KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Salih Kallab: İran yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya

Salih Kallab: İran yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
238 0

Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın açıklamaları, İran güvenlik organlarını “çete” olarak tanımlamasıyla, mevcut yönetimin İsrail’in ülkenin nükleer reaktörlerine verdiği tahribatın hacmini gizlediği ve İran’ın nükleer faaliyetiyle ilgili iki kamyon dolusu belgeleri çaldığı sözüyle sınırlı kalsa bile… Beni gözetliyorlar mı?… Siz kişisel hükümlerinizle fırsatları tehditlere dönüştürerek ülkeyi korkutuyorsunuz.

İran’daki siyasi çekişmeler doruk noktasına ulaşmasaydı, çeşitli yıllar cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Ahmedinejad’ın bu tür gizli ve hassas durumları açıklaması doğru olmazdı. Hatta cumhurbaşkanı adayı ve aynı zamanda dini lider Ali Hamaney’in hilafetine aday olan İbrahim Reisi, medyada rakipleri tarafından İran’ın yolsuzluk sütunlarından birisi olarak tanımlanıyor. Yine Ahmedinejad’ın İran’ın nükleer ve askeri tesislerinin saldırıya uğradığı ve yabancı istihbaratların özellikle de İsrail istihbaratının ülkesinin önemli ve gizli kurumlarına sızdığı hakkında açık bir şekilde konuşma hakkına sahip değildir.

Şayet İran’daki çekişmeler olmasaydı, Azeri kökenli dini lider Ali Hamaney’in konumundan sonra ülkesinde en yüksek makama gelen Ahmedinejad gibi bir adamın ülkesinin sırlarını bu şekilde açıklamaması gerekirdi. Öyle ki ülkedeki Farsların otoritesinin zirveye ulaştığı ve nihai patlamanın yaklaştığı varsayılıyor. Yine Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi Arap ülkelerinin içişlerine müdahalelerin arkasında yatan hedefin; İran halkını iç sorunlarından ve çekişmelerinden uzakta tutup dış meselelerle meşgul etmek olduğu tahmin ediliyor.

Aynı şekilde eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın devletin yakın ve uzak tarihiyle ilgili sırları tereddüt etmeden açıklaması, İran’daki iç çekişmelerin zirveye ulaştığını ve olası patlamanın yaklaştığını göstermektedir. Çünkü Ahmedinejad, başta Ali Hamaney olmak üzere mevcut yönetimin, üçüncü bir devlet aracılığıyla Tel Aviv’e nakledilen iki kamyon dolusu gizli belgelerin çalınmasına, İranlı bilim insanlarına yönelik suikast düzenlenmesine ve İran’da çevre kirliliğine yol açan yangınların çıkmasına ek olarak, İsrail’in İran’ın nükleer reaktörlerine verdiği zararın hacmini -ki bu zarar, 10 milyar doları geçiyor- İran halkından gizlediğini dile getirdi.

Bilindiği üzere İran, çeşitli etnik azınlıkları barındıran ülkelerden birisidir. Şöyle ki nüfusun yaklaşık yüzde 51’ini oluşturan Farsların yanı sıra dini lider Ali Hamaney’in de mensup olduğu Azerbaycan Türkleri, ülke nüfusunun yüzde 24’ünü oluşturuyor. Öte yandan Gilekler ve Mazenderanlılar, ülke nüfusunun yüzde 8’ini teşkil ederken Kürtler, nüfusun yüzde 7’sini ve Araplar ise nüfusun yüzde 3’ünü teşkil etmektedir. Bazıları, Ahvaz, Huzistan ve körfez Arapları ile İran’ın farklı bölgelerinde yaşayan ve sayıları 1,5 milyon olduğu tahmin edilen Arapların da eklenmesiyle Arap nüfusunun yüzde 7,7’ye ulaştığını söylüyor. Diğer yandan İran’daki Kürtlerin oranının ise yüzde 10 civarında olduğunu belirtenler var.

Yani bu ülkedeki iç, etnik ve siyasi çekişmeler, 1979 yılındaki Humeyni devriminden 42 yıl sonra doruk noktasına ulaştı. Yine mollalar rejiminin İran halkına karşı kullandığı demir yumruğa ve mezhepçi ihraç politikasına rağmen iç patlama yaklaştı. Bilindiği üzere yukarıda zikredilen bazı etnik azınlıklar özellikle de Kürtler, rejimin baskısının artmasının ardından şu an ve geçmiş dönemlerde silahlı eylemlere ve ayaklanmalara başvurdu.

Unutulmamalıdır ki Irak’la yapılan 8 yıllık savaşta -ki gerçekte bu savaş, yeni bir Arap-İran savaşı olarak addedildi ve aslında öyleydi de- yıkıcı bir şekilde hezimete uğramasının ardından Ayetullahlar rejimi, mezhep silahına başvurarak Şii ve Sünni Araplar arasındaki anlaşmazlığı artırma yoluna gitti. Bundan dolayı İran, 4 Arap ülkesine açık bir şekilde askeri müdahalede bulundu: Irak(bilad-ı rafideyn), Suriye(Arap milliyetçiliğinin merkezi), Güney Beyrut banliyösünün Hasan Nasrallah -ki denildiğine göre İran’ın gücüyle üzeri örtülen meşhur Beyrut Limanı patlamasından kendisi sorumludur- adına el koyduğu Lübnan ve Yemen. Zira İran’ın açık desteğiyle Husiler, başta şanlı tarihe sahip başkent Sana olmak üzere Yemen’in büyük bir bölümünü kontrol etmeye başladı.

Çeşitli siyasi, mezhepsel ve etnik çekişmelerin yaşandığı İran, belirtileri açık bir şekilde ortaya çıkan iç parçalanmaya ve yukarıda zikredilen azınlıklardan birisi ya da daha fazlası tarafından başlatılabilecek silahlı çatışmalara doğru gidiyor. Öyle ki ne Türk kökenli Ali Hamaney ne de halefi bu çatışmaları durdurabilecek. Fakat ulusal muhalefeti temsil eden Halkın Mücahitleri Örgütü ve bazı etnik azınlıklar, durumu kontrol altına alıp bütün etnik azınlıklar dahil tüm İran halkını kapsayan ulusal ve demokratik bir rejim kuramazsa en nihayetinde bu çatışmalar, yıkıcı bir iç savaşla son bulacaktır.

Bu çerçevede unutulmamalıdır ki Şah Muhammed Rıza Pehlevi, babasının ve kendisinin oturduğu tavus kuşu tahtının beklemediği bir anda yıkılacağını düşünmemişti. Yine Pehlevi, Irak’ta uzun yıllar siyasi sığınmacı olarak kalan ve daha sonra Fransa’ya giden Ayetullah Humeyni’nin kendisinin oturduğu tahta oturacağını, İran’ın altüst olacağını, Kum sarıklılarının bunca yıldır İran’ı demir ve ateşle yöneteceklerini, ülkeyi o dönemde Irak rejimiyle 8 yıllık savaşa götüreceklerini, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’e askeri müdahalede bulunacaklarını ve bu bölgedeki çatışmayı İran-Arap çatışmasına ve Şii-Sünni mezhep çekişmesine dönüştüreceklerini ummuyordu. Halbuki bu bölgenin çatışması, Filistin’in çoğunu ve aynı şekilde Golan Tepeleri’ni işgal eden Siyonist İsrail’ledir.

Açıkçası İran’ın çeşitli Arap ülkelerinin içişlerine yönelik tüm bu askeri, istihbari ve siyasi müdahalesi, ülke içerisindeki ekonomik çöküşten ve farklı güç merkezleri arasındaki şiddetli çatışmalardan bir kaçıştır. Ayrıca yukarıda işaret edilen etnik azınlıklar, artık iktidarın baskısına tahammül edemiyor. Etnik grupların hepsi olmasa da birçoğu, silaha başvurdu. Burada tam olarak kastedilen grup, velayet-i fakih devletine ve geçmiş yıllarda Irak’a karşı birçok kez silahlı direniş başlatan Kürtlerdir.

İran’a demir ve ateşle hükmedenler, ülkenin kötüleşen durumlarından kaçıp komşu ülkelerin içişlerine enlemesine-boylamasına müdahale etti ve İran güçlerini 4 Arap ülkesine gönderdi: Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen. Böylece İran, söz konusu ülkelerin içişlerine müdahale etmeye, siyaset ve güvenlikle ilgili kararlar almaya başladı. Gerçekten de bu durum, yukarıda bahsi geçen 4 ülkeyle sınırlı değildir. Aksine bu müdahale, İran’ın nüfuz çemberinin dışında kaldığı varsayılan Ermenistan ve Azerbaycan gibi diğer ülkelere kadar uzandı.

Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir