ABD’nin en meşhur Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’a 90 yaşını geride bıraktığı sırada geceleri kendisini endişelendiren en büyük meselenin ne olduğu soruldu. Kissinger tereddüt etmeksizin, “Çin’den endişeleniyorum. Korkarım ki Çin’i küresel uluslararası sisteme dahil edemeyeceğiz” diyerek cevap verdi. Şimdi kötü haber şu ki liberal dünya düzeninden yalnızca Çin değil, Rusya da çıkmak istiyor.
ABD-Avrupa ittifakı doğrultusunda bu sistemin temelleri atılırken söz konusu iki güç dışlandı ve kendilerine danışılmadı. Başkan Putin defalarca liberal düzenin ölümünü ilan ettiğinde, dile getirdiği şey bu tarihsel intikamdı. Geçenlerde, Rus gururunun ve şahsi gururunun acı hatırasını hatırlatarak Sovyetler Birliği’nin çöküş döneminde taksi şoförlüğü yaptığını söyledi.
Bu büyük çatışmanın en görünür sahnesi Ukrayna’da yaşananlardır. Financial Times’da, “Çin ve Rusya’nın Yeni Dünya Düzeni Planı” başlığıyla yayınlanan uzunca bir yazıda, Rusya’nın ve Çin’in on yıllardır süren boğucu Amerikan hegemonyasından kurtuluş arzusuna dikkat çekildi. Putin ve Şi Cinping’in liberal düşmanla yüzleşmek için tüm farklılıklarını bir kenara bıraktıkları bir ittifaka ilk kez tanık oluyoruz.
Moskova ve Pekin’deki liderler, Batı’nın nihai hedefinin insan hakları ve demokrasi gibi ilkeleri kullanarak hükümetlerini devirmek olduğu konusunda hemfikir. Batı’nın, rejimlerini öldürerek zehirli bir hançer olduğuna inanıyorlar. Geçmişte dünya çapındaki devrimci hareketlere destek olmak gibi bir rol üstlenmiş olsalar da şu anda Ukrayna, Tayvan, Hong Kong ve çevrelerindeki diğer ülkelerde patlak veren renkli devrimleri bastırmaya çalışıyorlar.
Rusya ve Çin, bu devrim hareketliliğinin arkasında ABD ve Avrupa’nın gizli ellerinin olduğunu düşünüyor. Bu nedenle hızlı bir şekilde bastırılmalı ve devrimlerin tekrar baş göstermesine izin verilmemelidir. Kazakistan bu savunmacı rolün bir başka örneğidir. Rusya buraya da kararlı bir şekilde müdahale etmektedir. Bu teoride hemfikir olan Rusya ve Çin, Ukrayna’nın Batı’ya kolay bir şekilde geçişine izin vermenin sıradakinin Tayvan olacağı anlamına geldiğinin farkında.
Ukrayna ve Tayvan kendi başlarına önemli olmasalar da kayıpları bir felakettir. Bu, Batı liberal düzeninin onların pahasına genişlemesi ve nüfuzlarının daralması anlamına gelir. Dolayısıyla Putin’in komşusu Ukrayna’nın sınırına 100 bin asker yığması, NATO’ya katılırsa işgal etmekle tehdit etmesinin yanı sıra Batı’dan Tayvan’a yönelik herhangi bir destek açıklamasında Çin’in sert bir tonla karşılık vermesi şaşırtıcı değil.
Çatışma şimdilik uçurumun kenarında yürümeye benziyor, fakat önümüzdeki yıllarda dünyanın çehresini şekillendirecektir. ABD’nin yükselişi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oldu. O sıralar Dünya Bankası’ndan yeni dünyanın vizyonuyla uyumlu Dünya Ticaret Örgütü’ne varıncaya dek tüm uluslararası kurumlar kuruldu. Putin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ABD’nin hegemonyasının daha da arttığına inanıyor. ABD’nin gücü tekelinde tuttuğunun ilk göstergesi, hiç kimsenin muhalefeti olmaksızın birçok gücü kendi safında bir araya getirdiği Kuveyt Savaşı idi. Sonra Kosova, Belgrad, Irak ve diğer ülkelere yönelik tek taraflı müdahaleler gördük. Tek bir küresel gücün varlığının en açık göstergesi Afganistan ve Irak işgali oldu. Ruslar ve Çinliler, yalnızca bir kutbun dünyayı liberal imajıyla şekillendirdiğini ve askeri müdahale için gerekirse insan haklarını, demokrasiyi ve özgürlüğü bahane olarak kullandığını düşünüyor.
Washington’un düşmanları, Afganistan’dan ve Irak’tan geri çekilmesini sisteminin aşınmasının başlangıcı olarak değerlendirdiler. Öyleyse artık yeni sistemlerin inşa edilmesi ve uluslararası arenada kutupların yeniden belirlenmesi gerekiyor. Çin’in birçok askeri üs kurduğu Güney Çin Denizi’nde yaptığı gibi herhangi bir şüpheli hareketi durdurmak için çıplak güç kullanılacak ve askeri kapasite güçlendirilecektir.
Moskova ve Pekin’in arzu ettiği yeni düzen, dünyanın her bir güç için dokunulmaması gereken nüfuz alanlarına bölünmesidir. ABD’nin kendi nüfuz alanına çekilmesi ve sadece Atlantik güç haline gelmesi gerekiyor. Bunun güce başvurmanın yanında pazarlanabilecek siyasi ve kültürel fikirlere dayanan küresel sistemler anlamına geldiğini görüyoruz. Batılılar insan haklarından, Ruslar ve Çinliler ise kendi özel koşullarında gelişen kültürlerden veya medeniyetlerden, onları istikrarsızlaştıracak dış gündemlerin empoze edilmemesinden bahsediyorlar.
Peki Rusya bunu yapabilir mi? Yani, mevcut sisteme meydan okuyup kendi özel sistemini var edebilir mi? Rus ekonomisinin büyüklüğü -ki İtalyan ekonomisine yakındır- göz önüne alındığı zaman soruya olumlu cevap vermek zordur. Bir sistem kurma, koruma ve sürdürme yeteneğine sahip değildir. Ancak ABD’nin nüfuz alanını daraltmak ve tek kutuplu düşünceyi sona erdirmek gibi teorik, siyasi ve askeri olarak tek bir hedefte ittifak ettiği Çin ile birlikte bunu yapabilir.
Çin 1,4 milyardan fazla nüfusa sahip ve yakında dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Bununla birlikte askeri gücü de durmaksızın artmaktadır. Rusya, Batı’nın baskılarına tepki gösteriyor ve sınırlı yeteneklerine rağmen büyük bir güç gibi görünmek istiyor. Aksine Çin ise sürpriz askeri müdahalelerde bulunmadan stratejik, yavaş ve istikrarlı bir şekilde hareket ederek nihayetinde tarihin kendi lehine ilerlediğini fark ediyor. Tüm göstergeler, önümüzdeki yıllarda bu güçlerin ‘nüfuzlarını genişletmek ve kendi hegemonyalarını dünyaya dayatmak’ için büyük çatışmalara gireceğine işaret ediyor. Kissinger’in Çin’i Batılı dünya düzenine entegre etme arzusuna gelince, artık çok geç.
Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni