KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Kuzey Kafkasya
  4. »
  5. Mayis Alizade: Şu ince ince oyunlar…

Mayis Alizade: Şu ince ince oyunlar…

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
363 0
mayis alizade

Kafkasya bölgesinin Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edilmesin neredeyse iki yüz sene olacak. Sanki tarih yeniden tekerrür ediyor ve bölgede cereyan eden olaylar iki yüz sene öncesinin perde önünde ve arkasında yürütülen süreçlerle inanılmaz derecede örtüşüyor.

Rusya, 8-13 Ağustos 2008 tarihleri arasında Gürcistan’a karşı düzenlediği askeri operasyonlarla bu ülkeye büyük sıkıntılar yaşattığında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan zaman kaybetmeden Moskova’yı ziyaret etmiş ve Kremlin’e, ‘Kafkasya istikrar ve İşbirliği Platformu’nun kurulmasını önererek operasyonları durdurmaya muvaffak olmuştu.

Fakat Rus ordusu, yerleştiği Güney Osetya’dan bir daha çıkmamıştı.

Eylül başında İstanbul’da Türk meslektaşı ile gerçekleştirdiği görüşmeden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında Ali Babacan’a, “Rusya iki yüz seneden buyana Kafkasya politikalarından milim geri adım atmadı, tersine o politikalarını daha da güçlendirdi. Bu politikalarından vazgeçmesi için Rusya’ya baskı yapmaya gücünüz yetecek mi?” sorusunu yönettiğimde araya Gürcü bakan girerek soruyu kendisinin yanıltması için Babacan’dan izin istemiş ve şu yanıtı vermişti:

Yaşadığımız bu sıkıntıların temelinde Rusya’nın bölgeye ilişkin iki yüz yıllık politikaları yatmakta olup, bizim gibi küçük halklara karşı o politikalarını uygulamaktan vazgeçmesini diliyoruz. Türkiye’nin bize en büyük iyiliği de işte Rusya’yı bu politikasından vazgeçirmek için atacağı kararlı adımlar olacaktır.

Sovyetlerin dağılması sürecinde Moldova’nın Dnestr kıyısı bölgesindeki Rus nüfusun varlığını ustalıkla kullanan Kremlin, bunun ardından Abhazya’da, Güney Osetya’da, 2014 Mart ayında Kırım’da yaptığı operasyonlarla planlarını uygulayabildi.

Ve bu halka 10 Kasım 2020’de gece yarısı Rusya silahlı kuvvetlerinin ‘barış gücü’ adıyla Azerbaycan-Ermenistan sınırının Laçin geçiş noktasını ve Hankendi bölgesini (yaklaşık dört bin kilometre kare) kontrol altına almasıyla tamamlandı.

Putin-Aliyev-Paşinyan arasında 10 Kasım 2020’de imzalanmış ateşkes anlaşmasından sonra bölgede en rahat ve temkinli hareket eden ülkenin de Rusya olduğu kimseye sır olmadığı gibi ‘barış gücü’ bölgesinde bulunmayı çok istemesine rağmen, Türkiye’nin halihazırda orada bulunmadığını (veya bulunamadığını) görmekteyiz.

Özellikle Azerbaycan’ın güney sınırlarını uzun süre istediği gibi kullanan İran İslam Cumhuriyeti ise sözde barışçı söylemlerine rağmen Azerbaycan’a karşı açık saldırgan tutum içine girmiştir.

Perde arkasından engelleme girişimlerine rağmen Türkiye geçtiğimiz 15 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Şuşa’yı ziyaret ederek orada Türkiye-Azerbaycan Ortak Deklarasyonu’nun imzalanmasını başarmıştır.

Gelinen son noktada Türkiye’nin elde ettiği ve etmek için uğraştığı avantajların Rusya ve İran’ı tedirgin etmemesi imkansız olup, Rusya’nın bunu engellemek için şimdilik açık bir pozisyon almadığını, İran’ı piyasaya sürdüğünü görüyoruz.

Süreci Rusya-İran ve İran-Ermenistan ilişkileri ekseninde Rus yorumcu Sergey Strokan, Independent Türkçe’ye şu şekilde değerlendiriyor:

İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın Moskova gezisinde Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ‘3+3 formatının’, yani Rusya, Gürcistan, Ermenistan, Türkiye, İran ve Azerbaycan’ın dahil olacağı üçlü formatı gündeme getirdiklerini ve İran dışından Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın da buna olumlu baktıklarını açıklamıştı.

Dışişleri Bakanı Abdullahiyan ise açıklamasında 3+3 formatından Karabağ Savaşı’nın bitmesinden ulaşım yollarının açılarak herkesin kazanması gerektiğini ifade etmişti.

Moskova’da ‘Azerbaycan ve Ermenistan bizim iyi komşularımız olup, biz onların biriyle ötekisine karşı çalışamayız. Bizim dış politikamız dengelidir’ diye açıklama yapan İranlı bakan, ilk fırsatta Bakü ve Erivan’ı ziyaret etmek istediğini sözlerine eklemişti.

Ama şimdiye kadar Tahran’ın diplomasi alanındaki faaliyetlerinin biz sadece Erivan üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Bu ittifakın ne kadar dayanıklı olacağını bilemiyoruz.

Bu bakımdan Türkiye ve Azerbaycan için sadece Ermenistan değil, İran da Kafkasya’da yeni bir rakip olarak ortaya çıkmaktadır.

“İran Dışişleri Bakanı, Bakü’yü şikayet etmek için Moskova’ya geliyor. Özellikle Azerbaycan’ın peş peşe Türkiye’yle ortak askeri tatbikatlar yapması Tahran’ı rahatsız etmekte olup bunu ‘provokasyon’ olarak değerlendiriyor” diyen Sergey Strokan, sözlerini şöyle sürdürüyor:

Ama gerek Karabağ Savaşı sırasında ve gerekse savaş sonrasında kendisinin yaptığı sıra dışı askeri tatbikatların çok normal olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor. Bu tatbikatlar, İranlı bakanın ifade ettiği üzere ‘Bölgedeki barışa, güvenliğe ve istikrara hizmet ediyor.’

Bundan önceki hükümet döneminde biz Moskova, Tahran ve Bakü’nün ‘kuzey-güney’ uluslararası ulaşım koridoru projesinde aktif işbirliği içinde olduğunu görüyorduk.

Fakat ikinci Karabağ Savaşı’na kadar sorunların çözümünde kendisini bölgenin anahtar ülkesi olarak gören İran, Azerbaycan’ın zaferiyle Rusya, Türkiye ve Azerbaycan’ın ön plana çıktığını görerek kendini bir türbülansın içince gibi hissetti.

Geçtiğimiz yaz ayında altmış İran TIR’ının Ermenistan üzerinden Karabağ’a geçmesi Azerbaycan’ın tepkisini çekmiş ve Türkiye’nin Anadolu Ajansı’na demecinde İlham Aliyev, bunu resmi düzeyde gündeme taşımak istemediklerini, dostçasına konuşarak Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygısızlık olan bu duruma son verilmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Azerbaycan topraklarında İsrail’in varlığının İran’ı rahatsız etmesi söz konusuysa, o zaman İran’ın en yakın müttefiki Rusya’nın da İsrail ile çok yakın ilişkiler içeresinde olduğunu hatırlatmamız gerekir.

Cumhurbaşkanı Aliyev ise bu suçlamaları reddederek İran tarafından kesin kanıtlar isteyerek konuyu noktalamıştır. Bölgedeki Türkiye-Azerbaycan-Rusya işbirliği arka plana atabilir diye Tahran bundan rahatsız olarak Ermenistan ile ilişkilerini azami derecede güçlendirmeye ve farklı güçleri de sürecin içine çıkarak Ermenistan üzerinden Karadeniz’e açılmaya çalışıyor. Fars körfezi-Karadeniz güzergahı ismini verdiği bu projeye Hindistan da olumlu bakmaktadır.

Afrika gezisi dönüşünde yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İsrail ile olan ilişkileri nedeniyle İran kalkıp da Azerbaycan’ı hedef tahtasına koyma durumuna girmez. Biliyorsunuz, İran’da da milyonlarla Azerbaycan asıllı Türk var. O da öyle kolay iş değil. İran’ın yeni yönetimi de zannediyorum bu yanlışı devam ettiremez” sözleriyle ‘Güney Azerbaycan’ faktörünü bir daha hatırlatmayı uygun buldu ve bir daha en doğrusunu yaptı.

Zira Azerbaycan’ı, İran tehditlerinden savunmanın en doğru yolu bu konuyu gündemden düşürmemek ve yeri geldikçe Tahran’a hatırlatmaktır.

İşin bir de İsrail-Azerbaycan boyutu bulunmaktadır ki, Türk basınının önemli tahlilcilerinden biri Rafael Sadi de durum değerlendirmesini ‘İran’ın içini’ unvan göstererek yapmaktadır.

İran’ın, İsrail-Azerbaycan ilişkilerine dair iddialarını değerlendiren Rafael Sadi bundan sonraki gelişmelerde Güney Azerbaycan konusunun önemli bir faktör olarak ön plana çıkacağına dikkatleri çekiyor.

44 günlük savaşın Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlanmasından sonra İran’ın takındığı pozisyona, Güney Azerbaycan’daki ulusal uyanışa, Türkiye’nin bölgeye bakışına ve bu çerçevede Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğine ilişkin Independent Türkçe’nin sorularını Rafael Sadi, Tel-Aviv’den şu sözlerle cevaplandırıyor:

İran’ın en büyük sıkıntısı coğrafyasındaki İranlı olmayan nüfustur kanımca. Bir taraftan Türk, diğer taraftan Arap ve Kürt menşeli nüfus İran için dert odağı. Azerbaycan’ın Ermenistan ile kapışması ve üstün gelmesi kuşkusuz İran için endişe kaynağıdır.

İsrail ile Azerbaycan arasındaki dostluk ilişkisi ise tabii ki endişeden de ötedir. İsrail, İran için tehlike kaynağıdır. İsrail’in, İran’a sınırı yoktur ve İran’a komşu sınırı olan bir Azerbaycan ile dostluğu muhtemel bir İsrail İran saldırısının ve İsrail uçaklarının İsrail yerine Azerbaycan’dan havalanması tabii ki İran için korku sebebidir.

Hâlbuki İsrail’in amacı İran dahil herkesle dostluk içinde yaşamaktır. Tahran rejiminin ve benzeri dikta rejimlerinin hiçbir ülkede gelecekleri söz konusu olamaz.

Yani İran, bu rejim ile uzun seneler devam edemeyecektir. Onları değiştirecek olan halktır. Halkın etnik kökenlerinin ne olduğu önemli değildir.

Önemli olan insanların dikta rejimi altında yaşamak istemedikleridir. Nerede olursa olsun bu sistem iflas etmiştir ve her yerde olduğu gibi sadece geçicidir.

Türkiye ile İsrail ilişkilerine dair görüşlerini aktaran Rafael Sadi, “Aslında burada gerilecek ve tartışmaya değecek durum bile söz konusu değildir” diyor ve ekliyor:

Olay sadece Sayın Erdoğan’ın, İsrail markası üzerinden oy temin etme aracıdır. Filistin yandaşlığı ve korumacılığı da tamamen asılsız göstermelik bir numaradır. Yani Azerbaycan-İsrail ilişkileri İsrail-Türkiye ilişkilerini daha iyi yapmaz. Daha kötü yapabilir.

Şayet Erdoğan, Azerbaycan’a baskı yapar ve İHA’ları bizden alacaksınız, İsrail’den almayacaksınız derse ve Azerbaycan da buna boyun eğerse İsrail-Azerbaycan ilişkileri de gerilebilir. Ama ben Sayın İlham Aliyev’in baskılara boyun eğecek bir lider olmadığını düşünüyorum.

Daha iyi günler görmemiz ve barış dolu bir dünya temenni etmemiz gerekir. Ben iddia ediyorum ki, İsrail ile İran arasında da barış tesis edilecektir. Bu yönetimle olmasa da gelecekteki yönetimle.

Gelişmeleri gerek Rusya, gerek Azerbaycan ve gerekse Türkiye tarafından yakından izleyen Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim görevlisi Dr. Marziya Mammadli, dikkatleri Türkiye-Pakistan-Azerbaycan ilişkilerine çekerek ,Tahran rejiminin korkusunun perde arkasında Türkiye’nin bölgede yükselen rolünün olduğuna çekerek Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmesinde Rusya’nın da gizli desteğini aldığına vurgu yapıyor.

Dr. Mammadli, Independent Türkçe’nin sorularını şu şekilde yanıtlıyor:

Azerbaycan toprakları Ermeni işgali altındayken Müslüman ülke İran hep işgalciye tepki göstermek yerine, aksine destek vermiştir.

44 günlük savaşın sonunda Azerbaycan’ın kendi topraklarını işgalden kurtarması muhtemelen İran’ı çok rahatsız etti ki, saldırgan pozisyon aldı.

Bunun örneklerinden bir tanesi Türkiye-Pakistan-Azerbaycan’ın birlikte yaptığı ‘Üçkardeş 2021’ tatbikatına karşı Hazar Denizi’nin statüsü konusunu asla alakası olmadığı halde gündeme getirmesidir.

Aras Nehri kıyısındaki 132 kilometre uzunluğundaki bölgenin işgalden temizlenmesi, İran’ın bir dizi planının da sekteye uğramasına neden olmuştur. Saldırgan pozisyon almasının ana nedenlerinden biri de budur.

Dr. Mammadli’ye göre, Tahran rejiminin Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı aldığı saldırgan pozisyonun nedenlerini şu üç başlık halinde kategorize etmemiz mümkün:

30 milyonun üzerindeki Türk etnik kimliğine mensup nüfus Tahran rejimini sürekli rahatsız etmektedir. 44 günlük savaş sırasında ve ondan sonra milli şuurdaki sıçramalar çok farklı durumlar ortaya çıkarabilir.

Güney Kafkasya’da Azerbaycan’ın güçlü bir devlet olmasını istemeyen Tahran rejimi bundan dolayı Ermenistan’ı koşulsuz desteklemektedir.

19’uncu yüzyılın ortalarına doğru Rusya baskısıyla Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalmış İran şimdi ise bölgede Rusya ve kendisi dışında bir ülke ve özellikle Türkiye’nin etkili olmasını ve Azerbaycan ile yakınlaşmasını istememektir.

Kafkasya bölgesinde oynanan ince oyunlarda Rusya, Azerbaycan’a dost ve müttefik rolünü oynayıp istediği birçok şeyi yaptırdığı vefalı bir komşu; Ermenistan’a, istediği dansı ettirebileceği bir patron; İran’a ise çıkarlarını hep paylaşacağı ebedi bir müttefik gibi bakıyor.

Tahran rejiminin Erivan ile daha güçlü bağlar kurmaya çalışmasının yönlendiricisinin de Kremlin olduğunu asla yabana atmamak gerekir.

Ana amaç, ulaşım yollarını bir an önce açarak eski SSCB altyapısını canlandırmaktır.

Türkiye bu oyunlara nasıl ve hangi taraflarından dahil olabilir?

Kafa işte buna yorulmalı…

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir