Netanyahu’nun Trump yönetimi üzerindeki etkisi, ABD’nin İran’a karşı daha sert ve saldırgan bir dış politika benimsemesinde belirleyici bir rol oynamıştır. İran’a sunulan katı şartlar, uygulanabilirlikten uzak olduğu için, nükleer anlaşma müzakerelerinin başarısızlıkla sonuçlanması neredeyse kaçınılmaz hale gelmiştir. 2022 yılında ABD ile İran arasında imzalanması beklenen yeni nükleer anlaşmanın da İsrail’in doğrudan ya da dolaylı müdahaleleriyle gerçekleşmediği öne sürülmektedir.
Diğer yandan, Trump’ın ikinci döneminde dış politika ekibinde yaptığı değişiklikler dikkat çekmektedir. İran’a karşı sert tutumlarıyla bilinen eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın yeni dönemde görev almamaları ve bu isimlere yönelik gizli servis korumalarının kaldırılması, ABD’nin İran politikasında yön değişikliğine gidebileceğine işaret eden önemli bir gelişme olarak değerlendirilmekteydi.
Netanyahu’nun yönlendirmeleriyle ABD’nin, İran’a karşı askeri müdahale seçeneğini ciddi biçimde gündemine aldığı iddia edilmektedir. Ancak İran, köklü bir devlet geleneğine sahip olması nedeniyle, dış müdahalelere karşı tarihsel bir direnç kapasitesine sahiptir. Lübnan, Suriye ve Irak gibi dış aktörlerin etkisiyle şekillenmiş yapay devletlerle kıyaslandığında, İran’ın ulusal güvenliğini tehdit eden herhangi bir müdahaleye güçlü bir devlet refleksiyle karşılık vereceği öngörülebilir.
İsrail’in Gazze’deki Filistinlileri zorla Ürdün ve Mısır gibi komşu Arap ülkelerine göndermeye yönelik politikası, yalnızca insani bir dram yaratmakla kalmayacak, aynı zamanda yeni bölgesel krizlerin de tetikleyicisi olacaktır. Bu göçlerin ardından söz konusu ülkelerdeki Filistinli nüfusun bir güvenlik tehdidi olarak tanımlanması, İsrail’e yeni müdahale alanları yaratma imkanı verebilir. Bu durum, yalnızca Filistin sorununu derinleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda Arap dünyasında da siyasi istikrarsızlıkların artmasına neden olacaktır.
İsrail’in benimsediği güvenlik anlayışı, Ortadoğu’da yalnızca kendisinin nükleer silaha sahip olması üzerine inşa edilmiştir. Ancak bu durum, bölgedeki diğer aktörlerin güvenlik kaygılarını artırmakta ve karşılıklı güvensizliği derinleştirmektedir. Bu nedenle, kalıcı bir bölgesel güvenlik tesisi için tüm tarafları kapsayan bir nükleersiz Ortadoğu hedefi kaçınılmaz hale gelmektedir. İsrail’in de bu sürece dahil edilmesi, yalnızca bölge güvenliği açısından değil, küresel barış adına da kritik öneme sahiptir.
Sonuç olarak, İsrail’in İran’a yönelik güvenlik stratejileri ve bölgesel politikaları, Ortadoğu’daki dinamikleri şekillendirmede belirleyici rol oynamaktadır. ABD ile İran arasındaki nükleer müzakereler ve İsrail’in bu süreçteki etkisi, bölgesel güvenlik ve istikrar üzerinde uzun vadeli etkiler yaratacaktır. Nükleersiz bir Ortadoğu vizyonu, tüm bölge ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilecek diplomatik çabalarla mümkün olabilir ve bu, kalıcı barışın sağlanmasında temel bir unsur olacaktır.
N. CEM TABANLI
N. CEM TABANLI: ORTADOĞU’DA ÇÖZÜM NÜKLEERSİZ BÖLGE
20 0

Kafkassam Editör
Yeni bir dünyaya uyanmak, dünyayı yeniden okumak isteyenler için, söylenecek sözü olanlar için merkezi Ankara’da olan KAFKASSAM’ı kurduk. Erivan, Bakü, Tiflis, Tebriz, Grozni, Moskova, Mahaçkale, Nazrin, Nalçik, Saratov, Ufa ve Sochi’de ofislerimiz temsilcilerimiz var. Kafkassam genelde kafkasya çalışmak için kuruldu Kafkasya genelinde çalışır. Ermenice Rusça Gürcüce İngilizce dillerinde yayın yapan kafkassam genç akademisyen ve stratejistlerle çalışmaya özen gösterir. KAFKASSAM’ın internet sitesi 2 Ocak 2010’da yayına girdi. İnternet sitesinde Kafkasya’daki ülkeler ve Türkiye ile ilişkileri hakkında makaleler, ropörtajlar, analizler ve yorumlara yer verilmektedir.