KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Sam Mensa: Aceleci Moskova’nın diplomatik boşlukları

Sam Mensa: Aceleci Moskova’nın diplomatik boşlukları

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
283 0

Görünen o ki, bölgenin bugünlerdeki özelliği, aceleci olmasa da bölgesel meselelere doğrudan dahil olan tarafların, yani özellikle Rusya, İsrail ve İran’ın tutum ve uygulamalarına eşlik eden hızdır. Bu durum, diğer taraflar için de geçerlidir, ancak farklı bir düzeyde.

Birkaç gün içerisinde Rusya, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov aracılığıyla iki girişim başlattı. Birinci olarak, Suriye’nin kapsamlı bir İran – İsrail çatışmasına arena olmasını önlemek amacıyla İsrail’in, Suriye’den geldiği var sayılan İran güvenlik tehditleri hakkında bilgilendirmesi önerildi. Diğeri ise, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, İsrail ve Filistin’in yanı sıra Uluslararası Dörtlü ülkelerinin (Rusya, ABD, Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM)) Dışişleri Bakanları düzeyinde olmak üzere barış sürecinin başlatılmasını tartışmak için gelecek baharda Moskova’da bir konferans düzenleme çağrısını kapsıyor.

Bunlara ek olarak, Hmeymim üssünde düzenlenen Suriye- İsrail- Rusya görüşmesi hususunda yayınlanan şüpheli haberlerin zamanlamasına ilişkin masum olmayan bir sızıntı var.

Özellikle ‘Uluslararası Dörtlü’ konferansına yapılan çağrı olmak üzere bu iki girişimle Rusya, ABD Başkanı Joe Biden’in geçen hafta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i aramasından önce başlattığı diplomatik hamlesini ortaya koydu. Bu bizi, bu hamleyi, Rusya’nın yeni bir rol üstlenme ya da yeni ABD yönetimine eşlik eden eski bir rolü harekete geçirme arzusu olarak yorumlamaya itiyor. Bu eski rol, aynı zamanda özellikle Suriye’deki diplomasisini etkileyen çıkmaz döngüsünü ve sınırlarda ve Suriye topraklarında tırmanan İsrail- İran gerilimini önleme başarısızlığını da kırıyor.

Anayasa Komitesi’nin Cenevre’deki umutsuz toplantılarının yeniden başlamasına rağmen Rusya’nın Suriye’deki çatışmaya çözüm bulma rolü, reform başarısızlığı nedeniyle bir kısır döngü içindedir. Herhangi bir sonuç alınamadığına dair kanıtlar, BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Suriye’deki durumun kırılganlığından söz ederken ifade ettiği cümleleri de doğruluyor. En doğrudan öneri, Beşşar Esed’in yaklaşan başkanlık seçimlerinde mevcut anayasa temelinde yenilenmesiydi.

Ayrıca Suriye’de herhangi bir yeniden yapılanma projesinin veya yerinden edilenlerin geri dönüşüne dair ciddi konuşmaların olmaması, Şubat sonunda Astana toplantılarını canlandıracak olan Rusya açısından büyük bir başarısızlıktır.

Başka bir açıdan, ister eski ve yeni nükleer meseleler, isterse de İran’ın, müttefiklerinin ve vekillerinin Suriye’nin yanı sıra Lübnan’ın kuzey sınırlarında sürekli modernleşen silahlarıyla genişlemesi nedeniyle tırmanan endişeler olsun benzeri görülmemiş bir İsrail hareketine tanık oluyoruz. Bu hareketlilik ise İsrail liderliğinin İran’ın bölgedeki yıkıcı rolüne dair birçok düzeyde yenilenen farkındalığının doğru bir tanımı çerçevesinde geliyor.

İsrail’in Suriye’deki İran varlığıyla mücadele etmek için uyanık olması hususunda anlaşmazlığa yer yok. Bu uyanıklık, daha önce görülmemiş bir hızla İran mevzilerine yönelik yoğun askeri operasyonlara çevrildi. Geçen hafta askeri seferberlik ve Golan cephesine yönelik askeri seferberlik ile de zirveye ulaştı.

Bu İsrail uyanıklığının birçok nedeni var. Belki de bunlardan en önemlisi, Rusya’nın İran’ı sınırlarından uzaklaştırma vaatlerinin kesin başarısızlığı ve Esed rejiminin İran’ın ülkesindeki genişlemesini durdurma yeteneğine ilişkin hayal kırıklığı olabilir. Esed, Suriye topraklarının yüzde 80’ini kontrol ettiği iddiasıyla İran’ın müttefiklerine güveniyor. Bu kontrol doğruysa, bir yandan hava gücü diğer yandan da diplomatik destek kullanarak rejimi destekleme rolünü azaltan Moskova’dan çok, sahadaki İranlılar sayesinde gelişti.

