KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Muhammed Rumeyhi: İran’ın yörüngesinde dönmeyi reddetme

Muhammed Rumeyhi: İran’ın yörüngesinde dönmeyi reddetme

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
251 0

Bir yanda İran, diğer yanda ABD dahil çeşitli ülkelerden oluşan Viyana’daki taraflar arasındaki müzakerelerin neler getireceğini kimse kesin olarak bilmiyor. Tahran ve diğer katılımcı başkentler açısından, bu müzakerelerin tam olarak ne şekilde sona ereceğine ABD karar verecek. Tahran’a uygulanan yaptırımların bir kısmının ya da tamamının mı kaldırılacağını yahut kimsenin bilmediği ya da nereye varacağını tahmin edemediği yeni bir çatışmaya mı dönüleceğini o belirleyecek.

Her meselede, genellikle iki olasılık (doğru yanlış) veya (siyah beyaz) vardır, İran dosyasında ise renklerin birden fazla olduğu görülüyor. Barack Obama yönetimi, Ortadoğu’ya daha yakın ve yaşanan sorunları daha iyi anlayan Avrupa’nın içinden yükselen tüm itirazları dahi önemsemeyerek İran rejimini memnun etmeye çalışmış, İran yönetimini dünya ile normal ilişkilere girmeye ikna etme umuduyla onunla anlaşma yoluna gitmişti. Bu yönelim başarısız oldu. Ardından Donald Trump yönetimi geldi ve yaptırımları ağırlaştırdı. Bunun üzerine İran’ın uzlaşmazlığı arttı ve aynı anda üç silahı sahaya sürmek için bir bahane elde etmiş oldu. Bahsettiğimiz silahlar; uranyum zenginleştirmeye geri dönmek, balistik füze programını hızlandırmak, Arap bölgesinde daha da genişlemek.

Şu anda üçüncü, puslu ve belirsiz evre ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bunun Amerikan ve İran tarafı için birçok girdisi var, dolayısıyla hesaplamalardaki bir yanlış bir şekilde tüm Ortadoğu’yu alevlendirebilir. Amerikan tarafında “anlamama iradesi” olarak nitelendirilebilecek bir durum söz konusu. İfade çelişkili görünse de kanıtlar kendisini açıklayabilir. Bir zamanlar, Obama döneminde müzakere grubu başkanı olan dışişleri bakanı sayın John Kerry, “Sayın Ali Hamaney’in nükleer silahları yasaklayan fetvasına” güvendiğini söylemişti. Amerikan siyasal kurumlarında zeki ve akıllı tarif edilebilecek zihinlerin varlığına rağmen, bu ifade peşin bir “anlamama iradesine” işaret ediyor. Zira fetvanın tarihi, herhangi bir takipçinin bildiği gibi, değişkendir, yani gerekirse bir fetva başka bir fetva tarafından geçersiz kılınabilir. Amerikan tarafının bu tereddüdünün özeti, İran rejiminin “dünyaya şantaj” yapmanın ve gemilerini karadan yürütmekte diretmenin tadına varmış olması gibi görünüyor. Bu nedenle tekrar kışkırtıcı uranyum zenginleştirme adımını atıyor, korkunç ve yıkıcı bir silahlı zorbalıkla kollarını Arap bölgesinde daha da genişlemeye kışkırtıyor.

Lübnan kolu (Hizbullah) devlet ve ülkeyi ele geçirme yönünde ilerlerken Lübnan’da ekonomi ve yaşam koşulları gittikçe kötüleşiyor. Irak’ın nüfuzundan kurtulma girişimleri kuşatılıyor. Yemen’deki kolu, ülkeyi yoksulluk, hastalık ve dağılmaya açık bir kaosa sürüklemek için yönlendiriliyor. Suriye’de çok sayıda ölü ve milyonlarca göçmen üreten baskıcı bir rejim destekleniyor. Elbette, artık ekonomik gerileme ve ülke tarihinde eşi benzeri görülmemiş siyasi baskılarla tanınan İran içinde olup bitenlerden bahsetmiyoruz bile. Tahran’da da bir “anlamama iradesi”, yani tüm bu kışkırtıcı adımların bir noktada kimsenin sonucunu bilmediği ve tahmin edemeyeceği ama yıkıcı olacağı kesin bir çatışmayı tetikleyeceğini idrak edememe iradesi mi var?

Geçen hafta “el Bilad” gazetesi, Prens Türki el Faysal’ın ana konuşmacı olarak katıldığı ve konuyla ilgili bir dizi meslektaşımızı konuk eden bir forum düzenledi. Bir bilgi ve bilgelik deposu olan Prens Türki’nin bu forumda yaptığı konuşma geniş çapta yankılandı. Bu nedenle burada yalnızca bazı noktalarına değinmek istiyorum. Öne sürdüğü fikirler bence bu dosyanın Arap takipçilerinin çoğunluğunun fikirlerini temsil ediyor. Prens Türki; “Biz İran halkına düşman değiliz” dedi ki, eminim Basra Körfezi’nin bu yakasındaki her Arap’ın hissiyatı budur. Prens ayrıca İran’da olanların İran halkının özel meselesi olduğunu belirtti ve ekledi, “Ama güvenliğimiz korunmalı ve bu da onunla güçlü bir denge kurmayı gerektiriyor.” Bölgedeki gerilim her gün, hatta her saat artıyor, bu da bölgenin kapılarını daha fazla istikrarsızlık ve kaosa açık tutuyor diyen Prens Türki şöyle devam etti, “Tehlike sadece İran’ın nükleer programıyla sınırlı değil, asıl tehlike, ülkelerimizin içişlerine müdahale açısından son 40 yıl boyunca benimsediği zorbaca davranışıdır.” Prens ayrıca “İran liderliğinin nükleer güce sahip olacağı güne ve tüm olasılıklara hazırlanmalıyız” diye de uyardı. Bu, Prens Türki’nin konuşmasının bir özeti ve Ortadoğu arenasında tartışılan birçok dosyayı iyi bilen biri tarafından çalınan bir alarm zili olabilir.

Prens Türki, durumu analiz etme ve olasılıkların stratejik bir okumasını yapma konusunda değerli bilgiler ekledi. Benim bu söylenenlere dair okumam ise; John Kerry’nin, Hamaney’in fetvasıyla ilgili okuması ve kanaatlerinin aksine, İran’ın nükleer savaş teknolojisi edinme olasılığının uzak olmayabileceği yönünde. Ayrıca İran’ın aktif veya pasif silahlı kollara sahip olduğu tüm arenalarda gerilimin, bir sonraki dönemin başlığı olacağına inanıyorum. Tahran’daki yönetimin, bunun Amerikan pozisyonunu yaptırımların kaldırılmasını hızlandırmaya ve çatışmayı bırakıp İran koşullarına teslim olmaya sevk edeceğini varsaydığını düşünüyorum. Sahne karmaşık ve ana aktörler arasında çıkar çatışmaları ve dolambaçlı siyasi yollar var. Hatta belki de Ortadoğu sahnesinden uzaktaki çıkarları yönlendirmek için tarafların karşılıklı olarak acıya dayanıklılık düzeylerini test ettikleri söylenebilir. Bunun karşısında, inatçı bir tutum ve belki de her gün Tahran’dan uluslararası medyaya yapılan açıklamalarda duyduğumuz (İran’ın bakış açısıyla) zaferin yaklaştığı duygusu yer alıyor. Prens Türki Faysal ne olmamız gerektiğine dair net bir fikir belirtmekten de geri kalmadı ve şöyle konuştu, “Eksikliklerimizi gidermek ve tüm olasılıklarla yüzleşme konusunda hazır olmak için ivedilikle anlaşmazlıklarımızı aşmaya çalışmalıyız.”

Tahminime göre muhtemel olasılıklardan biri de doğrudan çatışmanın patlak vermesi, zira tarih birden fazla olayda, bir tarafı memnun etmeye çalışmanın onda hızla yanlış bir anlayışa yol açtığını teyit ediyor. Kendisine tavizler verilen tarafı daha fazlasını talep etmeye iter, silah stoku ve genişlemeci ideolojinin varlığının pekiştirilmesine yardımcı olur. Bu, silahlı bir çatışmanın patlak vermesine yol açan kusursuz bir denklemdir. Arap ulusal güvenliği bugün birden fazla taraf tarafından tehdit ediliyor ve tüm çatışma bölgelerinde bunun bedelini Arap halkları ödüyor. Aynı zamanda daha büyük ve daha fazla sayıda Arap grup yeni bir tür sömürgeciliğe boyun eğmeyi veya İran rejimi ya da herhangi bir rejimin yörüngesinde dönmeyi reddediyor.

Son olarak; İran Dışişleri Bakanı “İran savaş istemiyor” diyor. Gelgelelim Husilere gönderilen silahları, Lübnan ve Irak’ın kendisine bağlı milis güçler tarafından tahrip edilmesini nasıl açıklıyor, buna ne ad veriyor, doğrusu bilmiyorum.

Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi’nde Sosyoloji profesörü..
Şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir