İki kutuplu dünya sistemi”nin iki merkezinden biri olan “Sovyetler Birliği”nin dağılmasının üzerinden 25 yıl geçti. “Soğuk Savaş” döneminin sona ermesi ilk başlarda insanlık adına umut verici bir gelişme olarak karşılandı ama zaman içerisinde bu yaklaşımın fazlasıyla iyimser kaldığı anlaşıldı. Dünya öncekinden çok daha iyi bir yer olmadı. “Soğuk Savaş”ın son bulmasına rağmen “Birleşmiş Milletler”in yapısında herhangi bir değişiklik gerçekleşmedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve galip devletler tarafından kontrol edilen BM’nin yapısının değişmemesi, özellikle Güvenlik Konseyi’nin 5 daimî üyesinin veto yetkisini ellerinde tutmaları küresel adaletsizliğin en belirgin göstergesi. Değişen dünyada değişmeden kalan bir kurum olarak BM, dünyanın hangi kanayan yarasına merhem olabilir?
Komünist dünyayı temsil eden Sovyetler Birliği’nin “Soğuk Savaş” adı verilen şaibeli oyun masasından kendi isteğiyle çekilmesi Batı dünyasının ideolojik bir zaferi olarak yorumlandı. En güçlü rakibinin tek kurşun atmadan oyun masasından ayrılması ABD’ye bu zaferde en büyük payın kendisine ait olduğunu düşündürdü. Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin kendisini dünyanın tek hakimi olarak görmesinden kaynaklanan, fantastik ama birçok ülke için yıkıcı sonuçlar doğuran politikalarıysa zincirleme küresel felaketlerin şimdi tetikleyicisi durumunda.
Afganistan’ın işgali Afganistan’la sınırlı kalmadı, Irak’ın işgali Irak’la sınırlı kalmadı. Suriye’deki iç savaş da Suriye’yle sınırlı değil. Yemen’deki çatışmanın Yemen ile sınırlı olmadığı gibi. Bütün bu çatışmalar bölgesel nitelikli çatışmaların önünü açmış durumda. Bu bölgesel derinliklerin küresel mahiyet kazanması için fazla bir şey gerekmiyor. Birinci Dünya Savaşı “Balkanlar”da Saraybosna gibi küçük, şirin bir şehirden patlak vermemiş miydi?
Suriye’de ABD ve Rusya’nın işbirliği yapmaktan vazgeçmeleri gerçekte ne kadar bu ülkeyle ilgili, bundan çok emin değilim. Zira iki büyük güç arasındaki anlaşmazlık alanı çok daha geniş boyutlarda. Gerek “NATO”nun Doğu Avrupa ve Baltıklar’daki salınımları, gerekse Rusya’nın bu salınımlara verdiği cevaplar yeni bir küresel krizin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. NATO ve Rusya’nın askeri tatbikatları, savunma harcamalarının korkutucu biçimde artış göstermesi, Karadeniz’deki gerilim, Rus ve NATO üyesi ülkelere ait savaş uçakları arasında yaşanan it dalaşları, NATO ve Rus sınırlarındaki karşılıklı konuşlanmalar, nükleer alandaki bazı işbirliği anlaşmaların askıya alınması hayra alamet değil. En son Alman Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, Suriye’de ABD ve Rusya arasındaki gerginliğin “Soğuk Savaş” döneminden çok daha tehlikeli olduğunu söyledi. Almanlar iyi koku alırlar.
NATO/ABD ve Rusya arasındaki karşılıklı restleşmeler, ambargolar, güç gösterileri ve askeri konuşlanmalar, “Soğuk Savaş” sonrasındaki düzenin ya da düzensizliğin artık daha fazla devam edemeyeceğinin sarsıcı işaretleri. Bu kadar restleşme, kafa tutmalar, omuz atmalar, küfürleşmeler kavgasız çözülmez. Asıl sorun, çatışan iki büyük güç arasındaki meydan muharebesinin hangi alan üzerinde ve ne şekilde gerçekleşeceği. Umarım bu hesaplaşma yeri Irak-Suriye olmaz. Bölge ülkelerinin savaşı bölge dışında tutma kapasiteleri var mı yok mu, o ayrı bir konu. Bu bölgedeki iç savaşların ve sorunların çözümünün ABD ve Rusya arasındaki işbirliğine bağlı olduğuna dair bir propagandaya süreklilik kazandırılıyorsa işimiz hakikaten çok zor. Zaten bu mesele, bu propagandanın haklı olduğuna inanmaktan ötürü çetrefilleşiyor.
Abdullah Muradoğlu
NATO ve Rusya’nın hesaplaşma alanı!
437 0