İran’ın eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı’nda ülkesini temsil ettiğini farz edersek, halefi Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın attığı adımı takip edeceğini söyleyebilir miyiz? Büyük ihtimal en makul cevap şu olacaktır: Hayır! Cevaptaki bu varsayım, Zarif’in halefine göre daha disiplinli ve diplomasinin gerekleri konusunda dirayetli ya da birincisinin ılımlı ve diğerinin ise daha katı olmasından kaynaklanmıyor. Aksine Abdullahiyan’ın yaptığı yalnızca iki yol arasında değil, iki zaman arasında da bir ayrım olduğu mesajını içeriyor. Kuruluştaki temel doğasına dönmeyi seçen rejim, artık dışişleri bakanının yüzündeki sürekli gülümsemeyle uyumlu değil. Şimdi biçim ve içerik olarak rejimin genlerini taşıyan birine ihtiyaç var.
İran rejiminin genlerinde birçok anlam var. Bu anlamlar, İran’ın imparatorluk düğümü ile başlayıp statü ve konumun yanı sıra büyüklük takıntısına kadar uzanıyor. Bu, rejimin literatüründe, davranışlarında ve söylemlerinde netlik kazandı. İran’ın dünyada güvenli bir yer bulamama konusundaki sürekli endişesini gidermek amacıyla zaferlerini ve düşmanının hezimetlerini sayma arasına sıkışıp kalmış rejimin devamlı pohpohlanması gerekiyor.
Abdullahiyan, doğasını keşfetmeye çalışan herkes için süreyi kısalttı. Çünkü yeni hükümet politikasının özellikleri, yeni dışişleri bakanının çehresinde belirmektedir. Bunun için zamana ihtiyaç yoktur. Rejimin kurumlarının doğası, onun doğasıyla bütünüyle uyumludur. Bu uyum, son otuz yılda İran’la nasıl başa çıkılacağı konusunda herkesin karşı karşıya olduğu ikilemin üstesinden gelinmesine yardımcı olacaktır. Nitekim dünya, İran’ın dış politikasının üç doğasıyla karşı karşıya kaldı. Bunlardan ilki resmiydi ve hükümeti temsil ediyordu. İkincisi, rejimi temsil ediyordu ve yüce rehberin konumunu vurguluyordu. Üçüncüsü de Kudüs Gücü aracılığıyla Devrim Muhafızları’nın dış politikasını temsil ediyordu. İran şu an Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi hükümeti ile birlikte, -Cumhurbaşkanı Hatemi döneminden bu yana ilk kez- devlet kurumları ve rejim arasında mutabık olunan birleşik bir dış politika sunuyor.
Abdullahiyan’ın Bağdat’taki son zirvede, hatıra fotoğrafı çekildiği sırada ikinci sıradan ilk sıraya atlaması, Tahran hükümetinin tüm diplomatik normları, bölgesel ve uluslararası ilişkileri, iyi komşuluk ilişkilerinin gereklerini çiğnemekte bir sakınca görmeyeceğine dair bir mesajdan başka bir şey değil. Aynı zamanda bu, dört Arap başkenti üzerindeki hegemonyasının, tüm dosyalara ilişkin katı tutumunun ve uluslararası toplumla gelecekte yapılacak herhangi bir müzakerede sunulacak olanın nükleer dosyanın ötesine hiçbir şekilde geçemeyeceğinin de bir teyididir.
Abdullahiyan’ın ilk sıraya attığı adım, nerede duracağını ve nerede olacağını belirleyecek olanın Tahran olduğunu teyittir. Bunun mutlak olarak bir güç konumundan kaynaklanması gerekmez. Aksine yanıltıcı retoriğe ve yıkıcı araçlara dayalı boş kibir üzerine de kuruludur. Bu, Reisi’nin cumhurbaşkanlığının ilk gününe, İran dronlarının Arap Körfezi sularına yönelik saldırılarının eşlik etmesiyle netlik kazanmıştı. İroni, Abdullahiyan’ın zirvede anı fotoğrafı çekilirken çıkarmaya çalıştığı şamatanın ve İran’a yakışan bir yerde durduğunu söyleyerek eylemini haklı çıkaran dışişleri bakanlığın sözlerinin, 1943 Tahran Zirvesi’nin hatıra fotoğrafı çekimi sırasında yaşananlarla tutarlı olmamasıdır. Nitekim Rusya’nın Tahran Büyükelçisi’nin, İngiliz meslektaşı ile Rus Büyükelçiliği’nin merdiveninde yayınladığı fotoğraftan dolayı İran rejiminin temel sütunlarını bir korku sarmıştı. Üç lider Roosevelt, Churchill ve Stalin, Tahran’da bir araya gelmişti. Bu, Ortadoğu’daki etkin ülkelerin olası herhangi bir dönüşüme hazırlık olarak çıkarlarını yeniden düzenlemesinin ardından İran’ın geleceğe dair duyduğu tedirginliğin boyutunu ortaya koyuyor.
Reisi’nin seçilmesinin dayatılmasının ardından “1980’lerin başına” dönmeye karar veren yeni-eski İran, -rejimin hedefleriyle uyumlu devrimci bir hükümete doğru yol alan İran- daha katı tercihlerde bulunacak ve iktidarla anlaşma fırsatının mümkün olduğuna ilişkin bahse giren herkesin önünü tıkayacaktır. Çünkü dünya değişse bile bu rejim değişmeyecektir.
Mustafa Fahs şarkulavsat