KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Nedim Kuteyş. ABD’deki liberal sesler İran’ın en güçlü silahı

Nedim Kuteyş. ABD’deki liberal sesler İran’ın en güçlü silahı

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
353 0

General Kasım Süleymani’nin 2020 yılının başlarında gerçekleştirilen suikastının ikinci yıldönümünde İranlılardan aşağıdaki gibi tepkiler görmek mümkün:

İsrail merkezli Jerusalem Post gazetesinin internet sitesinin hacklenmesi, İran’dan Birleşmiş Milletler’e (BM) suikasta tepki olarak adım atması çağrısı, Başkan Joe Biden yönetimini, selefi kadar suikasttan sorumlu tutan siyasi bir açıklama.

Yalnızca bu kadar, başka bir şey yok!

Şaşırtıcı bir şekilde bu yıldönümü, İsrail’in suikastta özellikle de ABD istihbaratına Süleymani’nin cep telefonlarıyla ilgili bazı ‘iletişim verileri’ sağlamak şeklinde bir rolü olduğunu, kabul ve beyan eden yarı resmi İsrailli söylentilerle aynı zamana denk geliyor. Burada da devrimin devekuşu başını takiyye kumlarına gömüyor.

İran nükleer dosyasının baş mimarı Muhsin Fahrizade’nin İran’da öldürülmesine ve nükleer veya füze programıyla bağlantılı hayati İran tesislerini etkileyen patlama ve yangınlara dikkati çekmek gereksiz olsa da Süleymani suikastı, molla rejiminin davranışını okumanın önemli bir özelliği olmaya devam ediyor.

Süleymani suikastından önce liberal ABD basını, eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton gibi isimler tarafından sıkça dile getirilen İran ile askeri çözümlerin tehlikeleri hakkında haberler ve makalelerle doluydu. Buradaki kasıt, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın öfkesi ve selefleri tarafından benzeri gerçekleştirilmeyen adımlara olan heyecanına da uyuyor.

Yüzlerce makale, rapor ve brifing aracılığıyla, İran’la askeri bir çözüm korkusuyla muazzam bir mimari inşa edildi, böylece bugün bu yola geri dönenler, gücünün zirvesinde nükleer güce sahip Sovyetler Birliği hakkında bir şeyler okuduklarını hissediyorlar.

Bu seslerden hiçbirinin, Süleymani’nin suikastının gerçekte İran’ın zayıflamasını ve varlığının azalmasını yansıttığı netlikten sonra, uyarı ve sindirme konusunda asgari düzeyde adil bir inceleme yapmaması dikkat çekicidir. Bu noktada 2020 yılı boyunca başta Irak olmak üzere bölgede kendine yeni ortamlar bulması kadar İran’ın varlığının azalmasına neden olan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını da göz önünde bulundurulmalı.

İran ile askeri sürtüşmenin tehlikeleri konusunda uyarıda bulunan tüm haberler, Kasım Süleymani’nin dahice gerçekleştirilen suikastından sonra boş sözlere dönüştü. Süleymani’nin suikastı yalnızca rejimin önemli direklerinden birine yönelik olması nedeniyle değil Dini Lider Ali Hamaney’in çok titiz bir şekilde hazırladığı İran rejiminin geleceğine yönelik bir suikast olduğu için büyük önem arz ediyor.

Trump döneminde hayatta kalsaydı eğer Süleymani’nin kendi maiyetinden Ali Hamaney’in oğlu Mucteba Hameney’in yeni bir dini lider olarak atanmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı olarak iktidara gelmek için kesin bir yolda olması muhtemeldi. Bu, Tahran’da ve yurtdışında konuşulan en belirgin senaryolardan biriydi. Tıpkı, Devrim Muhafızları’nın en önde gelen isimleri ile İran’ın en büyük ve en zengin siyasi hanelerinden biri olan ‘Hamaney Evi’ arasındaki evlilik gibi.

Reuters’in 2013 yılında yayınladığı ayrıntılı bir rapora göre Hamaney, ‘Setad’ olarak bilinen İmam Humeyni’nin Emrinin İnfazı (EIKO) örgütünün tek yetkilisi. Setad, Humeyni’nin 1989 yılında ölümünden önce imzaladığı kararnameyle, 1979 devriminden sonra sahipleri tarafından terk edilen mülkleri yönetmek ve satmak için kuruldu.

Reuters tarafından yapılan hesaplamalara göre Setad, İran ekonomisinin tüm sektörlerinde toplam 95 milyar dolarlık hisseye sahip dev bir ticari kuruluş haline geldi. Reuters’in raporu, otorite yetkililerinin açıklamalarının, Tahran Menkul Kıymetler Borsası’nın verilerinin, şirketlerin web sitelerinin ve ABD Hazinesinden alınan bilgilerin analizine dayanıyordu.

Suikast, İran’ın yanıt vermeye cesaret edemediği bu büyüklükteki bir projeyi sona erdirdi. Bunun yerine İran, Washington’un kendisiyle diplomatik bir bağlamda ilişki kurdu. İsyanı ve ayaklanmayı artıracak aç insanlar için çıkışlar aramak üzere bölgenin başkentleriyle arasını düzeltmeye başladı.

Özellikle Irak, Süleymani’nin öldürülmesinden bu yana İran’ın dış politikasını etkileyen karışıklığın boyutuna ve suikastın devrim rejiminin bölgesel yönetimi üzerindeki etkisinin ağırlığına tanıklık ediyor. Ancak burada da Amerikan liberal sesleri, sahadaki gerçeklerin aksine, Süleymani’nin suikastının İran’ın Irak’taki milislerini caydırmadığını; aksine, isyanını ve sertliğini arttırdığını söylemekte ısrar ediyor. Trump yönetimine yönelik ideolojik düşmanlık ve Amerikan siyasi hayatındaki siyasi çalkantılarla motive edilen bu analizler, Mustafa el-Kazımi adının başbakan olarak ortaya çıkmasının Süleymani’nin huzurunda mümkün olmadığı gerçeğini gözden kaçırıyor. Kazımi, arkasında Afganistan konusunda uzmanlaşmış ve Irak’ın karmaşıklığından tamamen habersiz olan ve Süleymani’nin halefi İsmail Kaani olmadan, suikastın yarattığı muazzam İran kargaşası anında ve Irak’taki milislerinin seçimlerini etkileyen bir kaos anında milislerin güç mücadelelerini uzlaştırabilecek bir şekilde ortaya çıktı. Liberal Amerikan raporlarının ısrar ettiğinin aksine, bugün bu milisler eskisinden daha zayıf ve zayıflıkları, İran milisleri ve grupları için küçük düşürücü bir yenilgiyle sonuçlanan seçim sonuçlarına gerçek bir değişiklik getirememeleri ile kanıtlanıyor.

Süleymani’nin suikastının ikinci yıldönümü, nükleer müzakerelerin duraksadığı anda veya daha doğrusu: Tahran’ın Amerikalı müzakereciyi manipüle ettiği ve ne pahasına olursa olsun bir anlaşmaya varmak için umutsuz olduğu izlenimini kullandığı anda, İran üzerinden özel siyasi ve ideolojik hesaplar yapmak isteyenlerin gözünden değil, gerçeklerin gözünden İran’a bakmak isteyenler için faydalı dersler barındırıyor.

İran, gücün dilinden diğer tüm dillerden daha fazla anlıyor. Güçlülerden her şeyden çok korkuyor. İknadan çok baskıya yanıt veriyor.

Bu, ister yıllar önce yaşanan ‘Photoshop’ skandalı gibi sahte füzeler, isterse ürettiği uçak görüntüleri olsun, ihraç etmekte ısrar ettiği güç imajına olan saplantısını açıklıyor. Bunlar, Şah döneminden kalma Amerikan uçaklarının maketlerinden veya yeniden boyanmasından başka bir şey değil. İran’ın gücü, nükleer silahları değil, bölgedeki milisleridir. Kasım Süleymani bu anlamda en önemli füzesiydi ve arenadaki yokluğu nükleer programının ölçülemez yıkımından daha önemlidir.

Daha da önemlisi, İran’ın alışılmadık gücü; Amerikan medyasındaki, olası tüm sabotaj araçlarına sahip, bölgede herhangi bir istikrarın parçası olamayacak, başarısız bir devletin megafon oyununu oynayan liberal seslerdir.

Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir