Vatikan’ın Irak ziyareti fikri 2000 yılına kadar uzanıyor. Eski Papa John Paul, on yıllık kuşatma sırasında Irak halkının başına gelenler dolayısıyla oldukça müteessirdi. Eski Papa, Irak’ın pay edilmesi hususunun dünyanın üst çevrelerinde tartışıldığını biliyordu. Bu nedenle Irak’ı kuşatan ABD, ziyaret etme isteğini memnuniyetle karşılamadı. Irak’taki iktidar da -şaşırtıcı bir şekilde- bu ziyaret konusunda istekli değildi. Papa bunun bir dayanışma mesajı olmasını istiyordu, ancak uluslararası kararlarda sözü geçen hiç kimse bunu istemedi!
Papa Francis’in Irak’ı ziyareti aynı zamanda bir dayanışma mesajıdır ve bu dayanışmanın birçok anlamı ve yönü vardır. Papa, John Paul’un vaadinin, gerek farkındalık gerek bir yükümlülük olarak hala geçerli olduğunu teyit ediyor. Bu konudaki uyarılara ve zorluklara rağmen bunu yerine getirmek istiyor. Bugün buna, tahmin edilemeyecek kadar çok ihtiyaç var. Irak’taki genel durumun yanı sıra, DEAŞ döneminde Irak’taki Hristiyanların ve Yezidilerin yaşadıkları da bunun bir parçasıdır.
DEAŞ’ın vahşeti anlaşılabilir ya da açıklanabilir değildir. Hiç kimse ulusal ve insani farkındalığın yanı sıra ülkenin kentsel ve insani olarak yeniden inşası için hızlıca harekete geçemedi. Hıristiyanlar ve diğer azınlıklar yeni duruma uyum sağlama yeteneklerini kaybettiler. Vatikan, tüm bu tehlikeli süre zarfında ortalıkta görünmedi.
Papa önümüzdeki günlerde Irak’taki Hristiyanlarla görüştüğü zaman 20 yıl içinde sayılarının bir buçuk milyondan yaklaşık yarım milyona düştüğünü görecektir. Ayrıca Ninova Ovası’ndaki Hıristiyanların bu süreçte yerlerinden olduklarını ve pek çok kilisenin hala harap durumda olduğunu da görecektir. Ancak Papa şimdi geliyor. Iraklılar ve hükümetleri, onu özlem ve umutla bekliyorlar. Çeşitli mezheplere sahip Iraklı Hristiyanlar, kardinal olan Keldani Katolik Kilisesi Patriği Louis Sako tarafından temsil edilen bir liderliğe sahipti. Patrik Sako, büyük bir Iraklıydı ve yeni Irak’ta birlikte yaşama ve vatandaşlık imkanına inanmakta ondan daha sabırlı ve azimli birini görmedim.
Papa’nın ziyaretindeki dayanışmanın anlamının bir diğer yönü ise Irak, Irak’ın koşulları, geleceği, birliği ile ulusal devletin birliği ve geleceğiyle ilgilidir. Papa’nın ziyareti, Iraklıların dışarıdan işgal ve içerden ise karışıklıklar nedeniyle çekmiş oldukları acılara ortak olmak anlamına gelmektedir. Bu, bağımsızlık, yurttaşlık ve demokrasi için gerçekleştirilen gençlik devrimiyle birlikte ülkede ortaya çıkan eğilimin bir kutlamasıdır.
Papa’nın ziyareti, Vatikan gibi eski ve dini bir kurumun önemsediği sembolizmleri de çağrıştırmaktadır. Bu sembollerden ilki, “İbrahimî”liktir. Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki tarihsel karşıtlığa rağmen, peygamberlerin babası olan İbrahim konusunda bir tür ortaklık ve manevi bir bağ vardır. İslam, en eski dönemlerden bu yana bu “saygın dinler” çemberinden dışlandı! 1950’li yıllarda Katolik bir oryantalist olan Louis Massignon ve öğrencileri arasında, İslam’ın İbrahimîlik ile olan bağını tanımanın gerekliliği inancı ortaya çıktı. Aslında İkinci Vatikan Konsili’nde (1962-1965) bu bilfiil yapıldı ve ardından İslam-Hristiyan diyaloğu güçlü bir şekilde başlatıldı. Papa John Paul’un günlerinde bu inanç, ahlaki ve stratejik yönleriyle birlikte en yüksek zirvesine ulaştı. Papa Francis’in 2013’teki ilk hitabından bu yana ise üç din arasında “İbrahimî ortaklık” olduğu inancı mutlak bir kanaat haline geldi. Ardından Filistin, Mısır, Fas ve Abu Dabi’ye düzenlenen ziyaretler sırasında ahitler ve bildiriler imzalandı. Papa Francis ile El Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib tarafından imzalanan “İnsan Kardeşliği Belgesi” bunun en güzel örneklerindendir. Şimdi Papa, “Eski Ahit’te İbrahim’in doğduğu, büyüdüğü ve tebliğine başladığı yer” olarak geçen antik Ur kentini ziyaret ediyor. İbrahimîlik -ki şu andaki insanlık mesajına inancın delillerini taşır-, uzun bir sabır, bilgelik, birlik ve barış geçmişine sahiptir.
Papa’nın ziyaretindeki bir diğer sembolik sahne, Necef’teki Sistani’yi ve İmam Ali’nin türbesini ziyaret etmesidir. Yeni Papa’nın ziyaret ettiği Müslüman ülkeler ağırlıklı olarak Sünni’dir. Sünni Şeyhi Ahmed el-Tayyib ve Emirü’l Mü’minin Fas Kralı 6. Muhammed ile bildirgeler ve ahitler imzaladı. Bugün dünya üzerindeki en yüksek Şii otoritelerinden Sistani ile bir bildiri üzerine görüşerek Müslümanlar ile yaptığı anlaşmayı tamamlıyor. Böylelikle Papa, Müslümanlara terör ve kargaşa karşısında buluşma ve birleşme ile birlikte dinin bir çatışma unsuru olarak kullanılmasıyla mücadele etme mesajı gönderiyor.
Sembolik boyutları olan üçüncü mesaj, Ortadoğu’da barışla ilgilidir. Ne yazık ki mesele artık Filistin ve Kudüs ile sınırlı değil. Papa 2014’te onları ziyaret etti ve barış için dua etti. Bugün mesele, bölgenin her tarafında yaygın olan kargaşayla ilgilidir. Bu, Filistin’deki işgal sorunundan daha az tehlikeli olmayan sorunlar ortaya çıkardı. Papa’nın, Stalin’in 1940’larda Vatikan’ı karaladığı gibi tank taburları olmayabilir fakat muazzam bir manevi güce sahiptir. Bu güç, kurumun gücü, sembolü ve yüksek ahlaki otoritesinden kaynaklanmaktadır. Papalık, uluslararası ilişkilerde ve sessiz diplomasisinde etkilidir.
Son olarak -tabiri caizse- biri genel ve diğeri özel iki gözleme değinmek istiyorum. Özel olan, bir asırdan fazla süredir doğuda Hristiyanlığın kalbi olan Lübnan’ın vahim durumuyla ilgilidir. Çünkü Lübnan, dini, kültürel ve politik durumuyla Vatikan, Araplar ve Müslümanların yanı sıra doğu ile batı arasında bir tür arabulucuydu. Fakat Lübnan’ın siyasi, ekonomik ve kültürel durumunun kötüleşmesiyle birlikte bu rolü gittikçe azaldı. Ülkede iki devlet ve iki ordu ortaya çıktı. Lübnan halkı, açlık ve yorgunluktan bitap düştü ve Papaların genellikle ziyaret ettiği dünyadan izole oldu. Papa Francis, halka açık olan konuşmalarında bu trajediye işaret etmesine rağmen onu ziyaret etmedi.
Arap ve Müslümanlar olarak bizimle ilgili olan genel gözlem ise şudur: ‘DEAŞ’ çabucak unutulabilecek bir deneyim değildir. Aynı şekilde el-Kaide’yle birlikte gaddarlıkları ve suçlarıyla bugün var olan diğer bütün benzer olgular için de bu geçerlidir. İslamofobi’nin bütün kıtalarda mevcut olduğu doğrudur. Dini kurumlar ve devlet idareleri, yirmi yılı aşkın süredir bunun için büyük çaba sarf etti. Ancak şiddeti kabul etmeyen veya hiçbir koşulda uygulamaya “İslam’a” dönüş için muazzam çabalar gerekmektedir. Eğer Papa Francis, İslam’ın ve Müslümanların potansiyeline inanıyorsa, bizim de en azından bu ender fırsata ehil olmamız gerekiyor.
Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi’nde İslami ilimler profersörü