Salı günü Kuveyt İçişleri Bakanlığı’nın Lübnan toplumu üyelerine verilen her türlü vizeyi askıya alma kararı verdiği bildirildi. Bu karar Hizbullah’ın 1983’ten beri Kuveyt’te gerçekleştirdiği uzun sabotaj eylemleri tarihi nedeniyle Kuveyt’in sabrının taşması üzerine geldi.Lübnanlı yetkilileri ve hatta Lübnan halkını belirleyici bir ölüm kalım tercihi ile karşı karşıya bırakan ölümcül ve benzeri görülmemiş krizin ertesinde, kardeş Körfez ülkeleriyle birlikte Kuveyt de Lübnan ile ilişkilerini kesti.
Bu tercih şuydu; Lübnan ya bir Arap ülkesi olur ve anayasasının gerekliliklerine harfiyen uymaya önem verir ya da İran hegemonyası altına girer. Lübnan, yeni bir iç savaşa sürüklenmeyi önlemek için icat ettiği “taraflara mesafeli durma” teorisine bile bağlı kalamadı. Şimdi iç savaş hayaleti de ufukta dolaşıyor. Hizbullah’ın defalarca deklare ettiği onu İran ile bağlantılı direniş cephesine sürükleme çabası nedeniyle Lübnan engellenmiş bir ülke. O İran ki yetkilileri daha önce aralarında Beyrut’un da olduğu 4 Arap başkentini kontrol etmeye başladıklarını duyurmuşlardı. Lübnan makamları da bugüne kadar bu ifadeyi reddeden bir uyarı ya da ikaz ile karşılık vermediler!
Kuveyt’in Lübnanlılara verilen vizeleri askıya alma kararı, Lübnanlılar için bir zarar teşkil etmiyor, çünkü onlar Kuveyt’i altmışlı yıllardan beri ikinci ülkeleri olarak görüyorlar. Kuveyt Kalkınma Fonu aracılığıyla Lübnan’a hatta Lübnan devletine sağlanan Kuveyt yardımlarının tarihini biliyorlar. Ama Lübnan devleti, örneğin, 1969’da buğday silolarının inşasını Kuveyt’in finanse ettiğini unutuyor. Hizbullah uzun süredir Kuveyt ve halkına karşı eylemlerde bulunurken, geçen yılki liman patlamasından sonra Lübnan’ı desteklemek için acil bir hava köprüsü kurduğunu, Lübnan’a destek olarak 42 milyon dolar yardım sağladıktan sonra hemen siloların yeniden inşasını üstlendiğini, aynı zamanda 9 Kuveytli yardım kuruluşunun felaketzede Lübnanlılar için Kuveyt halkından yardım topladığını unutuyor. Evet, vizelerin askıya alındığı haberi geldi ve devletteki yetkililer kıllarını bile kıpırdatmadılar. Herhangi bir yorum ve çağrı ve Lübnan vatandaşlarının çıkarları için çabalayarak bir tane bile Kuveytli yetkiliyle görüştüklerini duymadık. Kuveyt’e Lübnan’a karşı her zamanki davranışı olan kardeşlik sayfasını çevirmemesi çağrısında bulunduklarını işitmedik. Bunun nedeni belki de başkanlar ile yetkililerin, Lübnan’ın Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın aylar önce müjdelediği cehennemin derinliklerine sürüklenmesini engellemeyecek trajikomik tweetler atmakla meşgul olmaları!
Lübnan mı?
Peki ama Hizbullah’ın karar merkezlerine tamamen el koyduğu Lübnan’dan geriye ne kaldı? Müttefiki Avn cumhurbaşkanı seçilene kadar cumhurbaşkanlığı makamındaki boşluğu ve kendisine mecliste çoğunluğu sağlayan bir seçim kanunu dayatan, hükümetler kurup düşüren, liman patlamasıyla ilgili soruşturmayı sabote etmek için Yargıç Tarık Bitar’ın görevden alınması talebinin arka planında mevcut hükümetin işini yapmasını engelleyen de Hizbullah’tır. Yargıç Bitar’ın görevden alınması talebi, yürütme erkinden sonra Adalet Sarayı’nı bir dövüş arenasına dönüştürüp yargı erkini de işlemez hale getirdi. Hizbullah bir yandan Suriye’den Irak ve Yemen’e Arap ülkelerinde savaşıyor, diğer yandan Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Lübnan ile ilişkileri kesme kararının ardından Lübnan’ı etkileyen boğucu krizi çözme çabasının başlangıcı olan Arap Birliği’nin üstü kapalı girişimini sabote ediyor.
Bu “güç dönemde” Lübnanlıların yoksulluğuna ve ihtiyacına rağmen, ekonomik durumdan daha önemli ve derin olan, şimdi Lübnan’ın kaderini belirleme eşiğinde duran yetkililerin kuşkulu ve tuhaf sessizliğidir. Burada soru şu; Lübnan, anayasası ve yemini ile Arap kimliği ve aidiyeti olan bir Arap ülkesi mi yoksa Hizbullah’ın aşırı silah gücü sayesinde Tahran tarafından kontrol edilen bir İran ekseni ülkesi mi olacak? Nitekim Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Velayet-i Fakih İranı’nın bir savaşçısı olduğunu söylüyor.
Enformasyon Bakanı George Kordahi’nin Velid Canbolat’ın “Russia Today” ile yaptığı bir röportajda tanımladığı gibi saçma ve marjinal açıklaması, Körfez ülkelerinin bardağını taşıran önemsiz bir damladan başka bir şey değildi. Körfez ülkeleri uzun süredir İran’ın kendi iç işlerine yönelik artan ve yıkıcı müdahalesini reddediyorlar. Hizbullah da Husileri eğitme noktasına varacak kadar bu müdahalelerde ileri düzeyde rol oynuyor. Husilere gelince, İran ilk önce onları Ali Abdullah Salih döneminde Yemen krizini çözmeye yönelik Arap inisiyatifine karşı çıkmaya itti. Ardından Yemen’i Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin sırtındaki bir İran hançerine dönüştürmek için Yemen meşru hükümetine karşı darbe yapmaya ve askeri olarak kontrolü ele geçirmeye yönlendirdi. Husilerin Lübnan’ın Baalbek bölgesinde Hizbullah tarafından eğitildiği bir sır değil. Söylenenlere göre burada Husi unsurları Hizbullah ve İranlı uzmanlar tarafından Suudi Arabistan topraklarına roket fırlatmak ve insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenlemek için eğitiliyorlar. Hizbullah ayrıca Beyrut’un güney banliyösünde bulunan Husilere ait el-Mesira ve el-Sahat adlı iki televizyon kanalının da sponsorudur.
Hayır, mesele geçici bir Lübnan hükümetinde geçici bir bakanın saçma sapan, serseri, oportünist bir açıklaması değil. Lübnan devlet treni, Lübnan’ı kontrol ettiğini düşünen İran lokomotifine katılmaya zorlanıyor. Mevcut Lübnan hükümeti de onu bu yol üzerindeki istasyonlardan biri yapmayı amaçlayan planın aşamalarından sadece biri. İran’ın Lübnan’ı kontrol ettiği düşüncesine Beyrut’taki hiçbir yetkiliden karşılık gelmedi. ABD’nin Yemen Özel Temsilcisi Tim Lenderking’in İran’ın Yemen’deki savaşı bitirmek istediğine dair hiçbir kanıt olmadığı, Husileri lojistik olarak destekleyip eğitimleri için Hizbullah’ı Yemen’e gönderdiği açıklamasını kimse duymadı ya da karşılık vermedi.
Belki de Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt tüm bunları bildiği için, Lübnan ve Körfez ülkeleri arasındaki krizi çözmeye çalışmaya yönelik bir hamle kapsamında Genel Sekreter Yardımcısı Husam Zeki’yi Beyrut’a göndermeyi tercih etti. Genel Sekreter daha önce, Birlik’in Kahire’deki toplantıları sırasında Avn’ın damadı, eski Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’den de bu İran boyutlu sözleri duymuş olmalı. Ancak Zeki’nin ilk açıklamasında “Önce Lübnan’ın pozisyonunu görmeye geldim” demesi, Beyrut’taki yetkililer arasında bir Lübnan pozisyonu bulamayacağını kesinlikle bildiği anlamına geliyor. Lübnanlı yetkililer, Yargıç Bitar, ardından yargı bastırılmadıkça hükümeti esaretinden kurtarmaktan ve yürütme erkini harekete geçirmekten acizler, bu yüzden Zeki onlarla görüşmelerinde sadece Hizbullah’ın engelleyici koşullarını takip eden bir pozisyon buldu.
Zeki’nin Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Başbakan Necib Mikati ile görüşmelerinde duyduğu her şey, mevcut Lübnan’ın uygulamaktan aciz olduğu havada kalan sözlerin ötesine geçmiyor. Örneğin, Lübnan’ın kardeş Arap ülkeleriyle en iyi ve güzel ilişkiler kurma konusundaki istekliliğinden bahsetmenin anlamı nedir? Dahası Avn, açıkça ve aleni olarak nasıl “Lübnan devletinin pozisyonları ile birey ve grupların, özellikle de sorumlu mevkiler üstlenmeden önceki pozisyonlarının birbirinden ayrılması gerektiği” çağrısı yapabildi? Sanki Hizbullah yürütme erkinin içinde ve yargı erkinin önünde bir engel değil. Devlet ve meşru güçlerine karşı fazla gücünü sergilemeye devam etmiyor. Çözümün giriş noktası olabilecek Enformasyon Bakanı’nın herhangi bir şekilde istifasını veya görevden alınmasını engelleyerek krizi karmaşıklaştırmakta acele eden de oydu. Yemen’de savaşı ve Husileri desteklemeyi de sürdürüyor.
Zeki, çözümün bir sonraki aşamasına geçmek için krizin çözülebilir olduğunu hissetmesi gerektiğini, Suudi Arabistan ile diyalogun ziyaretinden önce var olduğunu, “içinden geçebileceğimiz bir gedik” bulduğunu söylediğinde net ve diplomatikti. Zeki, tüm bu sözleri söylese de önümüzdeki aşamanın İran’ın aşırılığının bilhassa Lübnan’da Hizbullah aracılığıyla daha da artacağını gösterdiğini çok iyi biliyor. Bilhassa Irak’ı her zaman arka bahçesi olarak gören İran, hegemonyası için bir tehdit haline gelen Irak seçim ve siyaset depreminden sonra. İranlılar ile Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı konusunda üstü kapalı Rus-Amerikan ve Suriye mutabakatına dair göstergelerin varlığında Tahran’ın endişelerinin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bütün bunlar Viyana müzakerelerine dönülmesiyle birlikte bölgede İran Hilali’nin çözülüşünün başlangıcı anlama gelebilir. Anlaşıldı mı?
Racih Huri
şarkulavsat