Rusya Devlet Başkanı Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptıkları telefon görüşmesinde, Suriye’de işbirliğinin geliştirilmesi konusunda ortak karar aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan G-20 sonrası yaptığı açıklamada koalisyon güçleriyle birlikte IŞİD’in kalesi Rakka’ya yapılacak operasyonun sinyallerini vermesi, ABDlilerin eteğini tutuşturdu. Türkiye bununla kalsa iyi, bizzat Cumhurbaşkanının ifadesiyle Türkiye IŞİD’in temizlenmesi için Rakka operasyonunun yeterli olacağına inanmıyor, Rakka’nın ardından Musul’a da operasyon Türkiye’nin planları arasında. ABD Türkiye’nin bölgede belirleyici rol üstlenmesine karşı. Amerikalıların akıl tutulması yaşadıkları kesin. Bölgenin fotoğrafını iyi okuyamadıkları ortada. Başkan adaylarından Trump bunun farkında ve Putin’in Obama’dan daha kaliteli lider olduğu görüşünde. Bunun Türkçesi şu; Trump’a göre Obama Amerika’nın şabalağı.
Adamlar Türkiye’yi kaybetmek veya karşılarına almak pahasına bildiklerinden şaşmıyor. ABD Savunma Bakanı Ash Carter, Türkiye’nin tüm tepkilerine rağmen IŞİD’e karşı PYD ve Türkiye ile ortak hareket etmek istediğini yinelediği gibi Doğal Kararlılık Operasyonu Sözcüsü Albay John Dorrian, Rakka’ya operasyon konusunda izlenecek yola dair bir plan oluşturmak için hem Türk ordusu hem de Suriye Demokratik Güçleri’yle birlikte çalıştıklarını söylemekten geri kalmıyor. Hemen ardından Fırat Kalkanı operasyonu kapsamında Türkiye’nin attığı adımların arkasında olduğunu söyleyen ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner, Washington’ın IŞİD’le savaşan Kürt Güçleri de desteklemeye devam ettiğini ve bu durumun Ankara tarafından bilindiğini söylüyor. (Bkz. http://www.zernews.com/2016/09/abd-kurt-gruplari-desteklemeye-devam-ankara.html )
Amerikalılar kendilerini dev aynasında gördüklerinden ABD Savunma Bakanı Ash Carter, ‘PYD ile Türkiye arasında yaşanan gerginlikleri kontrol altına alma çabasındayız’ diyor. Ama birileri çıkıp bu sığır çobanlarına bu dev aynasının sirk aynası olduğunu ivedilikle söylemeli. Türkiye’yi muz cumhuriyetleriyle karıştırmasınlar. PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in “YPG ve ABD arasında birlikte DAİŞ’e karşı mücadele etme anlaşması var. Bazı bölgelerde YPG çekilmek istese de ABD istemez.” ifadesini nasıl okumalı? (Bkz. http://odatv.com/abd-ile-anlasmamiz-var-biz-istesek-de-abd-istemez-0909161200.html )
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Cerablus’a yönelik “Fırat Kalkanı” operasyonunu değerlendiren Müslim, askeri harekâtın “IŞİD ile mücadele” için olmadığını, “Çünkü gerçekler ortada. Türkiye, IŞİD hezimete uğradığı için Cerablus’a girdi. Yoksa Cerablus ile Rakka arasındaki koridor kapanacaktı. Türkiye bunu önlemek için bölgeye girdi” diyor. Cerablus-Rakka koridorunun halen açık olduğunu belirten Müslim, “IŞİD kıyafet değiştirdi, Nusra oldu, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) oldu” diyerek, örgüt mensuplarının Türkiye’ye girip çıkabildiklerini öne sürüyor. Onun da kimin ağzıyla konuştuğu belli değil mi? (Bkz. http://rudaw.net/turkish/middleeast/09092016 ) Türkiye devam eden Cerablus harekâtı ile rotasını çoktan açık etti. Deyim yerindeyse ok yaydan çıktı. Cerablustan usul usul hedef Musul. Eski Musul Valisi ve Haşdi Vatani Komutanı Nuceyfi, “Musul halkı aynı modelin (Fırat Kalkanı Harekâtı) kendi kentleri için de uygulanmasını istiyor. Türkiye askeri olmasa da siyasi olarak her anlamda bölgede aktif olmalıdır.” sözleriyle Türk ordusunu Musul’a davet ediyor. (Bkz. http://aa.com.tr/tr/dunya/turkiye-cerablus-modelini-musulda-uygulamalidir/643118 ) Türkiye bu davete sıcak bakabilir ne de olsa Müslüman ülke, davete icabet sünnet kabul edilir.
Gelelim Avrupa’nın Türk korkusuna! Şubat 2013’te istifa ederek başta Katolikler olmak üzere tüm dünyada şok etkisi yaratan eski Papa 16. Benedetto, Papalık görevi süresince yaşadığı tecrübelerini “Son Sohbetler” (Letzte Gespräche) başlığıyla kitaplaştırdı. Alman gazeteci Peter Seewald’ın eski Papa 16. Benedetto, ile söyleşisinde konuşulanlar, Türkiye’nin Avrupa’daki algısının ispatı. Eski Papa, görevi süresince en “hassas” ziyareti Türkiye’ye yaptığını söylüyor. Peter Seewald’ın “En hassas seyahatiniz hangisiydi?” şeklindeki sorusuna Ratzinger’in yanıtı aynen şu; “Muhtemelen Türkiye’ye yaptığım seyahatti. Regensburg konuşmasının yarattığı toz bulutu hala dinmemişti. Bu yüzden Erdoğan ilk başta beni kabul etmek istemiyordu. Fakat yavaş yavaş atmosfer ısınmaya başladı ve sonunda da gerçek bir anlayış sağladık. Ama ilk başta hassas bir andı, her iki tarafın da yüreklerini açtığı için Tanrı’ya müteşekkirim.” Bu ziyaret neden hassastı ve papa neden korkuyordu? Regensburg konuşmasının içeriği neydi?
Ratzinger, 12 Eylül 2006’da Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada “inanç ve mantık” başlığı altında, 14. yüzyılda Ankara yakınlarında Bizans İmparatoru 2. Manuel Paleolugus’un Farslı bir bilginle (Hacı Bayram Veli) İslam ve Hıristiyanlık üzerine yaptığı diyalogdan bahsetmişti. Ratzinger, Bizans İmparatoru’nun “şaşırtıcı bir kabalıkla” şu ifadeleri kullandığını söylemişti: “Bana Muhammed’in getirdiği bir yenilik göster, orada ancak kötü ve insanlık dışı şeyler bulacaksın, tebliğ ettiği dini kılıçla yayma emri gibi.” Ratzinger konuşmasının devamında da “mantık ile inancın” bir araya gelmesi gerektiğini ve bu yüzden de teolojinin yerinin üniversiteler olduğunu söylemişti. Dönemin Papa’sının bu konuşması Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerde dini ve siyasi liderlerin ve halkın tepkisiyle karşılaşmıştı. (Bkz. http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-37314670 ) Korkunun ecele faydası yok! Şairin dediği gibi “Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan”.
Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com
Eğer Fatih’in kardinallik düzeyine ulaşmış bir papazı tayin ettiği doğru ise halen daha bir umut vardır…
Ömür Kardeşim, kalemine sağlık ….
Türkiye, tarihi – kültürel – jeopolitik konumu itibariyle çok yönlü bir ülke: Balkan, Ortadoğu, Kafkas üçgeninde iki kıtayı birleştiren bir ülkedir: Avrasya ülkesidir…
Türkiye çok özellikli yapısı itibariyle herkesle ilişki ve iletişim içinde olmak zorundadır; bugünü ve geleceğini bir gruba endeksleyemez; herşeyden önce ve daima milli çıkar ve menfaatlerini gözetmek durumundadır.
Türkiye’nin çok özellikli yapısı, çok yönlü ilişki içinde olmasını, milli çıkar ve menfaatlerini gözetmesini gerektirmekle birlikte; tarihi, kültürel, jeopolitik özellik ve değeri ile milli çıkar ve menfaatleri “Avrasya’ya dolayısıyla Rusya’ya yakın olmayı gerektirmektedir.”
Güçlü ve etkin bir Avrasya, ABD – Batı / Atlantik emperyalizminin önündeki (engel değil ama) “tek denge unsuru”dur…