Her bir kavim millet olup birikmek için tarihi bir süreçten geçiyor. Kazak Türkleri de bu süreci geçirmişler, toplum olup, halk ve millet olup bir araya gelmişler, bundan sonra da bağımsız bir devlet kurmanın yolunda farklı tarihi olaylardan geçmişler, büyük zorluklar çekmişler ve güzel günleri de görmüşlerdir. Tarihe bakarsak Kazak halkının ne tür zorluklardan geçtiğini, büyük zulümleri gördüğünü anlayabiliriz. Buna rağmen Kazak Türkleri, her daim yükselme, gelişme yolunda canlarını feda ve güçlerini sarf etmişlerdir. Aynı anda çok barışçıl ve alçak gönüllü bir tolum olarak kalmışlardır.
Fakat gelişmek ve yükselmek, bağımsız ve egemen bir ülke olmak için daima zorluklara hazır olmak demektir. Gelişmenin yolu kolay değildir. Gelişmenin yolu düz değildir. Bu yolda iniş var, çöküş var, tepesi var, dağı var, ilerisi ve gerisi var, dönüşü vardır. Bu yolun ne kadar büyük bir sebil olduğunu günümüzde de yani gelişme yolundayken, zor durumlardayken anlıyoruz. Bunu asla unutmadık ve unutmamalıyız.
Kazak Türklerinde Eldi er bastaydı deyimi var. Yani elin (devletin, toplumun) yükü erin (yiğidin) omzunda demek. Kazak halkının da böyle yiğitleri, delikanlıları vardır. Bunlardan biri hem de özel bir yere sahip olanı, şair ve yazar, kamu ve devlet adamı, Saken Seyfullin’dir.
Saken’in yazdığına atıf yaparak şöyle diyebiliriz: hem dar hem de kaygan bir yoldur. Bu yolda yazar durmadan çalışmış ve sonraki nesillere kıymetli bir miras bırakmıştır.
Bugün biz makalemizde, Saken Seyfullin’in 1924 yılında yazdığı Türkiye’nin durumu makalesini söz konusu etmek istiyoruz. Yüzyıla yakın bir zaman öncesinde yazılmış bu makaleden biz sadece Türkiye meselesini gördük ve bunu anladık dersek o zaman bu çalışmayı sonuna kadar anlamamış sayılırız.
Yazarın bahsi geçen makalesinde değindiği problemi günümüz sosyal ve siyasi durum açısından bakmaya çalıştık.
Birinci mesele, Saken Seyfullin, tek bir millet olan ve ayrı ülkelere ayrılmış Türk topluluklarının o zamanki durumunu yakından incelediği anlaşılıyor.
Bir millet, farklı devlet olan, kökü aynı, kaderi farklı Türk milletinin yaşadığı toplumsal siyasi durumu o zamanki Kazak aydınlarını, Kazak okumuşlarını çok acıtmıştır.
Günümüzde duygusal şiirleri, Türk halklarının arasında kıymetli cevherlere bezetilen Mağcan Cumabayulı Uzaktaki kardeşime şiirinde şöyle demekte:
Uzakta ağır azap çeken kardeşim,
Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim,
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim.
Şairin Uzaktaki kardeşime adlı şiirinin ortaya çıkma tarihini kimi bilir, kimi bilmez. 1921 senesinde Mustafa Kemal Atatürk, milli hareket başlamış ve İngiliz, Fransız ordularının Türkiye topraklarından dışlama mücadelesini gerçekleştirmiştir. Türkiye tarihindeki büyük zorluklar zamanı bu olabilir. Zor anda Mağcan Cumabayev, Türk kardeşlerimize Uzaktaki kardeşime şiirini yazmıştır.
Diğer Kazak yazarları Türk konusuna kendi eserlerini adamışlardır.
Saken Seyfullin, Türkiye’nin durumu adlı makalesinde o zamandaki Türkiye’nin sosyal ve siyasi durumunu her taraflı incelemiş ve kendi bakışını ortaya koymuştur.
Sonsuza kadar uykuya gitmiş gibi olmuş Türkiye, tekrar kalkmış, güçlenmiş ve yeni güçle, yeni gayretle yeni hayata başlamaya hazırlanmaktadır.
…Türkiye’nin sultanları, halifeleri, onların halefleri, paşaları, zengin tabakası, fukarayı zulmetmişler, baskı altında tutmuşlar, onlara karşı kafalarına göre davranmışlardır. Onlar, dini kendi yararlarına kullanarak fukaraya yanlış bilgi vermişlerdir. Örneğin, dine, halifeye karşı çıkmanın, itaat etmemenin bir günah olduğunu, bunu yapan kimsenin cehennemlik olduğunu ve itaat edip din yolunda olmanın da büyük bir sevap olduğunu, cennet yolu olduğunu, cennette de huri kızlarına kavuşacağını anlatmışlardır. Kendileri de günde 5 vakit namaz kılmış gibi yapmışlar…
…halkı cehaletle zehirletirken… Avrupa halkları durmadan çalışmıştır. Onlar, yeni şeyler üretmeye, öğrenmeye ve kurmaya çalışmıştır. Bilim ve sanat okullarını kurmuşlar, tüm kurak topraklara demir yol, telegram, telefon hatlarını çekmişler, dumanlı fabrikalar kurmuşlar, okyanuslara, denizlere gemilerini koymuşlar ve Dünyaya hakim olma niyetini bildirmeye başlamışlardır.
İşte, böylece Avrupa, adım adım ileri çıkmaya başlamıştır. Türkiye halkı ise cehalet içinde yaşamına devam etmiştir.
…Eskiden Türkiye’den korkmuş ülkeler artık onu her taraftan baskı altına almaya başlamışlardır. Türkiye’ye karşı meydan okuyup savaşan ülkelerin her biri galip çıkmış ve topraklarını almıştır. Kuvvetli ülkeler Türkiye’nin iç siyasetine karışmaya başlamışlardır. Türkiye’ye yardım etmiş gibi yaparak Türkiye topraklarından hammadeyi kendi topraklarına taşımışlardır. Bahsi geçen ülkeler Türkiye topraklarında telegram, demir yol hattını, gemi, maden fabrikalarını, silah fabrikalarını kurmaya anlaşmışlar ve Türkiye siyasetini kendi ellerine almaya başlamışlardır. Sonunda Türkiye’nin ticaretini, fabrikalarını Avrupa ülkelerinin zengin tabakası yönetmeye başlamıştır. Onlar, Türkiye’nin tüm hammaddesini kendileri almışlardır. Türkiye’nin kendisi üreten hammaddenin tamamını toplamış ve almışlardır… artık her şeyi yutmaya başladılar.
Yani Türkiye, tıpkı bir engelli insana dönüşmüş durumdaydı. Türkiye çıkmaz yoldaydı. Avrupa, Türkiye’yi iyiyice avucunun içine almıştı. Kapitalist Avrupa ülkeleri Türkiye sultanlarını ve halifelerini baskı altında tutup parmaklarında oynatıyorlardı. Böylece yıllar geçmiştir…
Türkiye’nin yeniden gelişeceğine, tekrar baş göstereceğine kimse inanmıyordu. İşte, Türkiye bu duruma geldiği zaman okumuş genç Türkler büyümüş ve Türkiye’nin bu durumuna acıdıkları için artık siyasete karışmaya başlamışlardır. Onlar 1908’de Abdülhamid’i tahtından indirmişler… İşte bu anda herkes Türkiye’nin artık yok olacağını zannetti. Türkiye artık çökecek, bundan sonra Türkiye yükselemez dediler. Buna rağmen Türk halkının milli hissi ve namusu buna yol vermemiştir. Halk, kendini boğup yaşamasına engel yapan Avrupa’ya meydan okumuştur. Artık halk çok cesaretliydi.
Avrupa’ya karşı mücadele kampanyası tüm Türkiye’ye yayılmıştır. Halkın milli namusu gün geçtikçe büyüdü ve alev gibi ilerleyen ulusal hareket artık durdurulmaz hale gelmiştir. Kısa süre içinde milli asker kurulmaya başlamıştır. Bu hareketin başında olan Mustafa Kemal isimli paşa Türkiye’nin Erzurum, Sivas adlı şehirlerinde meclis kurmuştur. Bu yolda lider olan Mustafa Kemal isimli paşaydı…
Mustafa Kemal Atatürk kimdi?
