KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Ocağımız Sönmesin

Ocağımız Sönmesin

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 13 dk okuma süresi
449 0

Aile bireylerin oluşturduğu çekirdek bir yapıdır. İnsan merkezlidir ve her topluluk ve millette farklı anlamları olmasına rağmen aile toplumlar için gelecek sigortasıdır. Yuvayı dişi kuş yapar sözü ailenin yuvanın önemini ve kadına verilen değeri de gösterir. Türk milleti aile olgusunu yapısını kadın üzerine kurgulamış, kadın merkezli bir anadinamik ile aileyi topluma dönüştürürken adı konmamış iş bölümünde ise kadın her zaman ana unsur olmuştur. Aileyi aşirete, aşireti buduna, budunu millete dönüştüren süreçte kadın çoğu zaman ve her zaman en önemli rolü üstlenir. Çadırdan devlete, devletten imparatorluğa Türk ailesinin en önemli şeyi en değer verdiği şeyi ocağıdır. Aile ocağı, baba ocağı, ata ocağı, ocağımız tütsün, ocağımız sönmesin. Ocak pişen aş, ısınan ev içindir aile içindir. Ocağımı söndürdün sözü bir felaketi anlatmak için kullanılır. Ocağıma incir ağacı diktin derler düzenin bozulmasına. Ateşin yanacağı kaidenin düzen tutmaması düzensizliği anlatır. Türk ailesinde Türk çadırında evinde ocak sürekli yanar evde kazan kaynıyor çok şükür dendiğinde bilinir ki bir düzen tutturulmuş ve hayat devam ediyor. Onun için Türk töresinde ocak önemlidir ve sönmemelidir. Türkün ocağı sönmüşse işte o zaman felaketler başlar. Türkün düzeni başkalarının düzensizliği üzerine değil, kâinatın düzeni üzerine kurulur. Düzen, töre, ocak, kadın Türk milleti medeniyetinin temel unsurlarıdır. Bunlardan biri sarsıntı geçirirse Türk medeniyet tasavvurunda bir gerileme olur. Yurt tutan, yurt kuran töreyi ayağa kaldıran ocağı tüttüren Türkün başına idareci olarak geçer. Türk tarihinde göç bir medeniyet kurmak için yapılır. Kuralları vardır günlük yürüme mesafesi bellidir. İnsan ruh haline uygun yürünür. Sonunda yurt bulunduğunda saat dişlisi gibi herkesin görevi belli kimi çadırı kurarken kimi de ateş yakar. Ocak tütmelidir sürekli. Türkistan’dan Balkanlara, Kafkasya’ya Ortadoğu’ya yayılma yöntem ve stratejisi bir kurallar manzumesi içerisinde gidilmiştir. Bir amaca matuf göçler; Türk Milletinin Atayurdu olan Türkistandan daima batıya yani Avrupa’ya fetih düşüncesine dayalı olarak gerçekleşen göçlerdir. Neticesinde devletten imparatorluğa giden yol olmuştur. Ocak tütmüştür. Balkanlarda kurulan medeniyet dünyaya örnek olacak nitelikteydi. İşte bu medeniyetin temelini Türk ailesi Türk kadını oluşturmuştur.

Balkanlarda Kafkaslarda hükümranlık haklarının kaybedilmesi ile Türk Devletinin hakim oldukları topraklara geriye doğru yapılan göç ise bir felaketin habercisi oldu. İster kadın ister erkek olsun göç sonrasında büyük travmalar meydana gelebilir. Artık düzen bozulmuş Balkanlardan Kafkaslardan Anadolu’ya göç başlamış, ocağımız sönmesin diye denkler toplanmış yollara koyunulmuştur. Bir çok kadın son yemek pişirdiği ocağından köz almış o közü sarıp sarmalamış oksijen ile irtibatını keserek yeni geldiği yerde kuracağı ocağını tüttürmek için kullanmıştır. Ocağımız sönmesin gün uzasın yüzyıllara bedel olsun diye. Türk Milleti yani dolayısıyla Türk kadını makus talih gereği göç zorunda kalmıştır. Göçün acı hikayeleri nesilden nesile kulaktan kulağa anlatılır türküleri yakılır ama yurt kurmak ocak tüttürmekten vazgeçilmez. Günümüzde Anadolu nüfusunun önemli bir kısmı Anadolu’yu Anavatan olarak gören insanların yaptığı göçlerle oluşmuştur. Kalbin kanı pompalaması gibi medeniyet kurmak için yayılma, sonra geri dönüşün merkezi olmuş Anadolu. Son iki yüz yıllık tarihimiz boyunca Türkiye toprakları Balkanlardan, Kafkaslardan, Irak Türkmeneli bölgesinden, Oniki Adalardan, Giritten, Türkistandan , Ortadoğu’dan önemli göçler almıştır. Bu kadar yoğun ve sürekli göçü hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye’nin altından kalktığı şekilde Hiçbir ülke kolayca kaldıramaz. Ancak Türkiye bunu başarmıştır. Türk Toplumunun ana erkil bir yapıda oluştuğunu vurguladıktan sonra bu göç dalgalarında yaşanan sorunların asgari düzeye indirilerek atlatılmasında kadının büyük rolü vardır. Göç ile karşı karşıya kalan kadın; eşinin, çocuklarının, toplu göç yaptığı akrabalarının sorunlarını göğüslemek zorunda kalmıştır. Buna bir de geldiği coğrafyaya uyum sağlamak gibi ağır bir yük de eklenmiştir. Eşinin iş ve meslek durumu, çocuklarının sağlığı ve eğitimi, yakın akrabaların benzer sorunlarının çözümü, komşuluk ilişkileri ve çevreye uyum, yeni evlilikler, gelenekler ile örf ve adetlerin devam ettirilmesi, ailenin giyim kuşam ihtiyaçlarının temini, dil ve şive farklılıklarının ortadan kaldırılması gibi problemler ve hepsinden en önemlisi göçe neden olan sebepler ile göç sırasında meydana gelen hadislerin ortaya çıkardığı buhranlı günlerin ağır psikolojik havasının dağıtılmasında kadın çok aktif rol oynamıştır. Göç olayını yaşayan Balkan kadınlarının, anavatana geldikleri ülkelere yani Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Sancak, Bosna-Hersek, Romanya’dan gelmelerine göre farklılık gösteren karakteristik yapıları ve bununla birlikte birbirinden değişik çok çeşitli sorunlarla karşılaştılar. Bu kadınlar kocalarını asker olarak cephelere yollamışlar, birçoğu şehit olarak geri gelmediği için aileler dağılmış, evlerini barklarını kaybetmişler, tecavüze uğramışlar, işkence görmüşler ve öldürülmüşlerdir. Sağ kalanlar canlarını kurtarabilmek elde kalan Türk topraklarına ulaşmaya çabalamışlardır. Aynı şeyler 1912’de Balkan Savaşlarında tekrarlanmıştır. Türkün Balkanlardaki töresini bozmak ocağını söndürmek için yapılan baskıların ağırlık noktası kadına karşı yapılandır. Kadının töredeki yeri çok iyi bilindiğinden devleti yıkılan Türk ailesi kadınını kurtarabilmek için mecburi göç yollarına düşmüştür. Türk kadını bu göç esnasında o kadar insanlık dışı olaylara maruz kalmıştır ki; bunu dışa vuramadığından ya intihar yolu ile ölümü tercih etmiş ya da çaresizlik içinde derin bir sessizliğe bürünmüştür. Başına gelenleri anlatmakta bu kadar ketumiyet içinde olan başka millet daha görülemeyeceğini söylemektedir. Şimdi böyle kocasız, çocuksuz, ailesiz ve maddi her türlü imkândan yoksun kalmış, fiziksel ve psikolojik her türlü işkenceye tabi olmuş kadının; o dönemde toplumun itici dinamiği onlara nasıl bir işlev göreceği gerçekten merak konusu olmuştur. Ancak Balkanlardan 93 Harbi ve Balkan Savaşı neticesinde anavatana göç etmek zorunda kalmış olan Türk kadını; ailesini yeniden kurmayı başarmış, doğurganlığını ve üretkenliğini devam ettirmiş, bunların yanında içine kapalı kalmayarak yerli halkla kaynaşmış böylece de toplumun sosyolojik gelişimine katkı sağlamıştır.

Balkanlardan gelen kadınlar, Osmanlı-Türk Devletinin Uçbeyi olarak vazife gören ailelerin kızlarıdır. Avrupa ülkeleri aydınlanma çağını Anadoludan önce yakalamış ve Rönesansla birlikte bilimsel gelişim, Türk toplumuna nazaran Avrupa’da daha etkili olmuştur. Balkanlardaki Türk kadınları Avrupa’da yaşadıkları için bu gelişim ve değişimden Anadolu topraklarındaki kadınlarımıza nazaran müspet yönde daha fazla etkilenmişlerdir. Balkanlardan göç eden kadınlar çektikleri acılar ve yokluklar nedeni ile daha tutumludurlar. Tasarruf etmek ve özellikle israftan kaçınmak onlar için vazgeçilmez bir yaşam şeklidir. Çünkü ne olur ne olmaz, yarın ne olacağı belli değildir. Cumhuriyet Dönemindeki her türlü gelişmeyi tetikleyen olayların arkasında göç ile anavatana gelen kadınların büyük rolü vardır. Göçün Mübadeleden sonrada devam ettiği bilinen bir gerçektir. Balkanlarda devam eden göçlerin nedeni; Balkan Ülkelerinin ve onların arkasındaki Batılı Devletlerin “Balkanları Türklerden Arındırma Projesi” Türkün ocağını söndürme projesi bu günde aynı hızıyla devam etmesidir. Türkiye’ye Balkanlardan yapılan göçlerde en çok mağdur olan kadınlardan biri de 1950 ile 1960 arasında eski Yugoslavya’dan gelenlerdir. Makedonya ve Kosova’nın Türklerden arındırılma planı çerçevesinde serbest göçmen statüsünde Yugoslavya’dan göçe zorlanan Türkler ve kendilerini herdaim Türk olarak hissedenler; her şeylerini eski Yugoslavya’da yani bu günün Makedonya, Kosova, Bosna-Hersek, Sırbistan, Sancak, Hırvatistan’da bırakarak ve her türlü sosyal haklarından feragat ederek Türkiye’ye göç etmiştir. Çoğunlukla, kendilerinden önce Türkiye’ye göç eden akrabalarınca karşılanan bu insanlar, genellikle bir odaya sığınmışlar, çoluk-çocuk imkânsızlık, yokluk, açlık ve sefalet içerisinde fakat isyan etmeden yaşamlarını sürdürerek göçe ilişkin sorunlarını bu gün neredeyse sıfırlamışlardır. Bu çok takdir edilecek bir durumdur. Aynı zamanda Anadolu Türk kültürü; Balkanlardan ya da diğer Türk yurtlarından yapılan göçlerle gelen kadınlarımızın öncülüğünde Türk Kültürünün gelişimi açısından bir sentez yapma imkânı da yakalamıştır. Örf ve adetler, geleneksel sanatlar göç sebebiyle ve kadın eliyle anavatana taşınmıştır. Göç kadınları, Türk mutfağının gelişimine ve zenginleşmesine de katkı sağlamıştır. Kimse yerini yurdunu bırakıp başka bir yere göç etmek istemez. Göç ve göçlerde yaşananlar belki bilinç dışı olarak göç kadınları tarafından çocuklarına sürekli aktarılır. Hafızalar hep taze tutulur, göç ve göçte yaşananlar unutturulmaz. Bu sebep ile aileleri göçe maruz kalan çocuklar da hep bir kaybetme ve yarın endişesi vardır. Gerçi bu duygu bireysel olarak rahatsızlık vericidir ama milletin ve devletin bekası açısından duyulması ve hissedilmesi gereken bir duygudur. Anneler bu duyguyu ninnilerle, masallarla ve nasihatler ile çocuklarına aktarır. Ocağımız sönmesin diye son yemek pişirdiği ocağından ateş köz alıp onu yeni yaşayacağı yerlere getirme bilincini ruh dünyasında taşıyan kadın Türkün töresini yaşatmak için her türlü fedakârlığı yapan kadın gelecekten umutlu olmuştur. Medeniyet bir kalp atışıdır şimdi kalp kanı topluyor ve tekrar kılcal damarlara pompalayacak ocağımız sönmeyecek. Türk kadını bunun bilincindedir.

Dr. Hasan Oktay
Vizyon Üniversitesi Makedonya

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir