KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Azerbaycan
  4. »
  5. NATO, Azerbaycan-Ermenistan savaşına dahil olur mu?

NATO, Azerbaycan-Ermenistan savaşına dahil olur mu?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 11 dk okuma süresi
306 0

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Ermenistan-Azerbaycan savaşını durdurmaya ikna etmek için Ankara’ya gitti. Öte yandan Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlhan Aliyev, Ermenistan Dağlık Karabağ’dan çekilmediği sürece ateşkes çağrılarını kabul etmeyeceklerini açıkladı. Temmuz ayında yaşanan olaylardan sonra ise Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen kalabalık mitinglerde Dağlık Karabağ’ın geri alınması çağrısı yapılmıştı. Daha sonra halihazırda devam eden çatışma patlak verdiğinde, Rusya ile Türkiye gibi bölgesel güçlerin ilgisi yeniden bu bölgeye yöneldi. Durum şimdi daha geniş bir jeopolitik çatışma için gerçek bir risk taşıyan bir tırmanma yaşıyor.

Dağlık Karabağ, Kafkasya’da küçük bir bölge. Azerbaycan toprakları içerisinde yer alıyor ama kendi kendisini atayan ve Ermenice konuşan bir yönetim tarafından yönetiliyor. Dolayısıyla çatışma, net bir etnik boyut taşıyor. Türkçe konuşan Azerbaycanlılar, Şii Müslüman iken, Ermeniler Ortodoks Hristiyan. Bununla birlikte, gerek Azerbaycan gerekse de Ermenistan, kendilerinden çok daha güçlü 3 ülke arasında sıkışmış iki Kafkas ülkesidir.

Güneydoğuda, büyük bir Azeri azınlığa ev sahipliği yapan ve ortak Şii mezhebi nedeniyle Bakü ile iyi ilişkileri olan İran yer alıyor. Kuzeyde, uzun süren etnik çatışmalardan mustarip olan Gürcistan dışında Rusya var ve kendisi kesinlikle bölgede en büyük askeri güce sahip ülke. Moskova’nın gerek Bakü gerekse Erivan’da önemli bir etkisi var. Aynı zamanda hidrokarbon kaynakları bakımından zengin olduğu için Azerbaycan ile ekonomik olarak ilgilenirken, Ortodoks bir ülke olduğu için de Ermenistan’ın dostu. Ermenistan’ın Gümrü şehrinde bir askeri üssü bulunuyor. Aslında Ermenistan, Rusya’nın sponsoru olduğu ve kuruluş maddeleri, NATO Antlaşması’nın 5’inci maddesinde belirtilen karşılıklı savunma mekanizmasını yansıtan “Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü” nün bir parçasıdır. Söz konusu anlaşmanın 4’üncü maddesine göre, üye devletlerden birinin saldırıya maruz kalması durumunda, diğer üyeler bunu kendilerine yönelik bir saldırı olarak değerlendirecektir. Ancak bu anlaşma Dağlık Karabağ’ı kapsamıyor çünkü bu bölge uluslararası alanda (söz konusu örgütün üyesi olmayan) Azerbaycan’ın bir parçası olarak tanınıyor. Son olarak, her iki ülkenin de batı sınırında, NATO üyesi ve ortak Türk mirası temelinde Azerbaycan’ı destekleyen Türkiye yer alıyor.

Bu sahne, aynı zamanda enerji hatları için önemli bir geçiş alanı olan Kafkasya bölgesinin jeopolitik karmaşıklığını ve çeşitli güçlerin son zamanlardaki şiddet olaylarına tepkilerini açıklamaktadır. Rusya taraflara kendilerine hakim olma çağrısı yaptı ve arabuluculuk teklif etti. İran da aynı şeyi yaptı ama savaşan taraflar her iki öneriyi de reddetti.

Hem Moskova hem de Tahran başka çatışmalara karışmış durumdalar. Rusya Ukrayna, Suriye ve Libya, İran ise Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki krizlere müdahil olmuş bir durumda. Her ikisi de ülkelerine çok yakın, Kafkasya’daki enerji altyapısını bozarak ekonomik çıkarlarına zarar verebilecek bir başka silahlı çatışma istemiyorlar. Buna ek olarak, her ikisinin de çatışmadan kaçınmak için nedenleri var. İran, sonunda sınırları içindeki Güney Azerbaycan’ı da içine alacak bir gerilim istemiyor. Öte yandan Rusya, kendisinden Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü temelinde bir müdahalede bulunması istendiği takdirde, Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemek için herhangi bir eylemde bulunmasından endişe duyuyor. Çünkü Türkiye ile doğrudan bir savaş ihtimali NATO’nun da oyuna dahil olması riskini taşıyor.

Aslında, daha geçen Temmuz ayında Ermeni ve Azeri güçleri arasında yaşanan ilk çatışmalar sırasında Ankara, Azerbaycan’ı korumaya hazır olduğunu ifade etmişti. Şimdi, son silahlı çatışmalardan kısa bir süre sonra bu taahhüdünü yineledi ve bu da, bölgesel bir güç olmayan Fransa ile arasında yeni bir diplomatik ihtilafa yol açtı.

Çatışmalar başladığında Cumhurbaşkanı Macron hemen bir açıklama yayınlamıştı. Fransa’nın büyük, dinamik ve etkili bir Ermeni topluluğuna ev sahipliği yaptığı doğru, fakat Macron’un bu hamlesinin nedeni büyük olasılıkla Fransa’nın, Libya ve Doğu Akdeniz’de nüfuzunu dayatmakta ısrar eden Türkiye ile ilişkilerinin kötüleşmesinden kaynaklanıyor.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin bazı atılımları var ve bu konuda kimi zaman askeri güç ile baskıya başvuruyor. Bir süre önce, Türk savaş gemileri bir Fransız savaş gemisine karşı “radar aydınlatması” gerçekleştirmişti. Daha sonra Türkiye, arama çalışmaları yapmak üzere bir sondaj gemisini firkateynler eşliğinde uluslararası alanda Yunanistan’a ait olduğu kabul edilen sulara gönderdi. Bunun üzerine Fransa bölgeye iki Rafale savaş uçağı ile bir savaş gemisi gönderdi ve Yunanistan ile yeni silah anlaşmaları imzaladı.

Dağlık Karabağ’da son çatışmalar başladığında, Paris çatışmaların durdurulması çağrısında bulundu ama çok geçmeden mesele, Ankara ile bir başka anlaşmazlığa dönüştü. 30 Eylül’de Ermenistan, bir Türk F-16 savaş uçağının kendisine ait Su-25 savaş uçağını düşürdüğünü açıkladı. Türkiye bu iddiayı yalanladı ve Ermenistan’ın ucuz propaganda hilelerine başvurmak yerine, işgali altındaki topraklardan çekilmesi gerektiği açıklamasını yaptı. Fransa, kendi görüşüne göre Türkiye’nin Azerbaycan’ı Dağlık Karabağ’ı ele geçirmeye teşvik edecek savaş mesajlarından son derece kaygılı olduğunu açıkladı. Ankara, meydan okur bir şekilde Bakü’ye sahada ve müzakere masasında, işgal altındaki topraklarını geri kazanması için gerekli tüm desteği sunmaya tamamen hazır olduğunu söyleyerek karşılık verdi.

Sorunun daha geniş bir uluslararası boyut kazandığı aşikar ve Kafkasya’daki gerilim tırmanmaya devam ederse, sonuçları bölgenin çok ötesinde yankı bulacaktır.

Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemekte ısrar etmesi, Ermenistan’a karşı yakın bir Türk askeri operasyonu konusundaki endişeleri artırıyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ermenistan, bir üyesine yönelik saldırıyı tüm üyelerine yapılmış kabul eden Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün bir parçası. Dolayısıyla Ermenistan’ın bir saldırıya maruz kalması ve Moskova’nın müdahalede bulunmaması halinde, hem destekçisi olduğu anlaşmanın güvenirliği sarsılacak hem de Devlet Başkanı Vladimir Putin’in içerideki siyasi meşruiyet dayanağı olan büyük güç Rusya imajı çökecektir. Ne var ki, Rusya’nın Türkiye topraklarına doğrudan saldırması, Ankara’nın son zamanlarda birçok üyesiyle yaşadığı gerginliklere rağmen NATO‘yu, kolektif güvenlik mekanizmasını harekete geçirmeye zorlayabilir.

NATO Anlaşması’nın 5’inci maddesinin bu şekilde bir gerekçe olarak kullanılması, ittifak ve onun lider gücü ABD için diplomatik bir ikilem yaratacaktır: Türkiye’ye yardım edip nükleer silahlı bir Rusya ile savaş riskine mi girmeli yoksa Türkleri yüz üstü mü bırakmalı? Bu son seçenek gerçekleşirse ABD’deki güçlü Ermeni lobisinin baskısıyla gerçekleşecektir ama aynı zamanda, NATO’nun güvenirliğini de ciddi bir şekilde zedeleyecektir. NATO’nun bu savaşa dahil olması ise Türkiye’ye zafer elde ettiği duygusu verecektir.

En olası nihai sonuç, belki de AB (Avrupa Birliği) gibi görece tarafsız tarafların ve hatta Rusya’nın kendisinin arabuluculuğunda müzakere edilmiş bir çözümdür. Nitekim pazartesi akşamı Rusya, ABD ve Fransa’nın dışişleri bakanları gerginliğin azaltılması çağrısında bulundular.

Her halükarda çatışmalar Ermenistan veya Türkiye topraklarını kapsamadığı sürece, herhangi bir müttefik tarafa askeri müdahale çağrısı yapmanın yasal bir dayanağı olmayacaktır. Çünkü bu topraklar söz konusu askeri ittifaklar kapsamında imzalanan anlaşmaların coğrafi kapsamı dışında kalıyor. Ayrıca ve en önemlisi, Rusya ve Türkiye hala doğrudan bir savaşa girmeden dolaylı ve diğer bölgelerdeki vekalet çatışmaları yoluyla savaşabilirler.

Çatışma yerel düzeyde tırmanıyor. Azerbaycan, İsrail ve Türkiye tarafından silahlandırılmasının etkisini ve gücünü hissederken, Ermenistan kendisini dünya tarafından terk edilmiş hissediyor. Kısacası bu çatışmalar, büyük güçler arasında daha geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmeyecek. Bununla birlikte, Karabağ’da devam eden çatışmaların birincil öneminin yerel toprak kazanımlarından ziyade karşıt koalisyonlar arasında daha geniş çaplı bir savaşı tetikleme kabiliyetinden kaynaklandığı açıktır.
Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir