Fotoğraf: Reuters
58 günlük zaman diliminde Hamas lideri İsmail Heniyye, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve Devrim Muhafızları komutanı Abbas Nilforuşan’ın katledilmesi, bölgede zaten bir türlü oluşamayan dengeleri daha da altüst ederken, gözlerin Tahran rejiminin üzerine odaklanması da kaçınılmaz oldu.
Heniyye suikastinde Tahran’dan yeni “intikam” yeminleri yükselirken seksen adet 1 tonluk bombanın yağdırılması sonucunda hayatını kaybeden Hamas lideri için beş günlük yas ilan edildi.
3 ölüm olayının İran’ın karizmasını önemli ölçüde çizdiğine dikkat çekilirken, bölgeyi iyi bilen gözlemciler bu saldırıların Tahran rejimini az daha ölümcül biçimde köşeye sıkıştırdığına vurgu yapıyor ve yanıt verilmemesi durumunda Tahran rejiminin daha zor durumda kalacağını ifade ediyordu.
2006 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgal ettiği sırada Ankara’ya gelen Başbakan Fuat Sinyora’nın adeta yalvarıcı durumu gözümün önündeyken, Yıldız Sarayı’nda düzenlediği basın toplantısında İslam İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’na sorduğum soruların önemli kısmının yanıtsız kaldığını da unutmuyorum.
O günlerden bu yana Tahran rejiminin ana stratejisi Lübnan topraklarında Hizbullah’ı güçlendirmek ve “İsrail’in çenesinin altına 100 bin Hizbullah askeri yerleştirmek” olmuştu ve kısa süre öncesine kadar İsrail saldırılarına karşı Hizbullah’ın yenilmez bir kale görevi yapacağından emindi.
Ancak ABD seçimlerinin yaklaşmasını fırsat bilen Binyamin Netanyahu, saldırı planlarının bir sonraki aşamasına geçerek Lübnan topraklarına girince gözler yeniden Tahran’a çevrildi ve “Acaba bu kez bir şeyle yapacak mı?” diye beklenti içine girenlerin sayısı az olmadı.
İşte adeta o gözlemci grubunu daha fazla bekletmeyen Tahran rejimi, 1 Ekim tarihinde akşam saatlerinde İsrail topraklarına ne az ne çok, 181 adet füze gönderdiğini açıkladı.
Füze saldırısını “ciddi” şekilde nitelendiren İsrailli üst düzey askeri görevli Daniel Halgari, “bunun yanıtsız kalmayacağına” vurgu yaptı.
İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakiri ise yaptığı açıklamada, “İsrail’in saldırması durumunda daha sert yanıt vereceklerini” belirtti.
Bölgedeki tansiyon giderek yükselirken,Almanya’nın Leipzig Üniversitesi’nden İran ve Ortadoğu uzmanı Reza Talebi Independent Türkçe’ye değerlendirmelerde bulundu.
“İsrail’in suikastları, örgütün liderlik yapısını zayıflattı ve hizipler arasında kargaşa yarattı”
Hasan Nasrallah’ın, İran’ın Ortadoğu’daki çıkarlarını koruyan önemli bir figür olarak bilindiğini hatırlatan Rıza Talebi, “Nasrallah sadece Hizbullah’ın lideri değil, aynı zamanda İran’ın bölgede yürüttüğü vekalet savaşlarında kritik rol üstlenmiş kilit bir şahıstı. Bir dönem, Nasrallah’ın İran’da dini liderin yerine geçebileceği yönünde spekülasyonlar ortaya atılmıştı. Ki bu da İran ve Hizbullah arasındaki derin bağları göstermekteydi. Nasrallah ve ondan önce veya sonra öldürülen diğer komutanlar, Hizbullah’ın çekirdek kadrosunu oluşturuyordu. Özellikle son dönemde İsrail’in düzenlediği suikastlar, örgütün liderlik yapısını zayıflattı ve hizipler arasında kargaşa yarattı” dedi.
Haşim Safiyeddin ve Kasım Süleymani gibi figürlerin önemli rol oynamayı sürdürmelerine rağmen, bu liderlerin etkinliği sınırlı kaldığını söyleyen Talebi, “İsrail’in bu liderlere yönelik saldırıları Hizbullah’ın üst düzey kadrosunu ciddi anlamda seyreltti ve zayıf duruma düşürmüştürdü. Kısa süre yaşanmış Pager olaylarını, İsrail’in Hizbullah cephaneliklerine yönelik kapsamlı saldırıları izledi. Bu saldırılar, Hizbullah’ın askeri kapasitesine ciddi darbe vurmakla kalmayıp, örgütten İsrail’e karşı yönelebilecek tehdit endişelerini bir hayli azalttı. Hizbullah’ın askeri gücünün zayıflaması, İran’a karşı İsrail tehditlerinin artması anlamını taşıyor. Zira bu durumda İran, bölgede savaşa sürdüğü vekil gücünün zayıflamasından sonra çaresiz duruma gelecektir” değerlendirmesinde bulundu.
“Savaşa müdahil olmasa bile, İran’ın dolaylı olarak bir çatışmanın içine çekilme olasılığı mevcut”
Hizbullah’ın Lübnan’da kök salmasının temel hedefi, İran’ın olası bir savaşı kendi topraklarına çekmeden, vekil savaşları aracılığıyla bölgesel nüfuzunu korumasıdır” diyen Rıza Talebi, ancak son gelişmelerin, bu stratejinin çöküntüye doğru gittiğini gözler önüne serdiğini söyledi:
Hizbullah’ın zayıflama sürecini durdurmak amacıyla Tahran müdahale etmek zorunda kalabilir, ancak bu durum ülkeyi İsrail ile doğrudan savaşa da sürükleyebilir. Savaşa müdahil olmaması durumunda bile İran’ın dolaylı olarak bir çatışmanın içine çekilme olasılığı mevcut. Ancak her iki ihtimal de İran’ın bölgesel prestijini ciddi biçimde zedeleyebilir.
“İran şu anda büyük bir stratejik çıkmazın içinde”
Talebi, “Son dönemlerde İran, intikam ve tehditten uzak bir strateji izlemeye başladı. Heniyye ve Süleymani olaylarında düşük profilli bir tepki ortaya koyan Tahran, Umman üzerinden yürüttüğü gizli müzakerelerde ABD ile temas kurmuş olabilir. Bu müzakerelerde, Amerikalı yetkililerin Ukrayna ve Gazze krizinden sonra sıranın İran’a geleceğini ve Netanyahu’yu kontrol edemediklerini dillendirdikleri öne sürülüyor. Onun için İran’ın şu anda büyük bir stratejik çıkmazın içinde bulunduğunu söyleyebiliriz” dedi.
“Hamaney, içerideki radikal grupların savaşa girilmesi yönündeki baskılarına direniyor”
“İçerdeki istihbarat birimlerinde ve vekil gruplarında İsrail adına çalışan casusların varlığı, İran’ın güvenlik durumunu tehlikeye sokuyor” şeklinde konuşan Rıza Talebi, sözlerine şöyle açıklık getirdi:
Bu güvenlik zaafiyeti, eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın döneminde de ortaya çıkmış ve İran’ın uluslararası alandaki pozisyonunu derinden etkiledi. Ekonomi alanındaki geri kalmışlık bu durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Güçsüz bir ekonomiyle etkili bir istihbarat savaşı yürütmek imkânsız. Libya’daki Hüseyniyun grubu, mali sıkıntılar nedeniyle Hafter saflarına geçti ve bu durum, İran’ın ekonomik sıkıntılarının vekil savaşlarına olan etkisini ortaya koyuyor.
Talebi ayrıca, “Bir ülke savaşa girmeden önce iç cephede güçlü bir birlik yaratmak zorunda. Ancak İran’da mevcut siyasi ve toplumsal kutuplaşmalar böyle bir birliğin oluşmasını engelliyor. Özellikle genç nüfusun büyük bir kısmı, İran’ın mevcut rejimiyle uyum içinde değil. Dolayısıyla olası bir savaşta halkın hükümeti desteklemesi oldukça zor görünüyor. Şu an İran’ın savaşa girmesi stratejik ve ekonomik açıdan mantıklı bir seçenek olarak değerlendirilmiyor. İçerideki radikal gruplar savaşa girilmesi yönünde baskı yaparken Ali Hamaney bu baskılara direniyor” ifadelerini kullandı.
“Biden’ın tepkisinden önce, füzelerin amaca ne ölçüde ulaşıp ulaşmayacağına bakılması gerekir”
1 Ekimde İran’dan İsrail’e 181 füze fırlatılmasına karşı ABD Başkanı Joe Biden’ın verdiği tepkiyi de değerlendiren Talebi, “Biden’ıntepkisinden önce, füzelerin amaca ne ölçüde ulaşıp ulaşmayacağına bakılması gerekir. Biliyorsunuz, geçen 14 Nisan’da fırlatılmış yaklaşık 100 adet füzenin, galiba yüzde 2’si hedefe isabet etmişti. Onun için 1 Ekim saldırısının da aynı fiyaskoyla sonuçlanma ihtimali yüksek. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın tehditvari açıklaması Kudüs’te ne ölçüde ciddiye alınacak? Bu soruların daha yanıtını görmediğimiz gibi 5 Kasım ABD seçimlerine kadar İsrail’in olanca gücüyle farklı hedeflere saldıracağı tahmin edilebilir. 5 Kasım tarihine kadar İsrail-İran savaşı çıkabilir mi? 181 adet füzenin fırlatılması olayının getirdiği esas soru da bu olsa gerek” yorumunu yaptı.
Son olarak Rıza Talebi, “Kendi nükleer anlaşmaları çerçevesinde İran’ın yeni bir Ortadoğu stratejisi geliştirdiğini ve bu strateji çerçevesinde vekil grupları yavaş yavaş feda etmeye hazırlandığını ifade etmemiz gerekir. Ölümünden önce dini lider Hamaney, ülkenin kaosa sürüklenmesini engellemeye çalışıyor. Ancak devlet ile halk arasındaki kopukluk ve ekonomik çöküş, İran’ın sadece içerde değil, dış politikadaki direncini de zayıflatıyor” diye konuştu.
Mayis Alizade