Seçimlerle karşı karşıya olan İsrail, Barack Obama’nın ilk dönemiyle başlayan ve ikinci döneminde de Tel Aviv ve Washington arasındaki ilişkilerde mevcut olan soğukluk ve İsrail kızgınlığı ortasında 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmayla tırmanmış kronik endişesi nedeniyle hareketliliğini hızlandırdı.

İsrail’in bu kaygısı, Biden’ın gelişi ve Donald Trump’ın politikalarının ortadan kalkmasıyla yenilendi. Böylece yeni yönetime şu iki endişeyi bildirmek zorunlu ve acil bir mesele oldu; İlk olarak 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmaya geri dönmek ve yaptırımları kaldırmak… En az ilk kadar önemli olan ikinci durum ise, özellikle de İsrail’in kuzey sınırındakiler olmak üzere İran balistik füzeleri ve bölgedeki müttefiklerinin rolleriyle ilgili…

İsrail’in korkusunu artıran şey, koronavirüs salgınıyla mücadele etme hususundaki büyük uğraşlarla başlayarak, ABD’nin iç kesiminde birçok düzeydeki değişikliklerdir. Aynı şekilde başkanlık seçimleri ve Kongre binasına saldırı girişiminin ardından yaşanan şiddetli kriz de bu korkuların kapsamında yer alıyor. Koronavirüse karşı verilen mücadele, ABD solunun İsrail’e karşı tavrındaki değişiklikleri de gizlemiyor. Demokrat ılımlı solun bir bütün olarak bölgeye ilişkin duruşları da dikkate alınmalıdır. Zira bu duruş, Çin, Rusya ve İran’dan başlayarak ekonomi ile biten büyük ABD endişelerinin bir sonucu olarak genel şekilde Ortadoğu’ya olan ilginin azalmasıyla temsil ediliyor.

Washington açısından yapısal ve stratejik olan, iki ülke arasındaki ilişkilerin sağlamlığına rağmen bu değişiklikler, ABD tarafından kendisine sağlanan desteği azaltabileceği için İsrail açısından endişe kaynağı sayılıyor. Bu sahne, İsrail’i kesin olmayan sonuçlarla birlikte bölgede büyük veya sınırlı bir çatışmaya kayabilecek operasyonlar yapmaya teşvik edebilir.

Üçüncü taraf olarak, yani Yemen’den Beyrut’a vekilleri aracılığıyla askeri engellerini, provokatif açıklamalarını ve saldırılarını durdurmayan İran kaldı. Elbette İran ekonomi, sağlık, toplumsal ve siyasi sektörlerde çok yönlü baskılar yaşıyor. Tekrarlı askeri manevralarla sarmalanmış İran’ın kibri ne düzeyde olursa olsun bu, koşullarını en hızlı şekilde değiştirme arzusunu gizlemeyecek. Koronavirüs pandemisi, ekonomik ve toplumsal yaptırımların yankılarının ağırlığı da dahil, mevcut durumdan yorgunluğa işaret eden bir hareketle, yeni ABD yönetiminin kendisine doğrudan ve dolaylı mesajlar göndermesini beklemedi. Aynı şekilde İran, halk protestolarının geri dönüş beklentisi ortasında yaklaşan seçimlerle karşı karşıya. Ayrıca Irak ve Lübnan’da karşı karşıya olduğu halk tepkisi ve Suriye’de maruz kaldığı saldırıları hatırladığımızda müttefiklerinin ve vekillerinin koşulları, kırık bir silindire benziyor. İran siyasetindeki tıkanıklığa değinenler, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in, ‘Foreign Affairs’ dergisindeki son makalesine inanıyor. Zarif, İran’ın vizyonunun ve zig zaglı diplomasisinin rotasından sapmadığını dile getiriyor.

Rusya’nın ne aradığını ve Moskova ile Washington arasındaki ilişkilerde ciddi bir değişiklik olup olmadığını bilmeden sahne tamamlanmış sayılmaz. Değişen şey, bölgede daha etkili bir Rus rolüne dair bir ABD arzusunun varlığı mı? Yoksa İran’ın müttefikleri, milisleri ve yerel kolları aracılığıyla birden fazla ülkede yayılan İran ideolojisi militanlığına değinmeden, Rusya’nın özellikle de Maşrek’te, yani Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Filistin’de olumlu bir rol oynayabilme becerisi mi? Ya da Rusya, eğer doğruysa birinci ve ikinci değişkenlerin gerçekleşmesine izin vererek, ABD’lileri bölgeden uzaklaştırma konusundaki eski ve yenilenmiş arzusundan vaz mı geçiyor?

Belki kesin bir cevap vermek imkansızdır. Ancak Rusya- ABD ilişkilerinde herhangi erken bir değişikliğin olması muhtemeldir. Bölgedeki krizlere çözüm senaryoları, bölgedeki ‘İran hükümdarlarının sert, kibirli ve yayılmacı ideolojisi, İsrail’in Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşim hedefleri ve Arap dünyasındaki başarısız yönetim’ hususlarındaki üç zorlu denklemi ele alan ABD müdahalesi olmadan kırılgan kalacaktır.

Şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir