KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Rusya
  4. »
  5. Rusya Libya meselesine nasıl bakıyor?

Rusya Libya meselesine nasıl bakıyor?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
354 0

BM destekli Libya hükümetinin başbakanı Fayiz El Sarac, 2-3 Mart’ta Moskova’ya yaptığı resmi ziyarette üst düzey Rus diplomatlar ve yetkililerle görüştü. Rusya’nın Libya’ya yönelik çabalarına ivme kazandırması geniş bölgesel bağlamda oldukça şaşırtıcı görünüyor. Yaygın bir kanıya göre Rus dış politikası – ki buna Orta Doğu politikası da dâhil – taktik olarak pek çok zaman kusursuz olsa da stratejik düşünceden yoksun. Kimilerine göre Rus dış politikasının alametifarikası öngörülemez olması.

Rusya’nın yeniden Orta Doğu’yla ilgilenmeye başlaması Vladimir Putin’in 2004-2008 arasındaki ikinci başkanlık dönemine dayanıyor. Rus yetkililer uzun zaman ekonomik kalkınmaya, ekonomik ilişkileri çeşitlendirmeye odaklandılar. Bu alandaki yaklaşımlarına da katıksız bir pragmatizm damgasını vurdu.

2011’de o dönem başbakan koltuğunda oturan Putin ile devlet başkanı olan Dmitri Medvedev’in BM Güvenlik Konseyi’nin Libya konulu 1973 sayılı kararında anlaşmazlığa düşmesi de pragmatik Rus yaklaşımının yansıması olarak görülebilir. Rusya, Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada çekimser kalarak bir diktatörün destekçisiymiş ve Libya’daki çatışmaya dâhilmiş gibi görünmekten kaçındı. Rus toplumundaki hâkim kanıyı yansıtarak ABD’nin Irak’a verdiği zararlara dikkat çeken Putin, Batı’nın Libya politikasını “yeni bir haçlı seferi” diye niteledi.

İlerleyen dönemde ne Kremlin’deki görev değişimi ne de Arap Baharı Rusya’yı itidalli pragmatizm çizgisinden döndürmedi. Öyle ki Müslüman Kardeşler’i radikal örgüt sayan Rusya, bu hareketten gelen Muhammed Mursi’nin Mısır’da iktidarda olduğu 2012-2013 döneminde bile ikili ilişkileri en üst seviyede sürdürmekte beis görmedi.

Batı’yla gerilimi iyice artıran Ukrayna olaylarının ardından siyaset ve güvenlik Moskova için ekonominin önüne geçmeye başladı. Yine de Moskova “dümeni Doğu’ya kırmak” dışında net bir dış politika stratejisi ortaya koyamadı. Rusya “Orta Doğu’nun efendisi” olarak ABD’nin yerini mi almak istiyordu yoksa ABD’yle çekişmesinde Orta Doğu’yu araç olarak mı kullanıyordu? Eylül 2015’te başlayan Suriye’deki askeri müdahale bile bu muammayı açıklığa kavuşturamadı.

Ancak bu strateji eksikliği siyasal iktidarın kafa karışıklığına işaret etmekten ziyade bilinçli bir tercih gibi görünüyor. Sağlam stratejilerin yokluğu post modernitenin başlıca özelliklerinden biri. ABD ve Avrupa’nın Orta Doğu’daki sayısız başarısızlığı da bu gerçeği yansıtıyor. Talihsiz, beyhude ve yıkıcı Libya operasyonu ise aynı gerçeğin en çarpıcı resmini oluşturuyor.

Dolayısıyla stratejik hedeflerin ortadan kalkması, hem dünya siyasetinin değer ve ilkeleri hem Rusya’nın dünyadaki yeri konusunda yeni bir analiz gerektiriyor.

NATO’nun 1999’da Yugoslavya’yı bombalamasının ardından Rus siyaseti, insani değerleri kendi çıkarlarına göre manipüle eden Batı’ya karşı derin bir güvensizlik duymaya başladı. Bu güvensizlik, siyasal elitin Sovyet dönemi sona ererken serpilen her türlü ideolojiye karşı duyduğu aşırı hassasiyetle birleşince Rusya’nın gözünde son derece riyakâr kapitalist bir dünya imajı oluştu.

Ancak Batılı liderlerin Rusya’ya sırt çevirmesi ve akabinde yaşanan çatışmalar, Rusya’yı Batı’nın parçası olarak değil alternatif bir proje olarak tanımlama gereğini doğurdu. Bu da dünya siyasetinin Rusya’nın tarihsel tecrübeleri ışığında değerlendirilmesine neden oldu. Bu değerlendirme sürecinde şu yedi ilkenin temel alındığı görülüyor:

Güvenlik kalkınmadan önce gelir.

Devrimler daima yıkıcı olduğu için hem güvenlik hem kalkınmayı sadece istikrar sağlayabilir.

İstikrar güçlü devlet kurumlarına dayanır.

Kurumlar dışarıdan dayatılamaz, toplumsal ve siyasi mühendislik etkili bir yöntem değil.

Güvenlik ve kalkınmayı ancak güçlü, egemen bir devlet sağlayabilir.

Dünya sahnesinde tek taraflı adımlar yıkıcıdır.

Sürdürülebilir bir dünya düzeni kurmanın tek aracı uluslararası hukuktur.

Bu açıdan bakıldığında Rusya Orta Doğu’da büyük ölçüde ulusal menfaatlerini takip ediyor. Öte yandan 2015’ten bu yana yaşananlar, güvenliği sağlama ihtiyacından kaynaklı adımların yeni menfaatler doğurabileceğini gösteriyor. Bunların en önemlisi uluslararası ilişkilerde yeni, istikrarlı bir bölgesel sistem kurma ihtiyacı.

Bu durum, hem Rusya’nın Libya’yla ilişkilerini artırma çabalarını hem de Libya’daki çatışmaya çözüm yaklaşımlarını izah ediyor. Libya’da Rusya’nın herhangi bir yaşamsal menfaati söz konusu olmasa da Rusya’nın adımlarına anlam kazandıran dört unsurun altı çizilebilir.

Birinci madde olarak Moskova’nın bölgede istikrarın sağlanmasını amaçlayan genel çizgisi sayılabilir. Bu politika, Rusya’nın kendi güvenliğine katkıda bulunmakla kalmıyor etkili ve cazip yöntemlerini de öne çıkarıyor.

İkinci madde olarak tabloya Rusya-Mısır ilişkileri dâhil edilebilir. Bu ilişkileri karşılıklı yakınlıktan sağlam bir ittifaka dönüştürmek için Mısır’ın bölgesel konumunu güçlendirecek somut adımlar gerekiyor. Tarihsel, coğrafi ve demografik dinamiklerin Mısır’a kilit bir rol yüklemesi nedeniyle Moskova’ya göre zayıf bir Mısır Orta Doğu’daki istikrarsızlığı daha da artırır. Bu bağlamda Libya konusunda Mısır’a yardımcı olmak Kahire’deki rejime omuz vermek anlamına geliyor.

Üçüncü madde Rusya’nın Akdeniz politikasını ve Avrupa Birliği ile ilişkilerini kapsıyor. Konuya vakıf bir kaynağa göre Avrupa’dan Kremlin’e verilen mesaj, mülteci krizinden etkilenen ülkelerin Rusya’nın Libya meselesine aktif şekilde dâhil olmasını istediği yönünde. Bu, uzun vadede Moskova-Brüksel ilişkilerinin düzelmesine de katkıda bulunabilir.

Ayrıca Libya’da Rusya’ya yakın bir rejimin kurulması Rusya’nın hâkim olduğu bir Şam-Kahire-Trablusgarp ekseninin oluşmasıyla sonuçlanabilir.

Dördüncü unsur olarak yeni pazarlara girmeye çalışan Rus iş dünyasının ekonomik çıkarlarını da hesaba katmak gerekir.

Tüm bu etmenler Rusya’nın General Halife Hefter’e karşı belirgin meylinden ziyade Libya’ya duyduğu ilgiyi açıklayabilir. Hefter’in geçmişindeki bazı olaylar Rus yönetimine kesinlikle güvensizlik vermesi gerekirken kendisine sempatiyle yaklaşılması oldukça tuhaf görünüyor.

Rusya’nın Orta Doğu politikasını yakından takip eden bir uzman olan Yuri Barmin’e göre Kremlin Hefter’i yeni Muammer Kaddafi olarak görüyor. Barmin’in yorumunda haklılık payı olabilir ancak hem iki lider arasında hem de konjonktürler arasında büyük farklar var. Kaddafi hiçbir zaman ülkesini zorla bir arada tutmak zorunda kalmadı. Onun getirdiği siyasi düzen Arap dünyasının o dönemki en popüler ideolojisine dayanıyordu. Kaddafi, genç destekçileriyle birlikte geleneksel bir toplumun en modern kesimlerinin taleplerine göre hareket etti. O toplum şimdi çok daha modern ama bu, Hefter’e avantaj sağlamıyor.

Öte yandan Hefter’i kendine müttefik seçen, Moskova’dan ziyade Kahire olabilir. Bu görüşe göre Hefter’le diyalog sağlanmış olması Kahire için büyük önem taşıyor. Hefter ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah El Sisi’nin Müslüman Kardeşler karşıtlığına dayalı ideolojik yakınlığı bu ikiliyi Moskova için daha da çekici kılıyor.

Son olarak Kremlin’in usulüne uygun davranmak istemesi, yani kendi iradesini dayatmaktan kaçınması niçin Hefter’e odaklandığı konusunda bir başka açıklama sunuyor. Mareşalin Libya’nın en güçlü adamı olduğu nesnel bir şekilde ortaya çıkmış durumda. Tüm o kaosun içinde, münferit grupların güvenilmezliği ve zayıflığı karşısında Hefter’in şahsileşmiş gücü onu daha da çekici kılıyor. Hefter’e kati şekilde karşı çıkarak Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne öncelik verilmesi doğal süreçleri engellemek ve savaşı körüklemek anlamına geliyor. Bu bağlamda Batı’nın ideolojik temelli politikaları ve dünyanın mükemmel olmadığını kabullenmek istememesi Moskova’yı epey rahatsız ediyor.

Ancak tüm bunlar Rusya’nın Libya’daki diğer aktörleri göz ardı edeceği anlamına gelmiyor. Kurumların gelişmediği, toplumun aşırı militarize olduğu koşullarda sağlam bir sistem oturtmak geniş kapsamlı uzlaşıyı gerekli kılıyor. Suriye örneğine ve Rusya’nın genel yaklaşımlarına bakıldığında Moskova’nın Libya’da arabulucu olarak bölgesel kulvarı izleyeceği; Mısır, Tunus ve Cezayir’in bu süreçte kilit oyuncular olacağı söylenebilir.

Vasily Kuznetsov
http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/originals/2017/03/russia-libya-sarraj-foreign-policy-putin-hifter.html

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir