Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin konuşlandırmaları ve askeri tatbikatları, daha fazla tırmandırmanın açık işaretleri. Bu, nihayetinde bir askeri harekatın gerçekleşmesiyle ilgili endişeleri artırıyor. Rusya şimdilik Ukrayna’yı Belarus ve Karadeniz dahil olmak üzere mümkün olan her taraftan kuşattı. Öte yandan, ABD ve müttefikleri de konuşlanıyor ve yeniden konumlanıyorlar. ABD, durumu Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yakınmış gibi gösteriyor, hatta belirli bir tarihten bahsetti.
Öte yandan Rusya, böyle bir planının olmadığını iddia etmeye devam ediyor ve ABD’nin iddialarını histerik olarak nitelendiriyor.
Bugün Rusya, talepleri tam olarak karşılanmadığı takdirde askeri bir adım atmak zorunda kalacağı noktaya itilmiş durumda. Öte yandan NATO, taleplerinin kabul edilmesinin söz konusu olmadığını açıkça belirtti. Bu durumda, seçenekler yelpazesi yerel güçlerle yerel çatışmalardan, birkaç füze saldırısına, daha geniş bir işgale ve Ukrayna ile savaşa kadar uzanıyor.
Buna rağmen, özellikle şu anda mevcut tüm imkanlar ve teknolojinin ışığında savaş, askeri, ekonomik ve diğer açılardan tüm taraflar için bir kaybetme seçeneği olacağından, işgal ve savaş şansının zayıf kaldığını düşünüyorum. Burada Rusya’nın küçük bir ülkeyi işgalinden değil, 44 milyon nüfuslu, Batı destekli, 2014’ten daha iyi eğitimli ve donanımlı bir orduya sahip devasa bir ülkeden bahsediyoruz.
Diplomatik cephede, krizi yatıştırmaya katkıda bulunabileceklerine inanan liderler ya ana aktörlerden birinin başkentini ziyaret ediyorlar ya da birbirleriyle sürekli telefon teması halindeler.
Bu bağlamda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Moskova ve Kiev ziyareti özellikle bu dönemde ve bilhassa Macron’un kendisi için büyük önem taşıyordu. Fransa’nın Ocak ayından itibaren Avrupa Birliği dönem başkanlığını üstlenmesi ve Nisan ayında yapılması planlanan seçimlerle birlikte Ukrayna krizi, Macron’un saygın bir devlet adamı olarak yeteneklerini test etmesi için bir fırsat sunuyor. Macron’un önünde ayrıca “Avrupa egemenliği ve stratejik özerkliği” için baskı yapma fırsatı da bulunuyor ki, bu tasavvur Fransa’da çok popüler. Hatta Elysee’de kim ikamet ediyorsa etsin bir saplantıya dönüşmüş durumda. Macron’un çabalarının sonuçları, seçimlerdeki şansını her iki yönde de etkileyebilir. Ancak bu ana kadar Macron olumlu bir sonuç elde edemedi.
Öte yandan Almanya, AB içinde önemli bir konuma sahip. Kendisi büyük bir ekonomik güç ve Rusya ile kapsamlı ekonomik ilişkileri bulunuyor. Yukarıdakiler göz önüne alındığında, Almanya’nın Ukrayna’daki krize ilişkin tutumu, özellikle mevcut hükümetinin gölgesinde bir tartışma konusuydu. Almanya Başbakanı Scholz, Biden ile Washington’da yaptığı görüşmenin ardından ülkesinin müttefiklerinin yanında duracağını belirtti, ancak bu net açıklamaya rağmen Almanya krizden derinden rahatsız.
Öte yandan Biden, cumartesi günü Rus mevkidaşı ile bir telefon görüşmesi yaptı. Gelen haberlere göre ABD Başkanı, Rus mevkidaşını Ukrayna’yı işgal etmesi halinde hızlı ve sert bir yanıtla karşılaşacağı konusunda uyardı. Görüşmenin sonunda, iki lider her düzeyde temasları sürdürme konusunda anlaştılar ki bu iyi bir şey.
Ancak soru şu: Yaptırımlar nasıl yansıyacak?
Rusya ve Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olarak, veto yetkisine sahipler. Bu nedenle, mevcut tek seçenek şu anda tek taraflı yaptırımlar olmaya devam ediyor.
Yaptırımlar hedef ülkeye zarar verse de aynı zamanda sürtüşme yaratır ve sonunda tam tersi sonuçlara yol açabilir. Hedef alınan ülke veya gelecekte yaptırımların hedefi haline gelebileceklerine inanan ülkelerin, yaptırımların etkilerini önlemek veya en aza indirmek için alternatif modeller oluşturma yoluna gittiklerini burada belirtmekte fayda var. Bu da küresel ekonomik sistemin bozulmasına ve paralel ekonomilerin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Yine deneyimler, krize doğrudan dahil olmayan ülkelerin genellikle en çok etkilenen ülkeler olduğunu gösteriyor. Burada Türkiye iyi bir örnek, çünkü zaten ciddi baskılar altında olan bir ekonomiyle birlikte Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını (ticaret, doğal gaz ve turizm) olumsuz etkileyecektir. Aynı zamanda, bir yanda Türkiye ile diğer yanda ABD ve diğer bazı müttefikler arasında yeni ihtilafları tetikleyebilir.
Rusya, dünyanın en büyük doğal gaz rezervlerine (47. 805 trilyon metreküp) sahip ve bu alanda ana ihracatçılardan biri. Petrol açısından da Rusya, dünyanın ilk üçü arasında yer alıyor.
Her AB üyesi ülkenin farklı ithalat seviyeleri olmasına rağmen, AB’ye yapılan doğal gaz ithalatının yaklaşık yüzde 40’ını tek başına Rusya gerçekleştiriyor.
ABD ve Batı, bu ülkelerin acil ihtiyaçlarını karşılamak için birçok Ortadoğu ülkesiyle temaslarda bulunuyor, fakat olası alternatifler ne kadar kabul edilebilir olursa olsun, bu, boru hatlarını yeni bir yöne yönlendirerek ve bir düğmeye basarak atlatılabilecek basit bir durum değil. Aksine bu, kapasite, lojistik, sözleşmelerdeki yükümlülükler, diğer konuları içeren anlaşmalar meselesidir.
Öte yandan Rusya da benzer endişelere sahip ve Avrupalı müşterilere olan bağımlılığını azaltmanın yollarını arıyor. Burada ana alternatif olarak Çin öne çıkıyor. Rakamlar, Rusya’nın halihazırda Çin’in en büyük üçüncü doğal gaz tedarikçisi olduğunu ve Çin’e ihracatının 2021’de 16,5 milyar metreküpe ulaştığını gösteriyor. Şimdi imzalanan son anlaşmalarla Rusya, Çin’e ilave 10 milyar metreküp doğalgaz ihraç etmeyi planlıyor.
Dolayısıyla, Ukrayna krizi, tüm devletlere kaynak, lojistik, rota ve dostları çeşitlendirmenin önemi konusunda yeni bir hatırlatma görevi görmeli.
Rusya-Çin yakınlaşmasına gelince, Devlet Başkanları Şi ve Putin 4 Şubat 2022’de Pekin’de gerçekleştirdikleri görüşmeyi ortak bir açıklama ile taçlandırdılar. Açıklama da tarihsel arka planlarına, geleneklerine ve benzersiz kültürel özelliklerine önem vermeden Rusya ve Çin dahil olmak üzere her yerde kendi demokrasi yorumlarını empoze etmeye çalıştıkları için ABD ve Batı’ya yönelik memnuniyetsizliklerini ifade ettiler.
İki lider ayrıca birbirlerinin davalarını destekleyeceklerini de vurguladılar. Çin örneğinde bu, Rusya’nın “Birleşik Çin ve Tayvan Çin’in ayrılmaz bir parçasıdır” ilkesine desteği anlamına geliyor. Rusya örneğinde bu, “NATO’nun kapsamını genişletme girişimleri dahil, dış güçlerin ortak komşu alanlarda güvenlik ve istikrarı baltalama girişimleri” karşısında Çin’in Moskova’ya desteği anlamına geliyor.
Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşmanın Batı’da endişe uyandırdığı aşikar, gelgelim Asya’daki bazı ülkeler için daha fazla endişe uyandırıyor. Bu ülkeler, Avrupa’daki krizde yaşananların bir emsal oluşturmasından ve Çin’i Asya’daki politikalarını uygulamada ilerlemeye teşvik etmesinden korkuyor.
Peki, şimdi ne olacak? Hangisi doğru? Aslında özellikle bu iki ülke söz konusu olduğunda böyle bir şey bulunmuyor. Burada asıl mesele daha ziyade, dünyanın yeni bir felaket ve çeşitli trajedilerle karşı karşıya kalmaması için gerilimi azaltmak amacıyla yapılması gerekenler etrafında dönüyor.
Başından beri krizin nedeni tartışma ve ihtilaf konusu oldu; Rusya ile Ukrayna arasındaki tarih mi? Yoksa NATO’nun genişlemesi mi? Yahut Rusya’nın güvenlik endişeleri mi?
Bence asıl sorun tüm bunların ve daha fazlasının toplamı.
Her halükarda, çözülmesi gereken bir sorun var ve çarenin savaş meydanlarından değil, müzakere masalarından gelmesini umuyoruz.
2014-2015 anlaşmaları güncellemesi”nin etkinleştirilmesi, Avrupa’da güven ve güvenliğin tesis edilmesine yönelik mekanizmaların, karşılıklı ikili teminatların yenilenmesi bu konuda ilerlemek için adil bir yol olabilir.
Ömer Önhon
Türkiye’nin Eski Suriye Büyükelçisi