KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. ORTADOĞU’DA BİR POLİTİKA ARACI OLARAK İRANOFOBİ

ORTADOĞU’DA BİR POLİTİKA ARACI OLARAK İRANOFOBİ

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 16 dk okuma süresi
230 0

1979 yılında İran’da yaşanan devrim süreci Ortadoğu’da dengeleri değiştirdiği gibi büyük güçlerin dış politika ve diplomasi araçlarının da değişimine neden oldu. İran’da yaşanan devrimle birlikte ABD’nin aşamalı olarak bölgesel ve küresel düzeyde “İran Korkusu” oluşturduğunu ve bu korkunun bölgesel düzlemde Şiafobi ve küresel olarak da İslamofobi ile ilişkilendirildiğini gözlemliyoruz. İranofobi, küresel düzeyde İslamofobi’nin yayılması için önemli bir faktör olurken, Şii nüfusa sahip ve iç kamuoyunun konjonktürel olarak sosyal-siyasal açıdan sorunlu olduğu, bölgedeki Arap ülkelerinde Şiafobi’nin yayılması için de önemli bir enstrüman olmaktadır.

ABD’nin son yıllarda Ortadoğu’da strateji üretmesine imkan sağlayan ve bölgede egemenliğine zemin hazırlayan en önemli gelişmenin İran’da yaşanan devrim süreci ve İran’ın kendine has İslami rejimi olduğunu da görüyoruz. Washington yönetiminin İran’da yaşanan devrim süreciyle birlikte, dış politika ve diplomasisinde İranofobi stratejisini geliştirdiğini, bu çok angajmanlı stratejisinden bugüne kadar önemli sonuçlar elde ettiğini söyleyebiliriz.

ABD’nin 1979 yılından bu yana dış politika ve diplomasi aracı olarak kullandığı İranofobi stratejisi birkaç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada, ABD’nin “İslam Devrimi’nin” ardından başlattığı İranofobi stratejisi, öncelikle İran’da yaşanan devrim süreci ve gelişmelerin tüm bölge ülkelerini ve özellikle de yakın komşularını tehdit ettiği üzerinde durarak, İran’ın büyük bir tehdit olduğu kanısını oluşturmayı amaçlamış ve bu doğrultuda önemli başarılar elde edilmiştir. Saddam rejiminin İran’a saldırması ve bölgedeki Arap ülkelerinden yoğun destek görmesi de ABD’nin İranofobi stratejisinin ilk başından itibaren başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. ABD’nin İranofobi stratejisinin ilk aşamada bölgesel sonuçlarına bakıldığında, İsrail açısından paha biçilemez fırsatlar oluşturduğunu görürüz. Zira ABD’nin bu stratejisi sonucunda, Arap ülkeleri nezdinde Filistin meselesi İran’da yaşanan gelişmeler karşısında ikinci plana itilmiş, bu durumu iyi kullanan İsrail, Filistin’deki işgallerine devam ederken aynı zamanda Lübnan’ın da güneyini işgal etmiştir. ABD’nin İranofobi stratejisi 11 Eylül hadisesiyle ikinci aşamaya ulaşmıştır. 11 Eylül olayları bir kez daha İran’ın dünyada şer ekseni olarak lanse edilmesine zemin hazırlarken, bu hadiseyle birlikte ABD’deki savaş lobileri için Afganistan ve Irak’tan sonra İran ile savaş planları hayata geçirilebilecek kadar önem kazanmıştır. ABD’li savaş lobileri Afganistan ve Irak savaşları konusunda başarılı olurken, İran’a karşı girişilecek bir savaş konusunda bugüne kadar istediklerine ulaşamamışlardır. İranofobi’nin üçüncü aşamasında, ABD’nin Afganistan ve Irak işgaliyle birlikte, bu işgallerin devamı niteliğindeki İsrail’in 2006 yılında gerçekleştirdiği Lübnan saldırısı ve 33 Günlük Savaş olarak bilinen çatışmaların ardından hem ABD’nin hem de İsrail’in ciddi sorunlar yaşaması bölgede İran karşıtlığının vazgeçilemez bir taktik olarak devam etmesi gerektiğini göstermiştir. Bu aşamada İran, bölgede istikrar ve güvenlik ortamını bozan en önemli faktör olarak ortaya atılmıştır. ABD’nin Irak işgaliyle ilgili yaşadığı sorunların nedeni İran olarak gösterilirken, aynı zamanda Arap-İsrail Barışı önündeki en önemli engelin de İran olduğu lanse edilmiştir.

ABD, İranofobi stratejisini şu temeller üzerine oturtmaktadır:
– İran’ın bölgesel ve uluslar arası arenada terörizmi desteklemesi
– İran’da yaşanan insan hakları ihlalleri
– İran’ın savunma teknolojilerinin bölge ve komşu ülkeler için tehdit oluşturması
– İran’ın bölgedeki ve komşu ülkelerin içişlerine müdahale etmesi
– İran’ın radikal dini bir rejimi barındırması
– İran’ın bölge istikrarı ve barışı için tehdit oluşturması
– İran’ın tüm dünyayı tehdit edecek şekilde nükleer silah elde etmeye çalışması

ABD’nin, İranofobi stratejisini çeşitli teknikler ve taktiklerle hayata geçirmeye çalıştığını görüyoruz. Bunları özetle şöyle sıralayabiliriz:
-Kamuoyunu etkilemek için medyada İran’ın radikal İslami söylem ve eylemlerle devamlı olarak bir arada anılması
-İran’a yönelik karalama kampanyalarının yürütülmesi (İran’ın konu edildiği filmler bu alanda en önemli propaganda aracı olarak görülmektedir.)
-İran’ın savunma teknolojilerinin bölge ülkeleri ve Avrupa için tehdit olduğunun devamlı olarak vurgulanması
-İran dini ve siyasi liderlerinin uluslararası medyada dünyanın vahşi yüzü olarak bilinen karakterleriyle birlikte verilmesi
-İran’daki Devrim Muhafızları gibi bazı kurum ve kuruluşların terör örgütleri listesine alınması
-Uluslararası medyada İran nükleer faaliyetlerinin dünya barışı ve istikrarı için büyük bir tehdit olduğunun yayılması
-İran’da yaşanan gelişmeler ve haberlerin çarpıtılması
-İran’ın medyada devamlı olarak dünyada şer ekseni olduğunun vurgulanması
-Medya aracılığıyla İran’ın bölge ülkelerini işgal etmek istediğinin yayılması
-İran’ın Şii yapısından hareketle Sünni İslam dünyası için büyük bir tehdit olduğunun vurgulanması (Şiafobi)

ABD’nin İranofobi stratejisiyle neler hedeflenmektedir?
-Akdeniz merkezli Arap-İsrail sorunu kapsamında ortaya çıkan çatışma potansiyelinin Basra Körfezine taşınması ve İran’ın hedef olarak belirlenmesi (Bu stratejik hedef aynı zamanda petrol zengini Körfez ülkelerinin silahlanmasına zemin hazırlamakta ve bölge ülkeleriyle İran arasında uçurumlar oluşturmaktadır),
-İsrail’in çıkarına olacak Arap-İsrail Barış sürecine hız verilmesi. Burada İran’ın özellikle Suriye, Lübnan Hizbullahı ve Hamas gibi bölgesel aktörler üzerinden Arap-İsrail Barış sürecine müdahalesinin engellenmesi,
-İran ve özellikle Şii direniş gruplarını hedef alan Lübnan-Umman arasındaki hatta bir Arap güvenlik birliğinin oluşturulması (böyle bir güvenlik birliğinin askeri ihtiyaçları, silahlanma ve savunma donanımlarının ABD tarafından karşılanması aynı zamanda ABD silah sanayisi için de bulunmaz bir fırsattır),
-İran’ın etki ve nüfuz alanlarının başka ülkelere kaydırılması, Lübnan, Filistin ve Irak gibi İran’ın jeostratejik açılardan güçlü olduğu ülkelerde Arap ve diğer bölge ülkelerinin etkinliğinin artırılması,
-İran’ın uluslararası arenada yalnızlaştırılması,
-İran karşıtlığıyla bölgede silahlanma yarışının başlatılması,
-ABD’nin Irak ve Afganistan’daki askeri varlığına meşruiyet kazandırılması,
-ABD’nin bölge ülkelerinde enerji kaynaklarını kontrol etmesi,
-Ortadoğu’da, içinde İran’ın da yer alabileceği bölgesel istikrar ve güvenlik oluşumlarının engellenmesi,
-ABD’nin İran’da iç politik dengeler üzerinde etkin olması,
-İran’ın bölgesel ve uluslararası sistemlere entegre olmasıyla yaşanacak normalleşme sürecinin engellenmesi

Bölgede yaşanan gelişmeler karşısında iç dinamikler açısından da zor günler geçiren ve meşruiyeti tartışmalı hale gelen Arap ülkeleri için ABD’nin İranofobi planları bir can simidi gibi imdatlarına yetişmektedir. Bu Arap ülkeleri iç kamuoyunu İran korkusuyla beslerken, aynı zamanda rejimlerinin devamı için ABD ile işbirliğine devam edebilmekte, yüklü savunma teknolojileri ve silah alımlarıyla da ABD’yi memnun etmektedirler.
Yine ABD açısından İranofobi, dünya genelinde uygulanan daha büyük bir strateji olarak İslamofobi’yi beslemesi açısından da önemli işlevi bulunan bir plandır.

İRAN AÇISINDAN İRANOFOBİ
Tahran yönetimi, ABD’nin İranofobi stratejisini bölgesel istikrar ve güvenlik açısından ciddi bir tehdit olarak algılarken, aynı zamanda bu stratejinin, Tahran yönetiminin bölgede önemli bir güç olduğuna ilişkin bir algı yarattığını düşünmekte ve bu durumu kontrol edilebilir bir kaos olarak kısmen olumlu karşılamaktadır. İran aynı zamanda İranofobi stratejisi üzerinden iç politik dizaynını yapmakta ve içerde yaşanan ideo-politik tartışmalara karşı ABD’nin bu stratejisini kullanabilmektedir. Ayrıca bölge ülkelerinde İran korkusu yaratılmasını Tahran yönetiminin bölge ülkeleriyle ilişkilerinde diplomatik üstünlüğüne yol açacağı düşüncesiyle, bir yere kadar sempatiyle karşılaması da mümkündür. ABD’nin İranofobi stratejisinin, İran’da rejimin iç dinamikleri açısından meşruiyet sağlayan bir yanının olduğu da unutulmamalıdır.

TÜRKİYE AÇISINDAN İRANOFOBİ
Türkiye son yıllarda iç ve dış politika alanlarında çeşitli açılımlar sağlarken, özellikle Ortadoğu açılımında en önemli konu olarak İran’ın ve İranofobi’nin bulunduğunu belirtmek gerekir.
Türkiye’nin Ortadoğu açılımının stratejik temelini sorunlu komşuluk ilişkilerinin giderilmesi ve en üst düzeyde Ortadoğulu komşularla ekonomik, ticari ve siyasal ilişkilerin geliştirilmesi oluşturmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye’nin Ortadoğulu komşusu olarak büyük sorunlar yaşadığı iki ülke öne çıkmaktadır: Suriye ve İran. (Saddam rejiminin devrilmesi ardından ortaya çıkan yeni Irak’ın da Türkiye’nin dış politikası ve iç siyasal dinamikleri için önemli bir konumda olduğu belirtilmelidir.)
İki kutuplu bir dünyada NATO devlet yapısından kaynaklanan refleksleriyle Türkiye, ABD’nin stratejik müttefiki olarak Ortadoğu ve İran politikalarına destek verirken, aynı zamanda bu politikaların ulusal çıkarları açısından çelişkiler oluşturduğu süreçleri yaşamıştır. Öncelikle Türkiye, İran’da bulunan rejimin sui generis niteliğinden kaynaklanan ve kendi içindeki siyasal İslamcılığın ideolojik olarak bu rejimden beslenebileceği ve Türkiye’de yaşayan Alevilerin İran’daki rejimin dinamikleriyle dönüşebileceği kaygıları yanında, İran’ın Türkiye aleyhinde PKK kartını oynadığı düşüncesiyle ABD’nin İranofobi stratejisine olumlu yaklaşmıştır. Bu süreç Türkiye’nin kontrol edemediği birçok gelişmeyle devam etmiş ve bugün gelinen noktada ABD’nin İranofobi stratejisi Türkiye’yi dönüm noktasına getirmiştir.
Uluslararası sisteme entegre olarak normalleşen, sahip olduğu enerji kaynakları ve jeopolitik konumuyla dünyanın en gözde ülkelerinden biri haline gelen bir İran, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından çok da olumlu karşılanmayacaktır. Yani İran’ın sahip olduğu siyasal yapı, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası arenada jeopolitik konumuna önemli katkı yapmaktadır. Aynı zamanda İran’ın barındırdığı rejim ve bölgede izlediği politikalar Türkiye’nin çıkarlarına ters düşmekte ve Tahran yönetiminin izlediği stratejiler, özellikle Irak üzerinden Ankara yönetimine ciddi sorun alanları oluşturabilmektedir. İşte ABD’nin İranofobi stratejisi ve Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası çıkarları arasında meydana gelen bu çelişki, değişik politik ve diplomatik manevraların alanı olmaktadır. Türkiye’nin yakın zamanda Ortadoğu eksenli keşfettiği politik ve diplomatik manevra alanı olarak İranofobi stratejisi, Ankara yönetiminin Sünni Ortadoğu ülkelerine yönelik açılımlarına zemin hazırlayan bir strateji olarak da görülmektedir. Petrol zengini Arap ülkeleriyle ilişkilerini İranofobi stratejisi ekseninde dengelemeye çalışan Türkiye, çıkarları doğrultusunda ABD’nin stratejik hesaplarına destek verirken, aynı zamanda bu stratejik planları dengeleyebilecek İran açılımına da sıcak bakmaktadır. Doğu Akdeniz eksenli İran’ın jeostratejik zeminine yerleşmeye çalışan Türkiye, Batılı ülkelerin onayını alırken yine başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin çok angajmanlı politikalarını iyi okuyarak ve bu politikalarla çıkarları arasında uyumlu bir denge kurarak İran’a yaklaşmakta ve uluslararası arenada Tahran yönetimine destek vermektedir.

Sonuçta, iki kutuplu bir dünyada NATO devlet yapısından kaynaklanan refleksleriyle Türkiye’de, İranofobi’nin ciddi etkiler bıraktığını görüyoruz. Öyle ki, yıllarca Türkiye’nin iç politik dizaynı ve sosyal-siyasal değişimlerinin İranlılaşma korkusuyla ötelendiğini gördük. Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası politikalarda tutumunu belirleyen en önemli faktörlerinden birinin İranofobi olduğu gerçeği de, bugün yadsınamayacak bir realitedir. 12 Eylül askeri darbesiyle bir kez daha darbe alan toplumsal yapının İranofobi ve İran karşıtlığı üzerinden şekillendirilmeye çalışıldığı Türkiye’de, insan haklarından etnik-dini grupların varlığına kadar birçok sorun alanının çözümüne yönelik girişimlerin önünde İranofobi’nin bulunduğu bugün tüm açıklığıyla ortaya çıkmaktadır. Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin iç ve dış politik reflekslerinin eksenini oluşturan bir strateji olarak İranofobi’nin, bugün gelinen noktada kırılmaya başladığı da bir gerçektir. Yine tüm dünyada büyük güçlerin dış politika ve diplomasi aracı olarak kullandığı İranofobi, Türkiye’nin Ortadoğu açılımı ve Batılı ülkelerle ilişkilerini dengelemekte önemli bir etken olarak görülmekte ve bu stratejik zemin Türkiye’nin çıkarları kapsamında stratejik bir argümana dönüşebilmektedir.
Ayrıca ABD’nin Ortadoğu’da ve hatta tüm dünyada diplomatik ve dış politika aracı olarak belirlediği İranofobi’nin, Türkiye açısından da Ortadoğu politikalarının kilit noktasını oluşturduğunu düşünebiliriz. Türkiye de, İran kartı üzerinden hem Batılı ülkelerle hem de bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzenleyebilir ve ayrıca İran kartını bölgede önemli bir denge unsuru olarak kullanabilir.
Kaan Dilek
İranoloji başkanı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir