Mayıs 1992-Ekim 1993 arasında Ermeni işgali altına düşmüş Azerbaycan topraklarının kurtarılması için 27 Eylül 2020’de başlatılan ve Türkiye’nin her yönüyle destek verdiği operasyon kırk dört günün bitiminde; 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece aniden durduruldu.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın imzaladığı üçlü anlaşmadan dakikalar sonra Rusya silahlı kuvvetlerinin askerleri modern araç gereçlerle ‘Barış Gücü’ adı altında sınırdan Azerbaycan topraklarına dahil olarak beş kilometre eninde, altmış kilometre derinliğindeki bir alanı kontrol altına aldı.
Sınırdan giriş çıkışlar Rus askerlerinin iznine bağlandığı gibi Hankendi, Hocalı (Rusya’nın 366.desteğiyle Ermeni teröristlerin ve bölücülerin 26 Şubat 1992’de Azerbaycanlılara soykırım yaptığı kasaba), Hocavend illeri başta olmakla dört bin kilometrekarelik bir alan Azerbaycan’ın idari kontrolüne geçmeden Rusya silahlı kuvvetlerinin yönetimi altına girdi.
Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev, üçlü anlaşmadan sonra Ermenistan’ın kapitülasyona maruz kalmasının yanı sıra Dağlık Karabağ’ın özerk statüsünün de ‘cehenneme gönderildiğini’ üzerine basa basa defalarca yineledi.
Rus silahlı kuvvetlerinin sınırı ve Dağlık Karabağ bölgesini kontrol altına almasından sonra TSK’nın da aynı bölgelerde ve aynı statüde görev yapması için 17 Kasım 2020’de TBMM’den tezkere çıkarıldı.
Aliyev birkaç kez Türkiye’nin de ‘Barış Gücü’ titriyle aynı bölgelerde bulunacağını ifade etti. Ancak bunu gerçekleştirme fırsatı bulunamadı (Kasım 2021’de aynı tezkerenin süresi bir sene daha uzatıldı) ve TSK, Dağlık Karabağ bölgesinin dışındaki Gözlem Merkezi’nde görev yapmakla yetindi.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türkiye’nin, ilk günden her alanda koşulsuz destek verdiği askeri operasyonların sonucu:
Azerbaycan’ın o zamana kadar Ermeni işgali altında bulunan 16 bin kilometrekarelik toprağının işgalden kurtarılması veya Ermenilerce gönüllü iade edilmesi;
10 Kasım 2020 anlaşmasıyla Mayıs 1993’te Azerbaycan’ı terk etmiş Rus askeri birliklerinin ‘Barış Gücü’ adı altında geri dönmesi ve 4 bin kilometrekarelik toprağın Bakü’nün kontrolü altına girmesini engelleyerek kendi kontrolü altına alması;
Türkiye’nin, 10 Kasım’dan sonraki sürecin dışında kalması oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Aralık’ta Bakü’de düzenlenen zafer törenindeki konuşması sadece Bakü merkezli Azerbaycan Cumhuriyeti’nde değil, Tebriz merkezli Güney Azerbaycan’da da milli şuurdaki sıçrayışı tetikledi…
Siyasi sürecin de Vladimir Putin’in bizzat kontrolü altında 11 Ocak 2021’de Kremlin’de start alması asla şaşırtıcı olmadı.
275 derecelik bir masanın arkasında gerçekleştirilen toplantının ana amacı ulaşım koridorlarının açılması olup, Moskova buradan eski SSCB dönemindeki demiryollarının açılmasını hedefliyordu.
Hedefin amacı ise Azerbaycan topraklarından geçecek Rusya trenlerinin İran ve Ermenistan’a engelsiz ulaşmasıydı.
20 Haziran’da yapılan erken parlamento seçiminden iktidarını güçlendirerek çıkan Nikol Paşinyan bu süreçte birkaç kez Vladimir Putin ile yüz yüze buluşarak ‘Dağlık Karabağ’ın statüsü’ konusunu gündemin üst maddesinde tutmaya çalıştı.
Bakü’ye kendini şirin gösteren Moskova, perde arkasından hem İran’ın, Ermenistan’la ilişkilerinin azami düzeyde gelişmesine destek verdi ve hem de Tahran rejiminin Azerbaycan’a tehditlerini görmezden geldi.
Bakü yönetimi Hankendi ve civarındaki durumu ve gelişmeleri gündeme getirmediği gibi ‘Mayın haritası ver, Azerbaycan’ın elindeki Ermeni savaş esirlerini geri al’ politikasını başarıyla uyguladı (Moskova’nın desteğiyle kuşkusuz).
Yılın ikinci yarısından itibaren Azerbaycan dikkatleri Türkiye’nin de yakından ilgilendiği Zengezur bölgesine yöneltirken çıkan çatışmalarda her iki tarafın can kayıpları oldu.
Kendi yönetim bölgeleri haritasını değiştiren Azerbaycan, Güney Batı topraklarını Doğu Zengezur olarak ilan etti. Karabağ’ın ekonomik açıdan kalkınması için işgalden kurtarılmış Güney Batı bölgelerindeki altyapı çalışmalarını Türk inşaat şirketleri üstlenirken İran sınırındaki Fuzuli kentinde açılışı gerçekleştirilen havaalanı önemli bir başarı örneği olarak Azerbaycan’ın hanesine yazıldı.
Kasım ortalarında Zengezur bölgesinde yaşanan çatışmalar sırasında Avrupa Konseyi’nin de devreye girmesine neden oldu. Sürecin başında AGİT Minsk Grubu temsilcilerinin Bakü’den adeta kovulması diplomasi alanındaki girişimleri önemli ölçüde arka plana geçirirken Brüksel’deki AB Zirve toplantısına Aliyev ve Paşinyan’ın davet alması Moskova’nın daha erken adım atmasına neden oldu ve Vladimir Putin 26 Kasım’da iki ülke lideriyle Soçi’de bir araya gelerek yeni bir durum değerlendirmesi yaptı.
Soçi toplantısı arifesinde Bakü’ye çağrıda bulunan Nikol Paşinyan ‘Barış Anlaşması’ önerdi. Brüksel buluşması arifesinde AB, Ermenistan’a 3,2 milyar euro tutarında yardım kararı almasına rağmen, zirve sırasında Azerbaycan’a 140 milyon euro önerildi, Devlet Başkanı Aliyev ise işgalden kurtarılmış bölgelerin mayınlardan temizlenmesi için yardım istedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın herkesten önce gündeme getirdiği 3+3 (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan + Türkiye, Rusya, İran) formülüyle ilgili olarak geçtiğimiz ekim ayında inisiyatif alan Gürcistan Başbakanı Iraklı Garibaşvili önce Bakü’yü, ardından Erivan’ı ziyaret ederek Aliyev ve Paşinyan’a önerileri sundu, ancak muhtemelen trafiğin yoğunluğundan dolayı şu ana kadar herhangi bir gelişme gözlenmemiştir.
Brüksel’de AB’nin girişimiyle gerçekleşen Aliyev-Paşinyan buluşmasından somut öneriler çıkmayınca (medyaya yansımış haber ve bilgiler üzerinden konuşuyoruz kuşkusuz, özellikle Azerbaycan tarafı olup bitenlerle ilgili geleneksel ketum davranışlarını sürdürmektedir) 10 Kasım 2020’den bu yana gelinen aşama şunları not etmemize fırsat tanıyor:
Ulaşım yollarının açılması ısrarını sürdüren Kremlin eninde sonunda bu amacına ulaşacağı gibi bu durum Ermenistan’ı da tatmin edeceği için Nikol Paşinyan bunu değil reddetme, saklama ihtiyacı da duymuyor;
Azerbaycan’ın ağırlıklı olarak Zengezur bölgesinde yaptığı antrenmanların neleri getirip neleri götüreceği de Rusya’nın iznine bağlı olacaktır.
Çünkü 10 Kasım 2020 anlaşmasının dokuzuncu maddesi Türk toplumunu bir müddet ‘Turan’ın kapısı’ parolasıyla heyecanlandırmış Zengezur Koridoru üzerindeki kontrol mekanizmalarını FSB (Rusya İstihbarat Servisi) oluşturacağı gibi İran faktörünün da asla göz ardı edilmemesi gerekir.
Çünkü Nisan 1920’de Azerbaycan’ın milli iktidarını yıkarak ülkeyi Rus işgaline maruz koymuş Bolşeviklerin ilk işlerinden biri Zengezur bölgesinde uzunluğu kırk üç kilometreyi bulan bir aralıktaki toprak parçasını Ermenistan’a vererek Ermenistan’ın İran ile doğrudan sınır bağlantısı kurmasını bu şekilde desteklemek olmuştu.
Ve nitekim geçtiğimiz bir asır boyunca (Ermenistan, SSCB sınırları içinde bulunduğu sıralarda da) İran-Ermenistan ilişkileri Zengezur koridoru üzerinden gelişerek bugünlere gelinmiştir.
Muhtemelen Türkiye bu faktörlerin tamamını hesaba katarak politika üretti: Ermenistan’la diplomatik ilişkiler kurulması ve vakit kaybetmeden eski Washington Büyükelçisinin Erivan’a temsilci olarak atanması kararı zamanla Türkiye’yi öbür aktörlerden asla geri kalmayacak düzeye getirmeye aday bir gelişmedir.
Hayır, burada katiyen Azerbaycan’ın “Topraklarımızda Ermeni işgali sorunu diye bir şey kalmamıştır, toprak bütünlüğümüz sağlanmıştır” iddialarına isnat edilerek bu adımın atıldığını düşünmüyorum.
Zira dünya harp tarihinin en başarılı olaylarından biri olan istiklal savaşını gerçekleştirmiş bir ülkenin (Türkiye Cumhuriyeti’nin yani) herhangi bir bağımsız toprak parçasına yabancı silahlı kuvvetlerin gelip yerleşmesinin ‘kapitülasyon, tam zafer’ gibi ibarelerle değerlendirilmesine ihtiyatlı yaklaşmasından doğal bir şey olamaz.
Toprakların işgalden tamamen kurtarılmasına belki saatler kala yaşanmış bu olayı Ankara’nın önceden bildiğine asla ve kesinlikle ihtimal vermiyorum.
Nitekim 10 Kasım’dan sonra yaşanmış siyasi süreçlerin analizi de ‘Ankara haberdardı’ iddiasını tereddütsüz çürütme fırsatını sunuyor…
Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması için ilk adımlar 1993 başlarında atılmış ve dönemin devlet başkanı Levon Ter-Petrosyan başkanlığında Ankara’yı ziyaret eden heyet ile nabız yoklaması yapılmıştı.
Dışişleri Bakanlığı Kafkasya Genel Müdür vekili rahmetli Candan Azer yıllar sonra bana süreci bana şu şekilde özetlemişti:
Ermenistan heyetini diplomasinin talep ettiği kurallar çerçevesinde ağırlayıp çayımızı içirmiş, taleplerimizi iletmiştik. Cumhurbaşkanı Özal sürecin biran önce başlamasını, Erivan’da Büyükelçilik açılmasını, benim ise zaman kaybetmeden Erivan’a Büyükelçi olarak gitmemi istiyordu. Nisan başında Ermenistan’ın, Azerbaycan sınırındaki Kelbecer’i işgal etmesinden sonra Demirel hükümeti 8 Nisan’da sınırı kapatma kararı aldı. 17 Nisan’da Özal vefat edince süreç de büyük ölçüde sekteye uğradı.
2000’lerin başlarında Batı’dan yükselen ‘soykırım’ iftira ve suçlamalarıyla başlayan ve Karabağ’ı işgal ettikten bir süre sonra Ermenistan’da iktidarı ele geçirerek Türkiye’ye karşı açık düşman pozisyonu alan Robert Koçaryan’ın da koşulsuz destek verdiği süreç önce dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Erivan’a gerçekleştirdiği günübirlik maç seyretme gezisine, ertesi sene ise Zurich Protokollerinin imzalanmasına kadar varmıştı.
Çok sert tepki gösteren Azerbaycan, süreci Türk Genelkurmayının Bakü’de yaptırdığı Şehitlikteki bayrakların yerinden çıkarmaya kadar götürmüştü…
Türkiye’nin en deneyimli diplomatlarından Büyükelçi Serdar Kılıç’ın önünde çetrefilli durumları yönetme süreci duruyor. Başarılar diliyorum.
Ha, unutuyordum az daha. Bir de rahmetli Alparslan Türkeş’in başlatma girişiminde bulunduğu bir süreç olmuş, ilerletememişti.
Bu konuda yazmaya tahmin edilemeyeceği kadar çok şey var…
Mayis Alizade