KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Ömer Özkaya: Jeopolitik ve jeostratejik test sayıları ve diplomatik mutasyonlar

Ömer Özkaya: Jeopolitik ve jeostratejik test sayıları ve diplomatik mutasyonlar

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 17 dk okuma süresi
364 0

ABD başkanı Biden’ın Osmanlı tarihindeki Ermeni olaylarından “Soykırım” olarak söz etmesi, beklenen bir gelişmeydi. Bu yönde birçok veri oluşmuştu. Sürpriz olmadı ve fakat erken ve sarsıcı oldu. Türk Amerikan ilişkilerinde marjlar bir süredir daralıyordu zaten.

1980’de Kenan Evren liderliğinde gerçekleştirilen darbeden bu yana Türk-ABD ilişkilerinde oluşan “Evren sendromu”, müttefiklik ilişkilerinin tüm kimyasını değiştirmiştir. 1980 Darbesi’yle “kolay ülke, zor liderler” denklemi, askerlerle iyi, Demirel, Ecevit ve Erbakan ile zor ilerleyen ilişkileri tanımlamak için kullanılmıştır.

Türkiye gibi Batı bloğunda tarihsel ve farklı ilişkiler ağı olan bir bileşke ülkenin “kolay ülke” parantezine alınması biraz toptancı bir yaklaşım olabilir. Fakat Alexander Haig ve Richard Perle’ün ve o dönemki ABD diplomatik ve askeri teknokratlarının Kenan Evren liderliğindeki Konsey’le geliştirdiği ilişkilerin, ABD’yi ve Türkiye’yi çoğu zaman yanlış anlaşılmalara ve konumlandırmalara yönelttiği kabul edilmelidir.

Aslında “Evren sendromu”, askerlerin, askerin yönetime el koymasının Batı’ya yönelik bir tepki olmadığını vurgulama çabaları sonucu vücut bulmuştur. Dış desteğe ihtiyacı olan askerlerin bu ihtiyacı görülmüş, arada, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü Türkiye’ye bir şey verilmeden kolayca sağlanmıştır.

Alexander Haig’in olağanüstü kişiliği ile Richard Perle’ün üstün müzakere ve retorik gücü, kişisel dostluk köprüleri ile birleşince Ankara’da “Evren sendromu” ciddi bir diplomatik ve askerî maymuncuğa dönüşmüştür.

Kenan Evren, bu husus kendisine tenkit olarak yöneltilince, “Durumun farkındaydık fakat karşı taraf da farkındaydı” diyerek düşülen çıkmazın zorunlu olarak pusuya düşmek olduğunu da vurgulamıştır.

Aslında Batı, Türkiye konusunda fazlası ile açık olmuş, Türkiye’nin NATO’nun güney kanadını savunmak rolünü abartmaması gerektiğini net olarak vurgulamıştır.

Askerlerin rol dağılımını yani fonksiyon tanımlamasını algılaması siyasilerden yüksektir. Bu sebeple askerler rolü algılamış fakat siyasiler “orta”yı gole çevirememiştir.

Bugün Türk-ABD ilişkileri, ABD ajandasına göre yürümektedir. Batı ve Rusya, Türkiye’nin tarihteki eski azametli günlerine dönebileceği endişesini sürekli taşımıştır. Bu kaygı, Türk-ABD ilişkileri, Türk-Rus ilişkileri ve Türk-Avrupa ilişkilerinin verimli ve istenilen düzeyde gelişmesini sürekli engellemiştir.

Ermenistan iddialarının “soykırım” olarak uluslararası ilişkilerde bir başlık kazanması, Batı’nın Türkiye’ye karşı tutum değişikliği olarak uç vermiştir denebilir mi? Eğer böyleyse Avrasya’da taşlar birçok açıdan yerinden oynayacak demektir. Bu hususun Ermenistan iddialarının “soykırım” olarak tanınmasından daha önemli olduğunu ve bunun üzerine tüm bölge ülkelerinin değişik olasılık tabloları hazırladığı da meydandadır.

Ermeni iddialarının “soykırım” gibi kavramla ABD başkanı tarafından ifade edilmesinden önce ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çekilme kararı alması da Türk kamuoyunda yeterince işlenemedi. İki olayın doğal olarak birbiri ile ilgisi yoktur. Fakat zorunlu olarak aynı fotoğrafın eşliğinde yorumlanacaktır.

Büyük satranç tahtası gibi “dev” bir jeopolitik ve jeostratejik etütten sonra Afganistan’dan NATO ve ABD’nin çekilmesini “yenilgi”ye bağlamak çok da ucuz bir değerlendirme olarak nitelendirilmeyi hak eder.

“Büyük Satranç Tahtası” kitabında Zbignev Brzezinski, Avrasya jeopolitiğinin jeostratejik yol haritasında bu iki büyük kıtada öncelikle diplomasi, sonra yerel ve bölgesel devletler ve diğer alt sosyolojik katmanlarla ortaklıklar kurma, üçüncü olarak da ortaklaşa seçim denilen ortaklaşa tasarımlar ve son olarak da siyasal varlıkların özenle kullanılması (ve korunması)nı ana ilkeler olarak vurguluyordu. Bu bağlamda Biden’ın “soykırım” kavramını kullanması, uzun süredir diplomatik mutfakta konunun üzerinde çalışıldığını işaret edebilir.

Türkiye ile ABD arasındaki gerilimlerin “Büyük Satranç Tahtası” jeostratejik rehberinin kullanımı ile korelasyon halinde olduğu diplomatik gözlemcilerin ortak görüşü haline gelmiş durumdadır.

Afganistan’dan çekilme planı, büyük satranç tahtası bağlamında zaten yerel ve bölgesel unsurlarla gerekli konsensüsün gerçekleşmesi olarak da okunabilir.

Ukrayna da bir başka jeopolitik ve jeostratejik test niteliği kazanan kıdemli sorun bölgesi olarak öne çıkmaktadır. Rusya’nın Batı Avrupa’ya doğru yayılması niyetlerinin sürekli teste tabi tutulduğu Ukrayna aynı zamanda büyük bir tahıl üretim ve depolama üssü. Bu yönüyle de Avrupa için gıda tedarik stratejilerinde çok önemli bir ülke. Özellikle de Almanya için. Ukrayna nerede ise tüm ilgili ülkelerin çok taraflı uluslararası ilişkiler testine tabi tutulduğu bir küresel diplomatik laboratuvar niteliği kazanmaktadır.

Devletlerin birbirlerine karşı marjlarının giderek daralma gösterdiği, jeopolitik ve jeostratejik daralmanın askerî gerilimleri giderek artan oranda beslediği de daha görünür hale gelmektedir.

Rusya’nın Ukrayna, Ukrayna’nın da Rusya, Avrupa ve dünya çapında yarattığı gerilimin uluslararası ilişkilerdeki fay hatlarını iyice kristalize ettiği görülmektedir.

“Büyük Satranç Tahtası”nın Avrasya jeostratejisinde Ukrayna’nın ABD, NATO ve Avrupa için aynı anlama gelip gelmediği de bir başka soru alanıdır.

Rusya’nın Ukrayna söz konusu olduğunda yapabilecekleri daha önce test edilmiştir. Ukrayna’nın SSCB temelinde Rusya ile mücadele geçmişi de ortadadır. Fakat dışarıdan farklı gibi duran Ukrayna’nın SSCB’nin tüm etnik unsurlarının kültürel ve sosyolojik tortularına da ev sahipliği yaptığı bilinmektedir.

Danimarka’nın “Suriye’de artık istikrar sağlandı” ifadesi ile ülkesindeki Suriyelilerin dönmesini istemesi de bir başka “test”tir.

Batı’nın Karadeniz’de alan genişletmeye yönelik testleri, Rusya ve Çin’in İran üzerinden Hürmüz’de alan elde etme “test”leri ile korelasyon arz etmesi bir başka resimdir.

Montrö bağlamında tüm boğaz ve kanal geçiş ile deniz ve okyanus geçiş rejimlerinin de jeopolitik ve jeostratejik olarak test edileceği eşik te arada üretilmiş oldu. Pasifik ve Hint okyanuslarının her milimetre küpünün stratejik bir coğrafya niteliği kazandığının deklare edilmesi de an meselesidir.

Endonezya’nın kaybolan denizaltısının henüz bilgileri ortada yoktur. Fakat son yıllarda Endonezya ve Malezya uçaklarının düştüğü deniz alanları farklı bir mahiyet arz etmek üzeredir. Avustralya ile Asya ana karası arasındaki adalar denizi gelecek yılların en jeopolitik alanı olarak etiketlenmiştir.

Gerçekten ABD, Çin’i çevrelemek gibi bir strateji izleyecekse Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’nun uluslararası sular niteliğinin değiştirilmesi de gündemde olacaktır. Bunun yanısıra bir önceki yazıda sözü edilen büyük veya küçük limanların da statülerinin değiştirilmesi için testler Beyrut Limanı Patlaması ile yapılmaya başlanmıştır. Bu durumda İngiliz Milletler Topluluğu, Fransız, Alman, Belçika, Danimarka gibi ülke sömürgeleri jeopolitik konumlarına göre yeniden değerlemeye tabi tutulacaktır.

Kripto paralar üzerinden yapılan küresel finansal ve ticarî testlerde ise resmin negatifi, üretilme aşamasını geçmiş görünmektedir. Kripto paralar finansal strateji olarak, yerleşik parasal sistemlere bir alternatif mi, yoksa yerleşik finansal hegemonyaya yönelik bir operasyon mu sorusu yanıtını bulmuştur. Özellikle ABD’den gelen açıklamalar, kripto paralarla ilgili kapsamlı stratejilerin deşifre edildiğini ve “finansal genel kurmay başkanlığı” gibi birimlerin oluştuğunu, tarihte Hollanda’da oluşan lale soğanı benzeri bir tablonun yakında yaşanacağının ipuçlarını vermektedir.

Bu gidişle herkesin kendi parasını basarak yaşayabileceği gibi yanılsamayı besleyen kripto paraların bireyi para kazanmaktan “para kazmaya” yani “basmaya” yönelterek aslında ekonomik ve sosyal reel alanın dışına çektiğinin analiz edilmesiyle, kripto paralar mutasyonu sürecinin kitlesel olaylar serisini de tetikleyeceği öngörülmektedir.

Para elde etme kavramının operasyona uğrayarak tüm işgücü piyasalarını darmadağın edecek kripto para kullanımının küresel sonuçlarının neler olabileceği konusu bir çok büyük ülkenin beka sorunu, ulusal güvenlik ve egemenlik sorunu olarak görülmektedir.

Kripto para kullanımının testleri sonucunda ilk bulguların teknolojik gelişmeleri atlamama sendromu oluşması ile birlikte finansal spekülasyonların ticarî ve bireysel aklı manüple ederek kişiyi konvansiyonel ve reel yaşam alanının dışına alarak bilişimsel bir nüfus ve işgücü planlaması yapıldığı ve bunun sonucunda da tümüyle sanal ortamda sanal atık insan kümelerinin oluşma tehlikesinin ortaya çıktığı saptanmaktadır.

Para olgusunun bireyi ve toplumu en hızlı dönüştüren mekanizma olduğu böylece kripto paralar üzerinden test edilmiştir. Filipinler, Nijerya, Türkiye gibi ülkelerde yoğunlaşan kripto para sahipliği aslında bu ülkelerdeki dönüşümün yönü ve hızı konusunda küresel dersler vermektedir.

Pandeminin oluşturduğu toplumsal ve ekonomik süreç yine kıtlaşan para, daralan ekonomiler ve işini yitiren yığınlar üzerinden küresel bir Fransız Devrimi ya da Bolşevik Devrimi üretme potansiyeli taşımaktadır. “Para” ve sağlık yani ömür üzerinden bireylerin ve kitlelerin nasıl bir anda yeni “anlayışlar” kazandıkları ve farkında olmadan nasıl değiştikleri de an be an görülmektedir.

Çin’in alternatifi olarak öne çıkmak için hazırlanan Hindistan’ın bir anda pandemik kasırgaya yakalanmış olması da bir başka testtir. Önceleri baharat odaklı mutfağı sebebiyle pandeminin pass geçtiği ülke görünümünden pandeminin ezerek geçtiği ülkeye dönüşmenin de ilginç bir seyir olduğu ortadadır.

Etyopya, Sudan ve Mısır’ın Nil Nehri suları üzerindeki mücadeleleri su stratejileri çevresinde çok yakından takip edilmektedir.

Pandemi, para, gıda, iş güvenliği, can ve mal güvenliği, ulusal güvenlik, cinsiyetçi toplumsal ve bireysel gerilimler, eğitim bağlamında kamu hizmetlerinin evrimi, bilişim teknolojileri ve hizmetlerinin fiyatlandırılması mühendislikleri, sosyal medyanın adalet jürilerine dönüşme hızı, yine sosyal medya üzerinden gelişen toplumsal dayanışma türleri ve geleceğin suçları kategorilerindeki değişimler, pandemi ve kripto para üst başlığı altında küçük fakat kalıcı bireysel, ailevi, toplumsal ve küresel sendromları zincirleme reaksiyon halinde imal etmektedir. Bütün bu jeopolitik ve jeostratejik testler ve uluslararası ilişkilerdeki mutasyonlar, yakın dönemde inanılmaz derecede hızlanacak küresel dizaynın öncü göstergeleridir.

ABD ve AB merkez bankalarının, “Varlık alımlarına devam edeceğiz, henüz tehlike geçmedi” türü açıklamaları yeni küresel toplumsal ve ekonomik yapıların profilleri hakkında verileri toparlamaktadır.

İngiltere’nin Breixt kararının kaybedilen küresel ağırlık ve ölçeğin peşine düşüleceğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini tekrar vurgulamakta fayda var.

Çarlık Rusya’sını kaybeden İngiltere’nin Putin Rusya’sını, Putin Rusya’sının da İngiltere’yi sürekli çeşitli testlere tabi tuttuğu da açıktır.

Batı’nın siyasal ve finansal aklının derinliği ve yönü, ABD’nin Avrasya jeopolitiğini kavrama ve aşma vizyonunda görülecektir.

ABD’nin Avrasya etütleri ve vizyonları Brzezinski’nin üzerinde uzun yıllar çalışması sonucunda oluşmuştur. ABD için muazzam fakat muhatap ülkeler için soru işaretli bu çalışmalar, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi kapsamında değerini olabildiğince katlamıştır. ABD’nin küresel vizyonunu aynı zamanda küresel hasadını da belirleyecektir.

Türkiye açısından ABD Ermeni iddialarını “soykırım” olarak kabul ederken bölgedeki son jeopolitik tabloya da atıfta bulunmuş olmalı. Bunun içinde Dağlık Karabağ varsa, ABD, Türk-Rus yakınlaşması konusunda beklenti içinde olabilir.

Rusya’nın Türkiye’yi tarihsel olarak hep Batı’ya mecbur bırakmak stratejisini çalıştırdığı ileri sürülebilir.

Batı’nın da Türkiye’yi Rusya ile işbirliğine mecbur bırakmak gibi siyaseti olduğu yine bu bağlamda söylenebilir. Hem kaybedilmek, hem de kazanılmak istenmeyen ülke Türkiye profili oluşturmak da ne tür bir uluslararası ilişkiler tablosu oluşturur? Bu ilginç soru ne yazık ki Avrasya bağlamında stratejik bir içeriğe sahiptir artık.

Savaş ve uzay bilimlerindeki gelişmeler ve bilişim teknolojilerindeki kaydedilen mesafe tüm uzaklık kavramlarını iptal etmiştir.

ABD bu bağlamda Avrupa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan önce oluşturduğu denklemin geri dönmesi halinde sıradanlaşacaktır. Bu eski denkleme dönülmesini engellemenin yolu Avrupa güvenliğini daha fazla üstlenmek gibi bir zorunluluk ortaya çıkaracaktır.

1980 döneminin ABD Ankara büyükelçisi Robert Strausz Hupé, Türkiye’nin güvenliğini sağladığı için ABD’ye ödeme yapması gerektiğini ifade ederdi. Bu çizgiyi Avrupa için Trump da devam ettirmeye çalışmıştır.

Ekonomi biliminin mabedi, finansın merkezi ABD’nin giderek fazla oranda jeopolitik ve jeostratejik testlere maruz kaldığı ve bu testler sonucunda Biden’ın dediği gibi Amerika’nın döndüğü deklare edilmiştir.

ABD, Ermeni iddialarını “soykırım” olarak ifade ederek Wilson Prensipleri’ne mi dönüş yapmıştır, yoksa Türkiye gibi bir müttefiki kaybetmemek için retorik mi? Bunu zaman ve “Büyük Satranç Tahtası”ndaki uluslararası ilişkilerde gelişen mutasyonlar gösterecektir.

Ömer Özkaya şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir