KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Mayis Alizade: İngiltere’nin Türkistan Politikası

Mayis Alizade: İngiltere’nin Türkistan Politikası

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 12 dk okuma süresi
97 0

Birleşik Krallık (BK) hükümeti 2024 yılında Orta Asya ülkeleriyle birebir ilişkileri geliştirme kararı aldı. Bu karara göre; Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a üst düzey ziyaretler gerçekleştirilecek ve bu ülkelerin üst düzey yöneticileri BK’ya davet edilecek. Londra buna neden ihtiyaç duydu?

1991 sonbaharında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) formal olarak dağılma sürecindeyken bu ülkelerin bağımsızlık ilan etme dışında seçeneği kalmamıştı.

Fakat önceliği Güney Kafkasya ile ilişkileri geliştirmeye veren Birleşik Krallık (BK), petrol zengini Azerbaycan ile ilişkileri ön plana çıkarmayı o dönem için daha uygun bulmuştu.

Hazar Denizi’nin servetlerine daha 20’nci yüzyılın başlarından göz koyan BK asrın sonunda Cumhurbaşkanı Ebülfez Elçibey’e istediği her şeyi yaptırabileceğinden tam emin olmadığı için, Eylül 1992’de eski Başbakan Margaret Thatcher’i Bakü’ye Elçibey ile buluşmaya göndermişti.

Dönüşünde Thatcer’in, “Elçibey’in, her kuruşun kıymetini bilen bir lider” olmasına ilişkin raporunu Downing Sokağı 10 Numara’ya sunmasıyla British Petroleum yeni partner arayışına yöneldi ve Haziran 1993’te Elçibey’in iktidarı Haydar Aliyev’e devretmesinden sonra İngiliz petrol devinin eli-kolu açıldığı gibi, Aliyev de kendine dünya çapında çok önemli bir lobici buldu.

Daha Cumhurbaşkanı vekiliyken Haydar Aliyev damadını Londra Büyükelçiliği’ne atadı ve Dışişleri Bakan Yardımcısı da yaptı (31 seneden bu yana dışişleri bakan yardımcısı olarak görevini sürdürüyor).

İşte iki taraf için de son derece serfeli olan bu ilişkiler tam 30 sene pürüzsüz şekilde sürerken, bugün Azerbaycan BK’nın kalbi Londra’yı maddi bakımdan fethetmiş durumda.

BP ise Azerbaycan’daki çalışmalarını hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan yürütüyor.

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırması jeostratejik alanda da taşları yerinden oynatınca Moskova ve Pekin’in, Orta Asya ülkeleriyle ilişkileri derinleştirmesi Londra’nın dikkatini çekmiş olacak ki, Rusya’nın iki yüz seneden bu yana kendine arka bahçe saydığı bir coğrafyada aktifleşmeyi uygun buldu.

Peki orası 200 seneden bu yana Rusya’nın nüfuz dairesiyse, bugün Rusya o kadar zayıfladı mı ki, İngilizler Orta Asya’yla doğrudan teması kendi jeostratejik planlarının önemli parçası haline getiriyor?

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırmasından sonra Kiev’i en çok destekleyen hükümet başkanı Boris Johnson’du, spor ayakkabılarının üzerindeki koyu lacivert takım elbisesiyle rahmetli Erbakan’ın sözü olmasın, “Benzin istasyonuna uğruyormuş gibi” her hafta yolunu Kiev’e salıyordu.

Rusya’ya karşı uygulanan ABD, AB, Japonya, Uzakdoğu yaptırımlarının fikir babası da Birleşik Krallık’tır.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin G7 ülkelerine çağrıda bulunarak Rusya’nın yaptırım altındaki 300 milyar dolarının Ukrayna’ya destek amacıyla kullanılmasını istemesi Moskova’nın canını çok sıktı.

Yaptırımların ektilerini hafifletmek için bulunduğu girişimlerin pek faydasını göremeyen Kremlin siyasi anlamda BRICS; siyasi, ekonomik, askeri anlamda ise BDT Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü diri gibi göstermeye çalışsa da kendini Belarus’tan başlayıp Azerbaycan’ı ve Orta Asya coğrafyasındaki Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan’ı aynı çizgide tutarak, egemenlik çizgisini koruduğuna dair görüntü oluşturmaya çalışıyor.

30 seneden bu yana Belarus’un başında bulunan Aleksandr Lukaşenko savaş başladığında “ABD bizi ortadan kaldırıp Çin ile yüz yüze kalmak istiyor, biz bunu önlüyoruz” diye kendine rol biçmeye çalışmıştı.

Şimdi ise koltuğu bıraktıktan sonra başta dokunulmazlık olmak üzere tüm yetkilerini koruyan yasa çıkardı.

Vladimir Putin 17 Mart’ta oturduğu koltuğun süresini bir kere daha uzatmaya hazırlanırken kuşkusuz, İngilizler tüm bu süreçleri derinlemesine analiz ederek 200 seneden bu yana Rusya’nın etkisinde bulunan, 1991’den sonra ise Moskova’ya daha çok bağımlı hale gelen bölgelerle doğrudan ilişki kurmanın somut planlarını hazırlayıp adımlarını atmaya hazırlanıyor.

1991’de Sovyetlerin dağılmasıyla bu coğrafyanın resmiyette bağımsızlık kazanan ülkeleri neden Rusya’ya bu kadar bağımlı kaldılar?

Bunun ilk nedeni SSCB’den resmen ayrılan o coğrafyalarda çağdaş anlamda devletlerin kurulamamasıdır.

Bunu tamamlayan neden ise bağımsızlıkları ilan edenlerin tamamının SSCB döneminde o ülkelerin başında bulunan insanlar olmasıydı.

Aralık 1986’da Kazakistan’ın o zamanki başkenti Almatı’nın merkez meydanında protestocular öldürüldüğünde görevinden uzaklaştırılan Politbüro üyesi Dinmuhammet Kunayev’in yerine Komünist Parti Birinci Sekreterliği’ne Rus Kolbin getirilirken, Kazak Nursultan Nazarbayev Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na atanmıştı.

Gorbaçov’un “Perestroyka” ve “Glasnost” politikalarının estirdiği rüzgarlar Nazarbayev’in 1989’da Kazakistan Komünist Partisi’nin başına geçmesini sağladı.

Ve aynı Nazarbayev 8 Aralık 1991’de daha SSCB’nin resmen dağılmasına 18 gün varken Rusya ve Belarus ile birlikte Bağımsız Devletler Topluluğu’nun temelini atan anlaşmayı imzalamıştı.

Nazarbayev 2019’a kadar her seçimde sandıktan yüzde 90’nın üzerinde oy çıkararak koltuğunda oturmayı sürdürdü.

Ayrılırken kendini “Elbası” (“milletin başı”) ilan etmesine ve dokunulmazlık hakkı kazanmasına rağmen, yerine gelen Kasım Cömert Tokayev’in, onun bir dizi haklarına dokunduğu ve kızlarının kurduğu saltanata darbeler indirdiği malum.

1985’te Türkmenistan Komünist Partisi’nin başına atanan Saparmurat Niyazov, 1991’deki bağımsızlık ilanından sonra birkaç kez yüzde 100 sonuçlu seçim yaptıktan sonra kendini ebediyen devlet başkanı ilan etti.
“Türkmenbaşı” lakabını da alan Saparmurat “Ruhname” isimli kitapla “Türkmenlerin Kur’an-ı Kerim’ini” yazdığını iddia etmişti.

Aralık 2006’da öldüğünde FETÖ elebaşı mesaj yayımlayarak onu “İslam cengaveri büyük serdar olarak” nitelendirirken Saparmurad Türkmenbaşı, İslam’ın değil Hristiyanlığın kurallarıyla takım elbisede ve tabutta toprağa verilmişti.

Yerine gelen Gurbangulı Berdimuhammedov, Asya Oyunları için 2,7 milyar dolarlık stat yaparken, doğalgaz zengini bir ülkenin nüfusunun en az yarısı ekmek parası için yurtdışında sürünüyor.Birkaç sene önce yerine oğlunu geçirdi.

1989’da Moskova’dan Komünist Parti Özbekistan Örgütü’nün başına atanan İslam Kerimov 1991 sonbaharında Özbekistan’ın SSCB’den ayrılmasına dair belgeye imza attıktan sonra vefat ettiği 2 Eylül 2016’ya kadar cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakmadı.

İslam Kerimov’un yerine geçen Başbakan Şevket Mirziyayev’in lehinde seçimlerde yüzde 85-90 gibi sonuçların çıkması herkesten çok Moskova’yı memnun ediyor.

1994’ten bu yana Tacikistan’ın başında bulunan İmamali Rahman, evlatlarına üst düzey görevler verdi ve bugün Moskova’yla en hararetli ilişkileri bulunan başkan.

1990’da Bilimler Akademisi Başkanı Askar Akayev’in parlamento başkanı seçilmesiyle demokrasi yönünde yol alma ümitlerinin yeşerdiği Kırgızistan’da 1991’de cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Askar Akayev, 2005 yılında kabilelerin çıkardığı halk isyanının sonucunda Moskova’ya kaçtı.

İktidarı ele geçiren Kurmanbek Bakiyev 2010 yılındaki halk ayaklanmasıyla Belarus’a sığındı.

Daha sonra yaşanan kabile isyanları cumhurbaşkanının görevi bırakmasına ve daha güçlü kabilenin kendi adamı koltuğa oturtmasıyla sonuçlandı.

Rusya’nın bu durumdan memnun olmaması mümkün değil.

Çünkü devleti oluşturan parlamentonun, yürütmenin ve yargının yetkilerinin tek kişinin elinde toplanması iktidarların seçim yoluyla değişme ihtimalini tamamen ortadan kaldırıyor ve Kırgızistan örneğinde olduğu gibi kabileler arasındaki iktidar savaşları ortaya çıkıyor.

İşte geçen aralık ayı ortalarında bu ülkelerin güvenlik servisleri başkanlarıyla çevrimiçi toplantı yapan Rusya Karşı İstihbarat Örgütü Başkanı, “İktidarlarınıza dışarıdan gelebilecek tehlikeleri önledik” diyerek, Kremlin yörüngesinden uzaklaşmamalarını tavsiye etti.

Zaten mevcut yönetimlerin değil o yörüngeden uzaklaşmak, imzaladıkları ikili anlaşmalarla iktidarı koruma yetkisini de Moskova’ya devrettikleri biliniyor.

Birleşik Krallık’ın böyle bir ortamda Orta Asya ülkeleriyle ikili ilişkileri geliştirme girişiminin nasıl okunması gerekir?

Türkiye, 1991 sonbaharında bu coğrafyaların ilan ettiği bağımsızlıkları heyecanla karşıladı ve tanımakta geç kalmadı. Peki, devlet yapısı oluşturabilmeleri için herhangi tavsiyede bulunmadı mı? Yoksa tavsiyeleri dinleyen mi olmadı?

Türkiye bu ülkelerin bağımsızlıklarını hızla tanımanın yanı sıra, hemen büyükelçilikler açtı.

“Türk Birliği”ni savunan örgütler kuruldu, zirve toplantıları, sık gidiş-gelişler, şaşaalı ziyafetler, hediyeler…

3 Ekim 2009’da kurulan Türk Konseyi birkaç sene önce yapısını genişleterek Türk Devletler Teşkilatı adını almasına rağmen ilişkiler asla toplumlara inmedi, liderlerin buluşmaları ve birbirlerini övmeleriyle sınırlı kaldı.

Bugün İran ve Rusya’nın faal olduğu Avrasya Ekonomi İttifakı’na üye ülkeler kendi aralarında gümrüksüz ticaret anlaşması imzalarken bunu adına “Türk dünyası” denen ülkelerin ilişkilerinde göremiyoruz.

Türkiye bugüne kadar kendi devlet ve demokrasi deneyimini asla o coğrafyalara empoze etmeye çalışmadığı gibi tersine, -o ülkelerin başında duranlar kendi diktatörlüklerini pekiştirmek için Türkiye’den destek beklediler.

Bu durum toplumların Türkiye’ye belirli ölçüde kırgın bakmasına neden oluyor.

Hayır, Türkiye o coğrafyaları asla Rusya gibi kendi kontrolüne almayı düşünmemeli, böyle bir düşünce o coğrafyalara verilecek en büyük zarar olacaktır.

Ancak özellikle kurulmuş örgütler çerçevesinde “devlet”, “demokrasi”, “parlamento”, “yargı”, “basın” kavramlarının da gündeme getirilmesinden de Türkiye asla çekinmemeli.

Çünkü bu kavramların gereği ne kadar geç uygulansa o coğrafyalar bugün Moskova’dan, yarın Birleşik Krallık’tan asılı halde kalmayı sürdürecekler.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir