21. yüzyıl insanı hakikkatten kopup hayale, duygudan uzaklaşıp akla teslim olmuştur. Bu yüzyıl tabiattan kaçıp eve sığınmanın yüz yılıdır. Ev insanın ilk mağarası. Korku ve sığınma! Yalnızlık ve bireyselleşme. Kafka geçen yüzyılda insanın kendine yabancılaşmasını dönüşüm diye dile getirmişti. Bu çağın insanı hem kendine hem topluma yabancılaşmış. İnsanın bu toplumsal yabancılaşmasını ne ad verebiliriz?
Aidiyetsiz, ailesiz, hikayesiz bir insanla karşı karşıyayız. Öyle ki aile dahi kendi içinde yabancılaşmış/bireyselleşmiş. Baba ile oğul anne ile kızın kavram dünyaları ve dili farklı. Ev odalardan müteşekil ve her oda aile fertlerinden birine ait. Birbirini görmek için değil birbirini görmemek için ayrı odalarda yaşıyorlar. Hatta geniş evlerden daha çok 1+0 veya 1+1 evler tercih ediliyor. Şehirler büyüdükçe evler küçülüyor. Ve evler sosyal hayattan anti sosyal hayata geçişin durağı… Eskiden büyük aile makbulken şimdi küçük yani çekirdek aile makbul. Çocuklar dedelerini tanımadan büyüyorlar. İnsani ilişkiler mecburiyetten doğuyor. İnsan insanın cenneti değil insan insanın külfeti!
İnsani ilişkilerin zayıfladığı sanal ilişkilerin yükselişe geçtiği bir çağ! Dünyanın küçülüp bir kutuya/cep telefonuna sığdırıldığı bir dünya. Gerçekte insanın dünyayı avucunun içine alması gerekirken sanal dünya insanı avucunun/ekranının içine almıştır. Artık “ev erkeği” diye bir kavram dolaşımda. Gününü çalışmadan internet başında geçiren gençler için kullanılıyor. Özellikle yirmi yaş ve altı gençler evde internetin başında günlerini geçiyorlar.
Dış dünyadan kopuk bir hayat! Görünürde insan dijital mecra ile dünyayı avucunun içine almış gerçekte insan dijital mecranın içinde kaybolmuş farkında bile değil. Çünkü insan dijital dünyayı elde etmemiş, dijital dünya insanı elde etmiştir. Hakikatten kopuk 21. yüzyıl insanı küçük bir kutunun içinde büyük ve geniş bir dünyada yaşadığını sanmaktadır. Oysa bu bir sanrı. Bir görsel oyun. Aristo’nun mağarası! Bir resimden bir görüntüden bir gölgeden ibaret. Ve bu dünyada duygu yok akıl oyunları var. Bilgi yok brifing var. Eser yok özet var. Gerçek yok algı var. Fikir yok mevzu var. Aşk yok şehvet var. Hakikat yok hayal var. Dokunmak yerine görmek, okumak yerine duymak, sevmek yerine teşhir etmek var. Romantizm yok erotizm, pornografi var.
Doksan kusur yaşındaki amcama sormuştum ” koca ömrün nasıl geçti?” diye. Amcam “sanki bir rüyadan uyanıyorum evlat” demişti. Amcamın 90 yaşında uyandığı rüyadan bugünün insanı, bu sanal alemde, yüz yaşında dahi uyanamaz. Çünkü sanal dünya insanı kendine aşık/köle ediyor. Onsuz bir anınız dahi geçmek bilmiyor. Yanınıza almayı unuttuğunuz telefondan dolayı sokağa çıkarken bir eksiklik hissediyorsunuz. Eksiksiniz. Yahut eksiklik duygusu yaşıyorsunuz. Yolda yürürken konuşuyor, otobüste telefonunuzla oynuyor, dış dünyadan kopuyorsunuz. Sanal dünya içinde beyin tutulması yaşıyorsunuz ve bu yüzden dış dünyayı görmüyorsunuz. Ne iç dünyanız oluyor ne dış dünyanız. Sanal dünya sizi eşikte tutuyor. Ne iç zenginliğimiz oluyor ne dış. Gerçeklikle hayal arasında bir yerde duruyorsunuz.
Mehmet Kurtoğlu