer tesisinin yakınlarına düşen füze ve son olarak Suudi Arabistan’ın Yanbu limanı yakınlarında uzaktan kumandalı bomba yüklü bir tekneyi imha etmesine kadar birden fazla cephede İsrail ile İran arasında yükselen gerilim.
İsrail ve İran’ın çeşitli nedenlerle gergin olduğuna şüphe yok. İsrail’in gerginliği, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ABD’nin İsrail’in endişelerine aldırmadan İran ile eski anlaşmaya geri dönme korkusu nedeniyle Washington’a duyduğu düşük güven seviyesinden kaynaklanıyor. İsrail özellikle İran balistik ve hassas füzelerinin sınırlarında yayılmasından ve müttefik milisler aracılığıyla İran etkisinin genişlemesinden endişeleniyor.
Tel Aviv, Biden yönetimi ile daha fazla gerilime yol açsa bile, Washington’un eski anlaşmaya dönmesini önlemek için hiçbir çabadan kaçınmayacak ve Washington’u tehlikeli bir bölgesel çatışmaya dahil olmaya itmekten bile çekinmeyecek. Ancak, Biden yönetimi bu aşamada büyük olasılıkla buna sürüklenmekten kaçınacak, çünkü endişeleri birden fazla büyük iç ve dış dosyaya odaklanıyor. Bu dosyaların en önemlileri, Biden’ın yasama önceliklerine ek olarak, Demokratların çoğunluğu kaybetmesine yol açabilecek, dolayısıyla görev süresinin ortasında Biden’ın politikalarını hayata geçirmesini engelleyebilecek yaklaşan Kongre ara seçimleriyle ilgili endişelerdir.
Tahran’ın gerginliğine gelince, doğası farklı çünkü Washington’un bölgede silahlı bir çatışmaya sürüklenme konusundaki isteksizliğini ve buradan çekilme politikasını tamamlama arzusunu en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyor. Öncelikle Washington’u anlaşmaya geri dönmeye ve yaptırımları kaldırmaya yönlendirmeye, ikincisi, bölge ülkelerinin güvenliği ve istikrarı pahasına bile olsa, etkisini olabildiğince genişletme politikasını devam ettirmeye çabalıyor. Bu politika Tahran tarafından on yıllardır kullanılıyor ve ne eski ABD başkanı Donald Trump tarafından benimsenen azami yaptırım politikası ne de Barack Obama’nın tercih ettiği yumuşak güç, diplomasi ve nükleer anlaşma politikası onu bundan caydıramadı. Görünüşe bakılırsa mevcut yönetim de büyük bir ihtiyat ve tereddütle de olsa Obama’nın politikasına meyilli.
Washington’un olup bitenlere ve sızdırmalara tepkisini tahmin etmek zor ama özellikle iki ülke de içeride kriz içinde olduğu için İsrail ve İran’ın farklı ve çeşitli baskılarına boyun eğmeyeceği tahmin ediliyor.
İran’ın krizinin sebepleri; yaptırımlar, korona salgını, büyüyen ve rejime karşı kızgınlık kertesine varan iç huzursuzluk, her ne kadar formalite ve muhafazakarların sıkı kontrolü altında gerçekleşecek olsa da göz ardı edilmemesi gereken yan etkilere sahip olan yaklaşan seçimler.
Siyasi hayatın dışında kalmanın eşiğinde gibi görünen Netanyahu ve İsrail’e gelince, içerideki siyasi parçalanma nedeniyle krizde. Bir diğer nedeni de genel olarak Batı ve özelde ABD’nin, 10 yıldan fazla bir süredir egemen olan İsrail sağının politikalarına yönelik değişen ruh halinden kaynaklanan endişe.
İki aktif ve aceleci bölgesel güç arasında hüküm süren kriz ve gerilim iklimi istikrar için iyiye işaret etmedikçe beklenti durumu hakim olmaya devam edecek. Aynı şekilde büyük ve kudretli güçler kendi iç kaygılarıyla, bölge halkları ile istikrarları pahasına aralarındaki çatışmaları yönetmekle meşgul oldukları sürece.
Sam Mensa şarkulavsat