• Malumunuz bu sıralar Türk Rönesansının epistemik temellerini araştırıyorum.
• Türkistan-Türkiye irtibatının kültürel sürekliliği açısından bilimsel gelişmeler açısından son derece önemli olan bilim insanı ve devlet başkanı Uluğbey, oğlu Abdüllatif tarafından öldürülür. (1449)
• Uluğ Bey, oğlu Abdüllatif, Ebu Said Mirza, Özbek/Şeybani Hanlığı, Safeviler, Babürlüler arasındaki savaşlar sonunda Şiî taraftarları Safevî topraklarına, Şiî idaresinde kalmak istemeyen Sünnîler ise, Mâverâünnehir ve Bâbür Han’ın hâkimiyeti altındaki Kuzey Hindistan bölgelerine kalabalık kafileler halinde hicret etmek zorunda kalmış, bu durum bölgenin etnik yapısının değişmesine yol açmıştı.
• Bunların bir de günümüz açısından bizim bölgemiz açısından ne anlama geldiğini düşünmekte fayda var.
• Ve tarih: Semerkand tahtına oturan Abdüllatif, Ebu Said Mirza Han’ı yakalar ve Semerkand’da hapseder. Ancak Abdüllatif’in kendisi de babasından altı ay sonra yani 1450’de (ulemanın fitnesiyle) öldürülür. Abdüllatif devri (1449-1450) Uluğ Bey devriyle kıyaslanacak olursa din adamları için iyi, ahali ve asker için kötü bir devir olarak görülür.
• Özbek (Şeybani) hanı Ebu’l-hayr Han’ın askeri desteğini alan Ebu Said Mirza Han, Yesi’den Taşkent’te Hocend şehrine ilerledi. Semerkant’a yürüdü ve Çağataylar’ı yenilgiye uğrattı, şehri ele geçirip tahta oturdu. (855/1451). Semerkant’ta Uluğ Bey’in kırk yılı bulan hâkimiyeti yerine Ebû Said’in Taşkent’ten davet ettiği Nakşibendî şeyhi Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın Mâverâünnehir’in siyasî ve iktisadî hayatında kırk yıl sürecek olan etkisi “mânevî hâkimiyet” adı altında sunuldu.
Ahrâr, Ebülhayr’ın Timurlular’dan Uluğ Bey’in kızı Râbia Sultan Begüm ile evlenmesini sağladı. Ebülhayr’ın torunu Şeybânî Han 905-913 (1500-1507) yılları arasında Mâverâünnehir, Hârizm ve Horasan’ın hemen hemen bütün şehirlerini ele geçirdi ve Şeybânîler (Özbekler) adıyla bilinen hânedanı sistematik hale getiren kişidir. (905/1500).
• Şeybânî Han, Cengiz soyundan olmayan Timurlular’ın elinden saltanat hakkını alarak hanlığı ve yasayı yeniden canlandırdığını, bölgede Sünnîliğin en güçlü temsilcisi konumuna gelerek Şii Şah İsmâil ile mücadeleye giriştiğini biliyoruz. .
• Nitekim Şeybânî Han’ın 916 (1510) yılında Şah İsmâil’le yaptığı savaşta yenildi. Onun Mâverâünnehir’e girmemesi için anlaşma yaparak, Ceyhun’un sol tarafındaki bütün yerleri Safevilere bıraktılar. Fakat Şah İsmâil, Bâbür’ü Mâverâünnehir üzerine sefere teşvik etti ve Semerkant’ı almasını sağladı (917/1511).
• Burada Şii-Sünni çatışması ve iktidar mücadelelerinde ilginç olan bir nokta ortaya çıktı, Sünnî olan Buhara ve Semerkant halkı Şiîler’le iş birliği yaptı. Bâbür yenildi. Şeybânîler’in bu başarısı Şah İsmâil’i karşı atağa yönlendirdi. Bâbür kumandasındaki bu ordu Karşi’yi zaptederek halkı kılıçtan geçirdi ama daha sonra Şeybânîler’in âni baskınına uğrayıp mağlûp oldu (918/1512).
• Bu olayın ardından Bâbür Mâverâünnehir’den vazgeçti. Böylece başta Buhara ve Semerkant olmak üzere bütün Mâverâünnehir tekrar Şeybânîler’in eline geçti.
• Öyle ki, Şiî taraftarları Safevî topraklarına, Şiî idaresinde kalmak istemeyen Sünnîler ise, Mâverâünnehir ve Bâbür Han’ın hâkimiyeti altındaki Kuzey Hindistan bölgelerine kalabalık kafileler halinde hicret etmek zorunda kalmış, bu durum bölgenin etnik yapısının değişmesine yol açmıştır.
• Daha sonra Şeybani Hanı II. Abdullah, Safevîler’e karşı Osmanlı Sultanı III. Murad ve Bâbürlü Hükümdarı Ekber Şah’a yaklaştığını söylersek, dini tasavvurların bölge iktidar mücadelelerindeki yerini de görürüz.
• Günümüz açısından da benzer Şii-Sünni daha doğrusu Şii-Selefi çatışmalarıyla bölgemizdeki göç hareketliliklerini düşündügamüzde iktidar mücadelelerinde dini/mezhebi farklılıkların nasıl aykırlığa dönüşmeye devam ettirildiğini görüyoruz.
• Nitekim Medeniyetler arası çatışma tezinin medeniyet içi çatışmaya (sünni-şii) dönüştürülmek istendiğini bu açıdan mezhepçiliğin bir tuzak olduğunu belirten yazı ile
• “Dini Anlama ve Yaşama Tarzları Olarak Mezhepler: Riyaset ve Din Tacirliği Olarak Mezhepcilik” diye bir yazıyla vekalet savaşlarına dikkat çekme çabamız, Beşar Esed ile birlikte fotogramının yayınladığı bir dergi ile hedef gösterilmeye kadar gitmişti. Üstelik buradaki fotoğraflarda yaşayan tek akademisyen bendim.
Mevlüt Uyanık