“Türkiye, I Dünya Savaşında sömürgeci politikayı, sömürgecilere karşı bağımsızlık için mücadeleyi, Genç Türklerin dağıtımını ve Sultan sisteminden tamamen çekilmeyi, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü görmüştür. Osman İmparatorluğu, savaşlardan ve iç siyasi tartışmalardan tamamen yorulmuş bir ülkeydi. Savaştan sonra Türkiye, Doğu Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Filistin topraklarından tamamen mahrum kaldı. Askere üç milyona yakın erkeğin alınması nedeniyle, tarımsal üretim keskin bir şekilde düştü. Ülke çöküşün az kalsın eşiğindeydi”.
Buna rağmen Türk halkı vatanı kalkındırma yolunda el ele geldiler. Çünkü milli kurtuluş hareketinin önderliğinde Mustafa Kemal vardı. Mustafa Kemal’in destekçileri, askeri yenilişi galibiyete dönüştürdüler. Ruhu çökmüş, dağılmış ülkeyi bağımsızlığa kavuşturdular.
“Mustafa Kemal, bağımsız bir devlet yarattı, küresel dönüşümler gerçekleştirdi ve devleti yeni bir gelişme aşamasına getirdi. Onu seviyorlar, ülkesine barış getiren ve Türkiye’yi dünyaya tanıtan bir askeri lider olarak, büyük çabalarıyla Türkiye’de adalet ve düzen kuran bir devlet adamı olarak saygı duyuluyorlar. Mustafa Kemal’in reformlarında güç veya ceza kullanmaya gerek yoktu. Çünkü o, insanların gözünde yüksek saygıya sahipti, önceki yöneticilerin 100 yıl içinde uygulayamayacakları reformları kısa süre içinde ülkede yapabildi. Mustafa Kemal, daima her şeye yetişiyordu, çünkü o, her zaman insanları önemsedi ve halkın desteğini istedi. O, halkın desteği sayesinde demokratik bir temelde gelişmeye devam etti. Atatürk, Türk Cumhuriyetinin temelini kuran adamdır”.
Saken Seyfullin’in bu makalesi hem bilişsel açıdan hem de kaynak bakış açısından bizim için çok değerlidir.
Şimdiki toplumumuzda politik-sosyal konum, güç ve halk arasındaki boşluk, gençler ve ileri nesil arasındaki eşsiz dünya görüşü ve başka şeyler hakkında yazılmış yorumlar, düşünceler özellikle anlamsız fikirlerin dışına çıkamayan bazı makaleler periyodik baskıda, internette arada bir çıkıyor. İyi analitik araştırmalar fazla değildir.
Saken Seyfullin’in makalesinde tartışılmış mesele, toplumun her zaman istediği, aradığı bir sorunun cevabını içermekte, gözü açık insanların yön alabileceği analitik bir çalışma düzeyindeki bir makale diye düşünüyorum.
***.
SAKEN SEYFULLİN «TÜRKİYE’NİN DURUMU» MAKALESİ
(Mustafa Kemal Atatürk’ün imajı ve ülke tarihindeki yeri)
Sonsuza kadar uykuya gitmiş gibi olmuş Türkiye, tekrar kalkmış, güçlenmiş ve yeni hayata başlamaya hazırlanmaktadır. Yüzyıllarca İslamın ağır zincirini taşıyan, zalim sultanların tüm Dünyadaki Müslüman halklarına kötülük yapan halifelerin katı kuralları ile yaşayan ve eski, çürümüş yasalarla yaşamış Türkiye, artık yeni yola başlamaktadır.
Şimdi Türkiye İslamın ağır zincirinden, dar kafesten çıkmıştır. Artık Türkiye sultanların, halifelerin katı kurallarını bozmuş ve gelişmiş ülkelerin alanına çıkmıştır. Türkiye’de artık sultanların ve padişahların zamanı geçmiştir. Türkiye’de artık tüm Müslüman halklarına baskı yapan halife yoktur. Türkiye’ye şimdi yeni yasa, yeni sistem, yeni düzen, yeni hükümet gelmiştir. Türkiye’de artık yeni cumhuriyet kurulmuştur.
Yakın gelecekte Türkiye’nin Ankara şehrinde “Büyük Millet Meclisi” adlı Türkiye halkları temsilcilerinin kurulu kararnamesi ile Türkiye’de artık halife yetkisi iptal edilmiştir. Eski Halife ve onun ailesi Türkiye’den kovulmuşlardır. Bundan böyle din, devlet işlerine, hükümet işlerine karıştırılmayacaktır. Camilere ait mülkler, devlet hazinesine geçecektir. Bununla birlikte, dini eğitim veren okulların ve medreselerin tümü kapatılacaktır.
İşte, bu yeniliklerin tümünü yapan Türk halkının her vilayetinden seçilmiş Ankara şehrindeki temsilcilerin büyük meclisidir. Bu Meclisin kararları, tüm Müslüman halkların ve ayrıca tüm Türk halklarının hayatına yeni bir tarihi değişim, tarihi yenilik sokmak üzeredir. Bu yenilikleri kim destekleyecektir? Kim karşı olacaktır? Tabi ki, buna imamlar, zenginler karşı olacaktır. Türkiye’nin fukarası, sıradan insanları, okuyan, eğitim almış ve almakta olan gençleri, yeniliği seven gençleri bu değişimi destekleyecektir.
Artık sonsuz uykuya gitmiş, gücü tükenmiş, yaşlanmış, bitmiş, mahvolmuş dedikleri Türkiye neden tekrar güçlenmiş, kalkmış ve tekrar gelişmeye başlamıştır? Nasıl yeni yola yüz tutmuştur?
Bunu kısaca anlatayım.
Eskide çok güçlü olan, tüm Avrupa’yı korku ve baskı altında tutan, büyük toprakları ve sayıca çok halka boyun eğdiren sultanlar, halifeler, hem İslamiyetin sayesinde, hem de kendi katı yasalarının sayesinde sıradan insanları zulmetmiş ve fukarayı cehalette tutmuşlardır. Fakat zamanla onların gücü azalmış ve artık Avrupa da bu ülkeden korkmayacak duruma gelmiştir.
Türkiye’nin sultanları, halifeleri, onların halefleri, paşaları, zengin tabakası, fukarayı zulmetmişler, baskı altında tutmuşlar, onlara karşı kafalarına göre davranmışlardır. Onlar, dini kendi yararlarına kullanarak fukaraya yanlış bilgi vermişlerdir. Örneğin, dine, halifeye karşı çıkmanın, itaat etmemenin bir günah olduğunu, bunu yapan kimsenin cehennemlik olduğunu ve itaat edip din yolunda olmanın da büyük bir sevap olduğunu, cennet yolu olduğunu, cennette de huri kızlarına kavuşacağını anlatmışlardır. Kendileri de günde 5 vakit namaz kılmış gibi yapmışlar ama aslında haremlerinde kadınlarla eğlenirlerdi. Böylece eski Türkiye’ye bağımlı halklar yavaş yavaş güçlenmeye başlamışlardır.
Örneğin Fas, Cezair, Mısır, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan vb. ülkeler Türkiye sultanlarının zulmünden kurtulmuşlar ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Türkiye’yi yönetmiş sultanlar, halifeler, paşalar, imamlar, halkı cehaletle zehirletirken ve kendileri de saraylarındaki sayısız haremlerinde eğlenirken Avrupa halkları durmadan çalışmıştır. Onlar, yeni şeyler üretmeye, öğrenmeye ve kurmaya çalışmıştır. Bilim ve sanat okullarını kurmuşlar, tüm kurak topraklara demir yol, telegram, telefon hatlarını çekmişler, dumanlı fabrikalar kurmuşlar, okyanuslara, denizlere gemilerini koymuşlar ve Dünyaya hakim olma niyetini bildirmeye başlamışlardır.
İşte, böylece Avrupa, adım adım ileri çıkmaya başlamıştır. Türkiye halkı ise cehalet içinde yaşamına devam etmiştir. Yavaş yavaş Avrupa Türkiye’ye kendi gücünü göstermiştir. Eskiden Türkiye’den korkmuş ülkeler artık onu her taraftan baskı altına almaya başlamışlardır. Türkiye’ye karşı meydan okuyup savaşan ülkelerin her biri galip çıkmış ve topraklarını almıştır. Kuvvetli ülkeler Türkiye’nin iç siyasetine karışmaya başlamışlardır. Türkiye’ye yardım etmiş gibi yaparak Türkiye topraklarından hammadeyi kendi topraklarına taşımışlardır. Bahsi geçen ülkeler Türkiye topraklarında telegram, demir yol hattını, gemi, maden fabrikalarını, silah fabrikalarını kurmaya anlaşmışlar ve Türkiye siyasetini kendi ellerine almaya başlamışlardır. Sonunda Türkiye’nin ticaretini, fabrikalarını Avrupa ülkelerinin zengin tabakası yönetmeye başlamıştır. Onlar, Türkiye’nin tüm hammaddesini kendileri almışlardır.
Yani Türkiye, tıpkı bir engelli insana dönüşmüş durumdaydı. Türkiye çıkmaz yoldaydı. Avrupa Türkiye’yi iyiyice avucunun içine almıştı. Kapitalist Avrupa ülkeleri Türkiye sultanlarını ve halifelerini baskı altında tutup parmaklarında oynatıyorlardı. Böylece yıllar geçmiştir.
Türkiye’nin yeniden gelişeceğine, tekrar baş göstereceğine kimse inanmıyordu. İşte, Türkiye bu duruma geldiği zaman okumuş genç Türkler büyümüş ve Türkiye’nin bu durumuna acıdıkları için artık siyasete karışmaya başlamışlardır. Onlar 1908’de Abdülhamid’i tahtından indirmişler ve yerine kardeşini oturtmuşlardır. Türkiye’nin her bölgesinden temsilciler davet etmişler ve toplantı yaparak ülkenin problemlerini ortaya koymuşlardır. Bu toplantının sonucunda böyle bir karar almışlardır. Artık Türkiye’nin yönetimi tek bir sultanın eline verilmeyecek, siyaset işlerini kontrol edecek olan temsilciler tayin edilecek kararı alınmıştır.
Genç Türkler, sultanı tamamen yönetimden uzaklaştırmaya, imamları ülke işlerine karıştırmamaya çaba göstermişler, fakat bunu yapamamışlardır. Genç Türkler Türkiye’ye ufak ufak yenilikler yapmışlardır. Büyük değişiklikler yapamamışlardır. Az vakit sonra genç Türkleri eski Türkler baş etmişler ve eski sistemi yerine getirmişlerdir. Kendileri de yönetimi ele almışlardır.
1914’teki savaşa Türkiye’nin katılımı kaçınılmazdı. Sultan halifenin emri ile savaşa katılmış Türkiye’nin zavallı fukarasının durumu eskisinden de beter kötüleşmiştir. Onlar savaşın ağır yükünü taşımaya mecbur kalmışlardır. Fakir Türkiye daha da fakirlenmiştir. Sıradan halk aç kalmıştır. Savaşın son yıllarında deniz yolları ile gelmiş İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya askerleri Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın Bağdat, Semirina, İstanbul’u almışlardır. Lakin Türkiye’nin sultanı İstanbul’da İngiltere’ye itaat edip işine devam etmiştir. Türkiye artık bağımsız ülke statüsünü kaybetmek üzereydi. Herkes Türkiye’nin artık yok olacağını zannetti. Buna rağmen Türk halkının milli hissi ve namusu buna yol vermemiştir. Halk Avrupa’ya meydan okumuştur.
Avrupa’ya karşı mücadele kampanyası tüm Türkiye’ye yayılmıştır. Halkın milli namusu gün geçtikçe büyüdü ve alev gibi ilerleyen ulusal hareket artık durdurulmaz hale gelmiştir. Kısa süre içinde milli asker kurulmaya başlamıştır. Bu hareketin başında olan Mustafa Kemal isimli paşa Türkiye’nin Erzurum, Sivas adlı şehirlerinde meclis kurmuştur. Sultan halifeye itaat etmeyip Büyük Millet Meclisi adlı hükümet kurmuştur. Başlangıçta bu hükümete Avrupa ülkeleri ciddi bakmamıştır. Biraz sonra Mustafa Kemal’in askeri İzmir adlı şehirde İngiltere ve Yunanistan askerlerini mağlup etmiştir. Bu olay Avrupa’yı şoke etmiştir. Mustafa Kemal’in askeri savaş meydanından ya galibiyetle, ya da ölümle dönmeye karar vermiştir.
23 Nisan 1920 tarihinde gerçekleşmiş olan toplantılarında Türkiye milli hareketinin kararı aşağıdaki gibidir:
… İngiltere’nin kuklasına dönüşmüş sultan halifeye Türk halkı itaat etmeyecektir. Mustafa Kemal’in komutanlığındaki Türk askeri Avrupa askerini Türkiye topraklarından çıkarana kadar ölümüne savaşacaktır. Bundan sonra Avrupalıların Türkiye’nin iç siyasetine karışmasına yol verilmeyecektir…
İşte, milli hareketin amacı ve verdiği sözü buydu.
Bundan sonraki Mustafa Kemal’in komutanlığındaki Türk askerinin ve Avrupalıların büyük savaşlarının gerçekleştiği yer, Anadolu vilayetinde ve Semirina yakınındaydı. Bu bölgede Türk askeri Yunan askeri ile savaşmıştır.
Günlerce savaştılar. Düşmanın askerini ya mağlup etmeyi, ya da tamamen yok etmeyi amaçladılar. Sonunda 1922 senesinin Ağustos ayında Sakarya Irmağının yakınında Mustafa Kemal’in askeri Yunanları mağlup etmiştir. Bundan sonra 1922 Eylülde Yunanları Semirina’dan çıkarmışlardır. Yunanlar yenildikten sonra Avrupa kapitalistleri, Türk halkına boyun eğdirmenin mümkün olmadığını anlamışlardır.
İngiltere başta olmak üzere Avrupa kapitalistleri acele bir şekilde Lozan şehrine antlaşma yapmaya gelmişlerdir. Mustafa Kemal’in yeni hükümetinden başkanı İsmet Paşa ve temsilcileri gelmişlerdir. Sovyetler Birliği de bu toplantıya davet edilmiştir. Sovyet Birliğinden gelen grubu Çiçerin temsil etmiştir. Toplantıda Sovyetler Birliğinin temsilcileri Türklerin yeni hükümetinin projelerini desteklemişlerdir.
Büyük toplantıydı. Çok tartıştıktan sonra savaş alanında düşmanını baş edebilen İsmet Paşa, toplantıda da Avrupalılara dediklerini yaptırabilmiştir. Yeni projeyi başlatan Mustafa Kemal ve İsmet Paşa önderliğindeki Türk askerinin ve hükümetinin hem savaşta, hem de toplantıda düşmanını mağlup etmesine Rusya’nın Sovyetler Birliği büyük bir güç ve destek vermiştir. Çünkü 16 Mart 1921 tarihinde Sovyetlerle Mustafa Kemal liderliğindeki Türk halkının yeni hükümetinin arasında anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşma Mustafa Kemal için büyük bir destek olmuştur. Bu anlaşmanın güç ve destek olmasının nedeni şöyledir:
Mustafa Kemal önderliğindeki Türk askeri Avrupa kapitalistlerine karşı mücadele ediyordu. Rusya’nın Sovyetler Birliği de Avrupa askerine karşı savaşmış, onları baş ettikten sonra da mücadeleye devam ediyordu. Bunun için Sovyetler Birliği Türkiye tarafını tutuyordu. Bunu tüm Dünya biliyordu. Avrupa askeri Kızıl Ordudan çok korkuyordu…
Böylece, Lozan’daki toplantıda Türkler düşmanlarına dediklerini yaptırabildiler. Antlaşma yapılmıştır. İki taraf antlaşmayı imzalamıştır. Antlaşma kararı ile İngiltere başta olmak üzere Avrupa kapitalistleri Türkiye topraklarından çekilmiştir.
Dış düşmanı olan Avrupa kapitalistlerini yendikten sonra ve Türkiye’yi düşmanın elinden aldıktan sonra Ankara şehrindeki milli hükümet iç düşmana karşı koymuştur. Aynı zamanda yeni yasa, yeni sistem kurmaya başlamışlardır.
Bunu başlar başlamaz sultanlık, halifelik sistemi yok etmiş, Türkiye hükümetini laik cumhuriyet kılmıştır. Halifeyi ailesi ile Türkiye’den kovmuştur. Din işlerini ve devlet işlerini ayırmış, bundan sonra dini, devlet işlerine karıştırmayacak olmuştur. Camilere ait tüm mülkü devlet hazinesine almıştır. Dini eğitim veren tüm mektep ve medreseleri kapatmış ve bunun gibi farklı yasalar çıkarmıştır.
Şimdi kovulmuş halife İsviçrededir. O, Ankara’daki yeni hükümetin yaptıklarına razı değilmiş. Bazı Arap halkları, hem Mısır ve Fas emirleri, Müslüman halklarının halifesiz yaşamasının caiz olmadığını, Türkiye halifesiz olursa kendilerinin bizzat gelip halife olacaklarını söylüyorlarmış. Suudi Arabistan’daki Hüseyin isimli biri kendini emir ilan etmiştir. Hindistan Müslümanlarının, Mısır Müslümanlarının sözde hanları ve imamları Dünya çapında bir toplantı kurup halife meselesini çözmek gerek diyorlarmış.
Tabii ki, şimdi halife meselesi her tarafta söz konusudur. Bunu söyleyenler, Türkiye’nin yeni hükümetinin düşmanları, eski halife taraftarları, sözde sultanlar, müftüler, imamlar, işanlar ve bunun gibi insanlardır.
Halife yönetimini çürütürken Türkiye’nin yeni hükümeti bunu bilmeden yapmamıştır.
Türklerin iyi bir atasözü şöyle buyurur: İt ürür, kervan yürür. Kervanlar devam edecek, itler ürmelerine devam edecektir.
“Tüm Müslümanların dini önderi, halifedir. Müslüman halkları halifeye muhtaçtır” diye insanları aldatan Avrupadır. Bunun nedeni, onlar kendilerine itaat eden birini halife ilan edip dinden uzaklaşmayan Müslüman halklarını yönetmek istiyorlar.
Bu kötü niyetle İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkeler Afrika ve Asya’daki Müslüman halklarına gizli bir şekilde kendi halifelerini sunmaktadırlar. Bunların her biri kendi politikasını yapmaktadır. Tabii ki, bu, itin ürmesi gibidir. Türkiye’nin yeni hükümeti tarihi bir adım atmıştır. Korkmadan ileri adım atmıştır. Yüzyıllarca halife ve sultanların, imamların cehaletle çürüttükleri zincirden çıkmışlardır. Türkiye’nin tarihi yeniden yazılmaya başlamıştır. Artık Türkiye’de işçi sınıfı kurulacaktır. Bundan sonra Türkiye tarihini işçi sınıfı yazacaktır. İşçi sınıfı Türkiye’yi mutluluğa kavuşturacaktır. Gerçekten bu yol kolay değil, yük ağırdır. Yol boyunca, her tepeden her türlü itler ürecektir. Yine de kervan yürüyecektir. Kervanın son önderi Türk işçi sınıfı olacaktır.
Sene 1924.
Kaynakça
1. Saken Seyfullin. Şıgarmalar. 6 tomdık /Kurastırgan jane songı sözin jazgan T.Kakişev. – Almatı, Jazuşı baspası, 1974. – s. 454.
2. Baijan А. Kazak rejisserinin «Magjan» filmin Türkiya jurtı közine jas alıp tamaşaladı // «Kazak üni» gazeti
Yerkegul ARYKKARA
L.N. Gumilev Avrasya milli üniversitesi,
“Otırar kitaphanası” araştırma merkezi
Kıdemli araştırma görevlisi, filoloji adayı