Arapların halk ve dolayısıyla millet olarak “ebedi mesajı olan tek bir millet” olarak tanımladığı bir ittifaktan söz edebiliriz. Bu, yakın ve uzak tarihlerinde daha önce ulaşmadıkları bir durumdur. Elbette -söylenildiği üzere- “maraton güzergâhındaki bağlantıları” temsil eden bazı Arap güçlerinin ve devletlerin de olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Bu ülkeler, tüm güçleri ve imkanlarına rağmen çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır. Burada tartışma götürmez bir gerçek var ki o da Suudi Arabistan Krallığı’nın ve elbette onunla birlikte kardeş Arap ülkelerinin tüm bu zorluklarla yüzleşmeye başladığıdır. Bu tehditlerin en başında -aslında en tehlikelisi olan- ‘Veliyi Fakih Devleti’ unvanıyla İran ve onun tehditleri ve meydan okumaları geliyor. Oysa bir zamanlar kardeş ülke olarak kabul edilen İran, şu an Arapların ve Arap milletinin en büyük düşmanı ve onlar için en büyük tehdittir.
Bazı Araplar, 1979’daki İran devrimini sevinçle karşılamışlardı. Ancak çok geçmeden tarihi bir mücadeleyle karşı karşıya olduklarını anladılar. Özellikle de devrim liderlerinin ‘devrimi’ Arap dünyasına ihraç etme sloganını yükseltmelerinin ardından bu daha da görünür bir hale geldi. İran’ın Irak’ı, Suriye’yi, Lübnan’ı ve Yemen’in bir kısmını işgal etmesiyle de bu durum fiilen gerçekleşti. Yemen’in bir kısmında kontrolü elinde bulunduran Husilerin, İran’ın ‘velayet-i fakih’ rejiminin hırs ve emellerinin bir uzantısı olduğu biliniyor.
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ve Saddam Hüseyin rejimini devirmesinin, İran’a altın tabakta sunulan bir hediye olduğu biliniyor. Üst düzey bir Arap yetkiliye göre bu sadece bir hata değil; bölgede işlenen en büyük günahtır. Bazılarının da değindiği üzere bu günah, daha sonra bölgenin İran devleti için hayati bir alana dönüşmesine yol açtı. Bu mesele daha dikkatli bir şekilde incelenmeyi hak etmektedir. Bunun nedeni, ‘velayet-i fakih’ devletine karşı koyacak ve onun tüm saldırgan emellerini boşa çıkarabilecek etkili Arap güçlerinin olmasıdır!
Birçokları bölgeyi artık bir Arap bölgesi olarak değil, bir İran bölgesi olarak da görüyor. Bu elbette doğru değil. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi kendisini Lübnan, Suriye ve diğer Arap ülkelerinin başkanı olarak görüyor. Bunu yaparken Tahran’a bağlı doksan binden fazla kişiden oluşan bir güce dayanıyor ki bunların başında Araplara ve Arap ulusuna en çok düşmanlık duyanlardan biri geliyor. Bilmek istemeyenler dışında herkese malum olan bir şey var ki o da Yemen, Irak ve Suriye’de ve ne yazık ki Lübnan’da işgal ve ilhak emellerine sahip olan İran’ın birtakım kazanımlar elde ettiğidir. Dahası bazı Arap rejimlerinde huzursuzluk çıkarmaya çalışıyor ve bunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor. Şayet ‘Yarımada Kalkan Gücü’ olmamış olsaydı bu kritik dönemde hırslarını gerçekleştirirdi.
İran, çoğu girişiminde başarısız olsa da Suriye, Irak ve Lübnan’da bazı atılımlar gerçekleştirdi. Böylece ‘Fars’ İran devleti işgalci bir devlet haline geldi. Pratikte Filistin’i ve Suriye’deki Golan Tepeleri’ni işgal eden İsrail’den bile daha tehlikeli bir devlete dönüştü. Dolayısıyla emelleri ve “işgalci” genişlemesiyle halihazırda Araplar için “Siyonist düşman” İsrail’den daha tehlikelidir. Bu nedenle Devrim Rehberi’nin ‘Ortadoğu’nun Hitler’i’ olarak nitelendirilmesi, hakikatten uzak bir tanımlama değildir. Bundan dolayıdır ki eski ABD Başkanı Donald Trump, 2018’de Tahran ile nükleer anlaşmayı iptal etmeye ikna oldu.
Şam ile ilişkilerini düzeltmeyi düşünen bazı Arap ülkeleri, bütün bu hususları dikkate almalı ve yukarıda belirtilen gerçekleri fark etmelidir. Suriye her açıdan İran’a tamamen bağımlı hale geldi ve artık bir Beşşar Esed rejiminden söz edemeyiz. Ne yazık ki bu kilit ve büyük Arap ülkesinin karar yetkisi İran’ın ve Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin elindedir. Dolayısıyla İran bazılarının sandığı gibi komşu ve kardeş bir sınır devleti değildir. Bu devlet eski haline geri döndü. Burada ne geçici Ahameniş döneminden ne de önceki dönemlerden bahsediyorum. İran şu an bunun da ötesine geçerek bölgede bazı ülkeleri kontrolü altına almayan çalışan despot bir ülke haline geldi. Arap ulusunun içinden geçtiği bu kritik aşamada buna karşı konulması gerekiyor.
Tüm bunlardan sonra söylenecek nihai şey, Arapların -özellikle de Suudi Arabistan’la- gerçek bir dayanışma içine girmeleri gerektiğidir. Özellikle Suudi Arabistan dememin sebebi, tüm bu tehlikeli meydan okumayla gerçekten ve fiilen karşı karşıya olan devlet olmasıdır. Buradaki asıl sorun İran’ın siyasi, güvenlik ve askeri alanda bazı Arap ülkelerine nüfuz etmiş olmasıdır.
Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı