Yaz aylarını geride bırakıp ilkbaharı selamladığımız günlerde Kafkasya bölgesinde yeni dengelerin oluşması için yapılan siyasi-diplomatik hamlelere tanık olmaktayız.
10 Kasım 2020’de Rusya-Azerbaycan-Ermenistan anlaşmasıyla sona eren 44 günlük savaştan sonra geçen sekiz aylık sürede, durumları Rusya yönlendirirken, 15 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gittiği Şuşa kentinde imzalanan deklarasyon Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini bir nevi garanti altına alması bakımından akıllarda kaldı.
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ise 20 Haziran’daki parlamento seçiminde koltuğunu belirli ölçüde sağlamlaştırana kadar geçen sürede, tam 4 kez darbe girişimiyle yüz yüze kaldı.
28 Eylül’de Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusuna ılımlı bakan açıklaması gündeme düştü.
Arkasından Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in de ilişkilerin normalleştirilmesine sıcak bakmasına ilişkin açıklaması geldi ve hatta Aliyev, 44 günlük savaş boyunca defalarca dalga geçerek aşağıladığı Başbakan Paşinyan’la da bir araya gelebileceğini ifade etti.
Gürcistan Başbakanı İrakli Garibaşvili ise ABD’nin desteğiyle inisiyatif alarak yeni dönemin başlaması amacıyla önce Bakü’de İlham Aliyev ile ardından ise 9-10 Ekim tarihlerinde Erivan’da Nikol Paşinyan ile bir araya geldi ve önerileri sundu.
Savaştan sonra Azerbaycan ve Ermenistan’ın resmi ve gayriresmi temsilcileri 29-30 Eylül tarihlerinde Gürcistan’da bir araya gelerek yeni dönemdeki müzakerelerin startını verdiler.
Edinilen bilgilere göre, gelinen noktada bu işlerle ilgili tarafların hepsi diyaloğa sıcak bakmakta olup gelişmelerin seyrini izliyor ve buna göre pozisyon almaya hazırlanıyorlar.
İşte yeni dönemde gerçekleşen ilk yüz yüze konuşmaların katılımcılarından biri, Azerbaycan’ın tek bağımsız medya kurumu Turan Haberler ve Analizler Ajansının imtiyaz sahibi Mehman Aliyev, sonbaharın ilk günlerinden bu yana cereyan eden gelişmelerle ilgili Independent Türkçe’ye şu değerlendirmede bulunuyor:
Güney Kafkasya’da Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki otuz yılı bulan çatışmanın bitirilerek bölgenin istikrara kavuşturulması üzerine yapılan girişimler ivme kazanıyor. Sonucun bölge ülkeleri arasında barışın tesisi ve işbirliğinin kurulması olması gerekmektedir.
Gürcistan Başbakanı İrakli Garibaşvili’nin önce Bakü’de Cumhurbaşkanı Aliyev ile buluştuktan sonra 9-10 Ekim’de Erivan’da Başbakan Paşinyan ile bir araya gelmesinin ana amacı ‘Çatışmasız komşuluk girişimi’nin 3+2 formatını (Güney Kafkasya ülkeleri, ABD ve AB) taraflara sunmak olmuştur.
Kuşkusuz, 30 seneyi bulan bağımsızlığın henüz ilk yıllarında üç ülkenin gündemine gelmiş ‘Kafkasya Evi’, bu kadar hatadan ve yaşanmış trajedilerden sonra bugün daha aktüel duruma gelmiştir.
İrakli Garibaşvili’nin üstlendiği aracılık misyonu Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin çıkarları dışında olmayıp Gürcistan hükümeti çevreleri Azerbaycan’ın elinde bulunan ermeni savaş suçlusu rehinelerin iadesi karşılığında Karabağ ve dışındaki mayınlı bölgelerin haritalarının Azerbaycan’a verilmesinin bu arabuluculuk sayesinde gerçekleştiğini ifade etmekte ve işte bundan dolayı arabuluculuğun sürmesini istemektedirler.
Gürcü Başbakanın her iki liderle yüz yüze buluşmasının ardından Başbakan Paşinyan 12 Ekim’de Moskova’da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin ile bir araya geldiği gibi, İlham Aliyev ile Putin arasında gerçekleştirilen telefon görüşmesinde bölgedeki son durumlar ve bundan sonraki süreçler konuşuldu.
Bunun sonucu olarak yakın gelecekte Moskova’da Vladimir Putin’in ev sahipliğinde Aliyev ve Paşinyan’ın katılımıyla üçlü bir buluşmanın yapılması da sürpriz olmayacaktır. Liderler ‘yer ve zaman sınırlandırılması olmaksızın buluşmaya hazır olduklarını’ artık açıklamışlar.
Bu durumda fiilen iki arabulucunun olduğunu ve birinin ötekisini inkar etmeyip tamamladığını söylememiz gerekir. Gürcistan ‘Kafkasya Evi’ projesinin komşu ülkesi olup, Rusya ise BDT’nin lider ülkesi, AGİT Minsk Grubu Eş başkanı ve aynı zamanda 10 Kasım 2020’de savaşı sonlandırmış üçlü anlaşmanın mimarı ve uygulayıcısı rolünü üstlenmiştir.
Bu çapraz ve paralel müzakerelere Libya’dan Afganistan’a kadar bir dizi bölgeyle ilgili yakın istişarelerde bulunan Türkiye ile Rusya’nın işbirliğinin dahil olma ihtimalinin yabana atılmaması gerekir.
Bu bağlamda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya attığı 3+3 ‘Altılı Platform’u da yeni gerçekler ışığında ve ciddi şekilde gündeme getirilebilir. İşin başında ‘Demokrasi ve AB perspektifi’ gerekçesiyle bu formülü reddetmiş Gürcistan’ın ilerleyen süreçte buna sıcak baktığına ilişkin bilgiler almaktayız.
Gürcü üst düzey yetkililer bu süreçte ‘Çözümsüz bırakılmış bölgesel sorunların çözümünde yapıcı rol oynaması durumunda Rusya’yı alkışlayacaklarını’ ajansımıza ifade ettiler.
Ayrıca İrakli Garibaşvili’nin, Sayın Erdoğan ve Ermeni Başbakan arasında arabuluculuk girişiminin olabileceği de gündeme gelebilir. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki görüşmelerde halihazırda masa üzerinde üç çok ciddi konu bulunmakta olup, bunlar ulaşım yollarının açılması, sınır çizgilerinin belirlenerek onaylanması ve Rusya ‘barış gücü’nün kontrolündeki Hankendi ve civarının statüsünün belirlenmesidir.
Bu sorunları çözmek amacıyla Rusya-Ermenistan ve Azerbaycan’ın üstdüzey yetkililerinden ibaret bir komisyon kurulmuştur. Başbakan Garibaşvili’nin bu yönde de girişimlerinin olabileceği konuşulurken fakat 10 Kasım 2020 Putin-Aliyev-Paşinyan anlaşmasında bu konuda Rusya’nın elini güçlü kılan hususlar dikkati çekmektedir.
AGİT Minsk Grubu’nun sürece dahil olması için Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanlarının davetinin olmasına rağmen o alanda henüz bir gelişme beklenmemektedir. Görünen o ki yeniden uzun bir sürecin içine giriliyor.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yönündeki en son girişim 2008-2009 yıllarında yapılmış ve ‘Futbol diplomasisi’ diye tabir edilen sürecin başında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 6 Eylül 2008’de Erivan’da Ermenistan-Türkiye milli maçını seyretmiş, 14 Şubat 2009’da ise aynı sürecin devamında devlet başkanı Serj Sarkisyan, Bursa’ya gelmişti.
10 Ekim tarihinde imzalanmış Zurih Protokolleri, Türkiye ile Azerbaycan arasında gerilime neden olmuştu.
Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 2010’da Zurih Protokolleri’nin yürürlüğünü durdurmasıyla süreç de bitmişti.
Peki o zaman bu sürecin başlatılmasına ne sebep olmuştu?
Düğmeye basılması için hazırlık yapılmış mıydı?
Independent Türkçe’nin konuya ilişkin sorusunu Cumhurbaşkanı Gül’ün özel kalem müdürü, Türkiye’nin eski Bakü ve Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu şu şekilde yanıtlıyor:
Avrupa şampiyonası elemelerinde Türkiye ile Ermenistan aynı gruba düşünce gerek Karabağ’ın işgalden kurtarılması, gerek Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi ve gerekse Kafkasya bölgesinde barışın tesis edilmesi adına bunu bir fırsata çevirmek düşünüldü.
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan’a maç izlemeye gidip gitmemesi konusu bir hayli tartışıldı. Radikal gruplar herhangi eylem yapar mı ve hatta suikast olabilir mi diye her şey değerlendirildi.
Aslında Cumhurbaşkanımız maçın üçüncü bir ülkede yapılması talebinde bulunabilirdi ama bunu yapmadı ortaya çıkmış önemli bir fırsat olarak görülerek Erivan’a gitmek kararlaştırıldı. Ermenistan devletinin gereken her türlü güvenlik önlemini aldığını söylemem gerekir.
Günübirlik gezide Cumhurbaşkanımız Gül, Azerbaycan topraklarının işgaline son verilerek Türkiye’ye karşı hasımane tavırlardan vazgeçilmesi telkinlerinde bulundu. Cumhurbaşkanımı şuna inanıyordu: Azerbaycan toprakları işgal altında kaldığı sürece sorun daha da kangrenleşecek ve barış yoluyla çözüm zorlaşacaktır.
Aynı şey Türkiye’ye karşı takınılan yanlış ve haksız tavırlar için de geçerliydi. Nitekim 14 Ekim 2009’da devlet başkanı Sarkisyan, Bursa’ya geldiğinde maç öncesinde, devre arasında ve maç sonrasındaki görüşmelerde Cumhurbaşkanımız telkinleri ısrarla yineledi.
Toprak işgali ve ‘soykırım’, ‘toprak talebi’ gibi iddialar siyasilerin işine yarıyor, toplumlar farklı şekillerde bunun sıkıntısını çekiyorlar.
İşte bakınız, Ermenistan yaklaşık otuz sene Azerbaycan topraklarını işgal altında tuttu, kazancı ne oldu? Aynı durum Türkiye’yle ilişkiler için de söz konusu oldu. Önemli olan halkların iyi komşuluk ve refah içinde yaşamalarıdır. Siyasetçilerin çıkarları geçici olup her bir siyasetçi bir gün veda ediyor, olan halklara oluyor.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine sıcak bakıyorum. Çünkü demin de söylediğim gibi, siyasilerin değil toplumların çıkarlarının düşünülmesi ve ona uygun adımlar atılması gerekir. Türk Dışişlerinin çok iyi yetişmiş memurlarının da sürecin başlaması durumunda bu işlerin üstesinden başarıyla geleceklerine inancım tamdır.
Sadece Türkiye ve Azerbaycan’ı yakından takip etmekle kalmayıp Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın içinden de sahih bilgiler almasıyla tanınan Makedonya’daki Uluslararası Türk Vizyon Üniversitesi rektör yardımcısı, Ankara’daki Kafkassam Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Hasan Oktay, 44 günlük savaştan önce de Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan ve Gürcistan’ın bölgede kalıcı barışın tesis edilmesi yönünde etkili inisiyatifler almaları gerektiğini savunan bir pozisyonu benimsemiş akademisyen olarak tanınmaktaydı.
Putin-Aliyev-Paşinyan arasındaki anlaşma birinci senesini doldururken bugüne kadar cereyan etmiş gelişmeleri Independent Türkçe’ye değerlendiren Prof. Dr. Oktay’ın düşünce ve yaklaşımlarının özeti şu şekildedir:
44 günlük Karabağ savaşı boyunca Azerbaycan ordusu işgal altındaki toprakları kurtarmak için mücadele ederken devlet başkanı Aliyev, Ermenistan Başbakanı Paşinyan ile ilgili ‘Ne oldu Paşinyan it gibi kaçırsan?’ gibi açıklamalar yapıyordu.
Bütün savaşlar barış için yapılır. Azerbaycan bu gerçeği göz ardı ederek savaş süresince Ermenistan’ı aşağılayan açıklamalarla diplomasi yolunu kapatmak istiyordu. Aynı zamanda Azerbaycan savaşa yanlış başlamanın stratejik hatasını kapatabilmek adına dikkatleri başka tarafa çekmek istiyordu.
25 Mayıs 1993’de topraklarından kovduğu Rus askerlerinin 10 Kasım 2020 anlaşmasıyla yeniden topraklarına gelmesinin önünü açan Azerbaycan bu durumu dikkatten kaçırmak için oldukça farklı açıklamalar yapmaktadır.
Azerbaycan savaş yoluyla tamamını alabileceği topraklarının en stratejik noktalarını Rusya’ya bıraktı. Bu süreç içinde Ermenistan’ın birçok alanda farklı mesafeler kaydettiğini görmekteyiz, gerek parlamento seçimleri ve gerekse bir dizi dış ülkeyle ilişkilerin sağlık zemine oturtulduğunu görmekteyiz.
Öte yandan Azerbaycan kendi küçük komşusu Ermenistan ile uğraşırken büyük komşusu İran karşısına dikildi, bu da farklı bir panik hali ortaya çıkarıyor. Bu durumda Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi ve Aliyev-Paşinyan buluşması gündeme geliyor.
Türkiye’nin İran’a bakış açısının hala olumlu olmasından dolayı İran’ın Azerbaycan’a karşı ortaya koyduğu saldırgan tutumlarda Türkiye’nin arabuluculuğu söz konusu olabilir.
Bunun bir nedeni de İran-Rusya ilişkilerinin çok pozitif durumda olmasındadır. Başbakan Nikol Paşinyan, Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko’nun yönettiği çevrimiçi BDT Zirve toplantısında ‘Zengezur koridorunun açılabileceğini’ söyledi fakat ana koşul İran’dan ve Rusya’dan Ermenistan’a giden ulaşım koridorlarının açılması koşuluyla.
Bu durumda Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi daha büyük önem arz etmektedir. Rusya-İran işbirliğini göz önünde bulundurarak Azerbaycan’ın bir an önce Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır kapılarının açılmasını istemesi gerekmektedir.
Böylece Ermenistan’ın ‘Batıya açılan yol’ sorunu da çözülmüş olur. Bu durum Azerbaycan’ın elini bir hayli rahatlatacağı gibi Ermenistan üzerinde Türkiye etkisini de haliyle güçlendirecektir.
Ayrıca STK’lar ve kanaat önderleri arasında Tiflis’te başlatılmış sürece Türkiye’nin bölgeyle alakadar STK’larının ve kanaat önderlerinin dahil edilmesinin ve kimi zaman toplantıların Türkiye’de yapılmasının sürece faydalı olacağına inanmaktayım.
44 günlük savaşın ilk gününden Azerbaycan üstünlük kaydeder etmez Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, “Nahçıvan ile Azerbaycan’ı ayırmış Zengezur koridorunun açılmasını” gündeme getirmiş ve özellikle milliyetçi-muhafazakar camia söylemden aşırı heyecanlınmıştı.
15 Ekim’de yapılan BDT Zirvesi’nde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın “Zengezur koridoru açılacaktır” şeklindeki söylemini nasıl okumamız gerekir?
Türkiye gerçekten istediğini aldı mı?