KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Mayis Alizade: Ağırdan ağır bir taşı yerinden oynatma girişimi: Yine ve yeniden…

Mayis Alizade: Ağırdan ağır bir taşı yerinden oynatma girişimi: Yine ve yeniden…

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 26 dk okuma süresi
251 0
mayis alizade

Ermenistan silahlı kuvvetlerinin 2 Nisan 1993’de Azerbaycan’ın Karabağ bölgesi dışındaki Kelbecer (sınırdaki) kentinin işgaline tepki olarak Demirel hükümetinin sınırı kapatma kararını Devlet bakanı ve hükümet sözcüsü Akın Gönen açıkladığında oradaydım.

Aynı gün Türk Cumhuriyetleri gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Turgut Özal, “Sınırda tatbikat yapacağız, öbür tarafa birkaç mermi düşerse ne olacak?” derken oradaydım.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendi inisiyatifiyle başlattığı “futbol diplomasisi” çerçevesinde 6 Eylül 2008’de Erivan’a günübirlik gidiş-dönüşünden iki gün sonra beni kabul etmiş, bir saat konuşmuştuk. ‘futbol diplomasisi’nin ikinci evresine Ermenistan devlet başkanı Serj Sarkisyan Bursa’ya geldiğinde yine oradaydım…

İşte ‘normalleşme’ sürecinin belki en gerçekçi veya tersine, en romantik adımının atıldığı dönemi izlemeye çalışıyor ve Independent Türkçe adına ilk sorularımızı da Karabağ sorununu 1980’lerin sonlarından adım adım, karış karış değil, santim santim izlemiş uluslararası ilişkiler ve askeri çatışmalar uzmanı Elhan Mehdiyev‘e soruyoruz.

Mehdiyev’in değerlendirmesi şu şekilde:

“Türkiye-Ermenistan sınırı Nisan 1993’e açık olmuş ve ticari ilişkilerin kurulmasının yansıra Ermenistan’a yiyecek yardımları da yapılmıştı. Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgal ederek Karabağ’ın Hocalı kasabasında soykırım yapmasından sonra yardımlara karşı Azerbaycan’dan yükselen seslere dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in ‘Biz zor durumdaki Bosna halkına da yardımda bulunuyoruz’ şeklinde yaptığı açıklamanın öfkeleri artırmasına rağmen Ermenistan’ın 2 Nisan 1993’de Karabağ dışında kalan Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki Kelbecer bölgesini işgal etmesi üzerine aynı Demirel hükümetinin 8 Nisan 1993’de sınırı kapatması memnuniyetle karşılanmıştı.

Sınırın kapanmasıyla Türk mallarının Ermenistan’a, Gürcistan üzerinden sevk edilmesinin yanı sıra zaman zaman İstanbul-Erivan charter uçakları uçmuş, Türkiye’nin liberal entelijensiyası iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi adına çoğu Ermenistan’da olmak üzerine düzenlenen toplantılara önayak olmuştur.

Türkiye-Ermenistan sınırının açılması daha 1990’ların sonlarından gündeme gelmesine rağmen özellikle Ermenistan’da Azerbaycan topraklarının işgali süreçlerinde Karabağ’daki ayrılıkçı ve soykırımcı güçlere komutanlık yapmış Robert Koçaryan’ın iktidara gelmesiyle Türkiye karşıtlığının en üst düzeye çıkması Ankara’yı daim temkinli davranmaya sevk etmiştir. Türkiye’ye karşı yöneltilen ‘soykırım’ iftiralarının doksanıncı yılı olan 2005 yılının 13 Nisanı’nda TBMM’de temsil edilen partilerin bu iftiralara karşı ortak mücadele kararı alması Türkiye’yi savunma pozisyonundan çıkarmıştır.

Başta ABD ve Fransa olmakla Batılı fonların desteklediği Türkiye karşıtı hareketler Erivan’ın ekmeğine yağ sürdüğü için sınırın açılması ve ilişkilerin normalleşmesi konusu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, ‘futbol diplomasisi’ çerçevesinde 6 Eylül 2008’de Erivan’ı ziyaretiyle ufak bir kıpırdama dönemi yaşamıştır. Ekim 2009’da Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanmış Zürih Protokolleri ve 14 Ekim’de yine ‘futbol diplomasisi’ çerçevesinde Azerbaycan topraklarının işgalinde önemli role sahip olmuş devlet başkanı Sarkisyan’ın Bursa’ya gelmesi Azerbaycan’ın sert tepkisine neden olmuş ve ilişkilerin normalleşmesi konusundan tamamen uzaklaşılmıştır.”

“Türkiye ‘soykırım’ iftiralarının 00.yılı olan 2015’e giden yolda gücünü bu iftiralara karşı mücadeleye konsolide etmiştir. 27 Eylül-10 Kasım 2020 arasında kendi topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarmak için Azerbaycan’ın yürüttüğü operasyonun sonucu farklı bir durum ortaya çıkardığı için Ankara da bu durumu kullanmak isteyerek Ermenistan’la yeni bir normalleşme sürecini gündeme taşımıştır.

Bu defa işi farklı kılan iki ana hususun birincisi-sürecin Azerbaycan ile koordineli şekilde yürütülmesi, ikincisi ise bu kez Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme yönündeki adımların hızla atılmasıdır. Bundan önceki dönemlerde Ermenistan galip ülke pozisyonunda kendinden emin hareket etmeye çalışıyorduysa şimdiki durumda ise Azerbaycan’ın zaferinin yarattığı farklı bir durum söz konusudur.

Mevcut Ermenistan yönetimi Türkiye’yle ilişkilerin normalleştirilmesine önem vermektedir. Bu yeni dönemde çok şey Ermenistan’ın davranışlarına ve getireceği önerilerle ilintili olacak. İlk buluşmanın Moskova’da gerçekleşmesi sembolik bir durum olup Ermenistan burada her şeyden önce Moskova’nın hayır duasını almaya çalışmıştır. Sürecin yükselen bir çizgide ilerleyeceğini düşünüyorum.

Görüşmeleri baltalayacak beklenmedik olay Ermenistan’ın yeniden Azerbaycan’a yeniden saldırması olabilir. Ancak halihazırda böyle bir ihtimalin mevcut olabileceği inandırıcı değil. Öte yandan Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin giderek güçleneceği olgusuyla doğrudan ilintili olup Ermenistan’ın yeniden bir şeylere yelteneceğinizi düşünmemek gerekir. Burada başka birçok önemli nokta Ermenistan’ın bugüne kadar işlediği soykırım, bölücülük suçlarından dolayı cezalandırılmaması olup Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinin bu olguyu unutturmaması gerektiğini düşünüyorum. Bana göre sınırların açılması durumunda bile ne Türkiye’nin ne de Azerbaycan’ın daha uzun süre Ermenistan’a güvenemeyeceğini düşünmek gerekir.”

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi konusu her iki ülkeye komşu Gürcistan’da da her zaman yakından takip edilmiştir.

Örneğin daha önce Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilen 3+3 geçtiğimiz Ekim ayı başlarında Gürcistan Başbakanı Iraklı Garibaşvili’nin aldığı inisiyatifle geliştirilmek istendi.

Türkiye-Ermenistan normalleşme girişimlerini Independent Türkçe’ye değerlendiren Kafkasya Uluslararası Jeotarih ve Jeopolitik Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Guram Marhulia daha önceki girişimlerdeki başarısızlıkların nedenlerini irdelerken bu defaki süreçte Ermenistan’ın sorumluluk içinde atacağı adımların önemine dikkat çekiyor:

“Karabağ çatışması Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin de tamamen durmasına neden olmuştu. İşte ne zamansa mevcut olmuş çevre bölgelerdeki entegrasyon ve dezentegrasyon süreçlerinin Karabağ sorunu üzerinden Türkiye-Ermenistan ilişkilerine yeni bir ivme kazandırma kabiliyetine sahip olduğunu görmekteyiz.

Bağımsızlığını kazanmasından sonra Ermenistan kendi dış kesin ilkeler üzerine oturtarak jeopolitik alanda kendi yerini bulamadı. Kendi politikacıları bunu Ermenilerin dünyadaki en eski uygarlıklardan birini yaratmalarıyla izah etmeye çalışırken öte yandan Ermenilerin, Hristiyanlığı ilk devlet dini haline getiren millet olmasıyla böbürlendiler. Asırlar boyunca Ermeni halkı kendi kurduğu devletleri kaybederek ardından bölgesel ve uluslararası konjonktür müsait olunca yeni devlet kurmuştur.

Son Ermeni devleti ise tamamen farklı bir jeopolitik alanda kurulmuş olup ilerleyen dönemlerde münakaşa ve savaşların, insan göçlerinin kaynağına dönüşmüştür. Tüm bunlar Ermeni halkının feci kaderinde yeni sayfalar açmıştır.
Soykırım politikası, daha dakik söylersek, soykırımın tanınması siyaseti Ermenistan dış politikasının temel unsurunu teşkil etmiştir. Böyle bir durumda ikili ilişkilerin normalleşmesi zorlaşmıştır. Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri olmasına rağmen Türkiye diplomatik ilişkilerin kurulmasında acele etmemiş, özellikle soykırım iddialarının tanınması ve mahkemelerde hesap vermesi talebini ve Karabağ’daki Ermeni ‘self-determinasyon’ haklarını kabulü reddetmiştir.”

“Ermenistan ise ilişkilerin normalleşmesinin hiçbir önkoşul ileri sürmeden gerçekleşmesini istemiştir. Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün inisiyatifinde başlatılan ‘futbol diplomasisi’ sürecine dönemin Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın da destek vermesiyle Eylül 2008 ile Ekim 2009 yıllarını kapsayan bir sürecin sonunda -19 Ekim 2009’da Zürih Protokolleri imzalanmıştır. Ancak Türkiye için Karabağ sorununun çözümünde Azerbaycan’ı desteklemek daha önemli olduğu için Zürih Protokolleri Mecliste onaylanmamıştır.

Ermenistan dış politikasının gündeminde paradigmatik bir öneme sahip soykırımın tanınması ve tazminatların ödenmesi konusu Vatan-Diaspora bütünlüğünün fonksiyonelliğini de besleyen ana faktör olup kendi halkının soykırıma maruz kalması propagandalarının da toplum üzerinde olumsuz izler bırakmaya devam edeceğinden kuşku duyulmamalıdır.

Erivan’da resmen açıklanmamasına rağmen Nikol Paşinyan’ın iktidara gelmesi Karabağ konusuna bakış açısının değiştiğini gördük. Kırk dört günlük savaş sonrasında Azerbaycan kendi topraklarının büyük kısmını kurtarabildi. Kuşkusuz, şimdi Ermenistan yönetiminin esas gayelerinden biri de Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi olacaktır.

Kendisi ‘uslu çocuk’ olarak göstermesi durumunda Ermenistan’ın bir dizi önemli projelere katılması da söz konusu olacak ve emeksever Ermeni halkı nihayet, yeni, barışçı bir Ermenistan kurmaya başlayacak. Komşularıyla barış ortamında yaşaması Ermenistan devletinin güvenliğinin de esas teminatı olacak.”

Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi girişimlerini gerek Dışişleri Kafkasya ve Orta Asya Genel müdür yardımcılığı sırasında ve gerekse Türkiye’nin Tahran ve Moskova Büyükelçiliği dönemlerde yakından izlemiş emekli Büyükelçi, Gelecek Partisi Uluslararası İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım, son gelişmeleri birçok farklı noktadan değerlendirmenin taraftarıdır.

Şimdiye kadar atılmamış radikal nitelikteki adımlarla başlayan yeni süreci Independent Türkçe’ye değerlendiren Türkiye’nin en deneyimli diplomatlarından biri Ümit Yardım, Ermenistan’ın ve Batı’daki Ermeni diasporasının yapıcı adımlar atmaması durumunda bu girişimin de ‘hayaller ile gerçeklerin arasına sıkışacağına vurgu yapıyor:

“Son dönemlerin, belki de on yılların en önemli gelişmesi, şüphesiz ki,44 günlük savaş neticesinde Karabağ sorunun çözümü konusunda Azerbaycan’ın çok stratejik kazanımlar sağlaması, işgal altındaki topraklarının da (maalesef tamamı değil) büyük bir bölümünü kurtarmasıdır. Böylece son 30 yıldır bölgede Ermenistan lehine olan dengelerin siyasi, askeri, moral üstünlüğü bakımından Azerbaycan’ın eline geçmesi olmuştur.

Tabiatıyla bugün itibarıyla bakıldığında Rusya’nın bölgeye yerleşmesi ve Dağlık Karabağ’ın halen Rusya silahlı kuvvetlerinin desteklediği Ermeni ayrılıkçıların kontrolü altında bulunması bölgenin geleceği bakımından ciddi soru işareti olarak önümüzde duruyor. Bunların da en kısa zamanda çözümü samimi dileğimiz olup aksi durumda Karabağ meselesinin tam anlamıyla çözüme kavuştuğunu söylemek mümkün olmayacaktır.

Bu süreç gelişirken, aslında beklendiği ve şaşırtıcı olmaması gerektiği gibi gündeme Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve (bence bazı yönlerden tuhaf bir şekilde) ‘normalleşme’ olarak tanımlanan meşhur dosya bir kez daha gündeme geldi. Daha doğrusu getirildi. Her şeyden önce ‘normalleşme’ tanımı nedir? Bunun iyi belirlenmesi ve çerçevesinin tespiti gerekir. Bu meyanda mesela ilk ilginç soru ‘Sınırları kapalı, ilişkileri soğuk olan bütün ülkelerin durumu anormal midir?’ oluyor. Tabii ki hayır. Bunun sayısız örnekleri bulunuyor ancak nedense bunların içinde Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin durumu dikkatleri daha çok çekmektedir. Yine de bu yönde atılacak adımları ilk bakışta olumlu, bölgeye katkı sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirmekteyiz.

Bununla birlikte, mevcut siyasi tablonun gerçekçi şekilde değerlendirilmesinin gerekli olduğunu, aksi takdirde sağlıklı bir süreçten bahsedilmeyeceğini, hatta hayal kırıklıklarının yaşana bileneceğini de düşünüyoruz. Öncelikle, bu dönemlerde, ABD’nin geçtiğimiz 24 Nisan’da ‘soykırım’ açıklaması yaptığının, 44 günlük savaşıyla bölgede Rusya’nın en önemli aktör haline dönüştüğünün, Batı ile Rusya arasında bilhassa Rusya üzerinden süren gerginliklerin, Türkiye-Rusya ilişkilerinin mevcut durumunun NATO, ABD ve AB dahil Batıda şiddetle sorgulanmakta olduğunun ve diğer birçok hususun da dikkatle okunması gerekir.”

“Ermenistan’da Paşinyan’ın siyasi durumu da keza ilginçtir. Zira savaşı kaybetmiş bir liderdir ve her ne kadar son seçimleri kazanmış olsa bile güç tabanını, örneğin Parlamento’daki sandalye sayısını, askeri kesimlerdeki etkisini epeyce yitirmiş durumdadır. Dolayısıyla normalleşme sürecinin lehinde verdiği ılımlı mesajları abartmamak gerekir. Bu süreci başlatırken Moskova ile istişare içinde bulunduğunun da dikkate alınması gerekir. Zira Moskova’nın konumu önemlidir.

Dolayısıyla geminin kaptanı Rusya’dır. Bu aşamada öyle de gözüküyor. Öyleyse bunun anlamı ne olmaktadır? Ermeni tarafı arabuluculuk için başka aktörlerin de devreye girdiğini, ancak Moskova’yı tercih ettiklerini söylemiştir. Rusya da zaten çeşitli vesilelerle konuya ilgi duyduğunu açıklamıştır. Hâlihazırda siyasi, askeri, ekonomik vd. bütün alanlarda kontrol ettiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün de üyesi Ermenistan ile Türkiye arasındaki bu hassas süreç için Moskova’nın arabuluculuğunun ne ölçüde uygun olduğu gerçek bir soru işaretidir.

Şartlar böyle gelişmiş olsa bile uzun vadede bunun bir takım sorunları da beraberinde getirebileceği muhakkaktır. Mesela bu konulara bilhassa romantik (!) ilgi duyan herkese, öncelikle Rusya’nın 1915 konulu açıklamalarına bir kez daha bakmalarını tavsiye ederiz.

Lobilerin konumun ve gelişmelere bakışı da önemlidir ve sürecin gidişatında etkili olacaktır. Nitekim bu lobiler ve aşırı kanat Ermeni gruplar hemen karşı adımlar atmaya başlamışlardır. Örneğin ABD Ermeni Milli Komitesi 14 Aralık 2021 tarihli çağrısında gerek Azerbaycan’a askeri yardımların durdurulmasını ve gerekse Cumhurbaşkanı Aliyev’e yaptırımlar uygulanmasını istemekle birlikte Türkiye tarafından gündeme getirilen ve Dağlık Karabağ’ın ‘bağımsızlığını’ engelleyecek ‘normalleşme’ girişimlerine karşı çıkılması gerektiğine vurgu yapmıştır.”

“Taşnaklar ise Paşinyan’ın bu süreci yürütme meşruiyetinin kaybettiğini, görüşmelerde sadece kendine biçilen rolü oynayacağını ve teslim olacağını ileri sürdü. Fransa’da önümüzdeki Nisan ayında yapılacak seçim öncesinde Ermeni cemaatlerinden oy almak isteyen politikacılar Dağlık Karabağ bölgesini ziyaret etmektedirler. Dolayışıyla bu süreci değerlendirirken iyi niyetli beklentiler bir tarafa, çeşitli sorunlara da gerçekçi ve kapsamlı cevaplar aranması gerekecektir” diyen Ümit Yardım onlardan bazılarını şu şekilde paylaştı:

a) Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’nde Türkiye’yi açıkça hedef alan maddelerin durumu ne olacaktır. Hangi ülke kendine saldırmayı temel varoluş nedeni gören bir ülkeyle ilişkilerini normalleştirebilir?

b) Ermenistan için ‘soykırım’ın tanınmasının ulusal bir hedef olduğu hatırlandığında bu konu normalleşme süreci için nasıl bir yer bulacaktır? Daha geçtiğimiz yıl, Biden’ın 24 Nisan açıklaması sonrasında Erivan’ın, “Bunun daha bir başlangıç olduğu, mücadelenin süreceği, Türkiye’nin de bunun sonuçlarına katlanacağına” ilişkin açıklamaları keza hatırlanmalıdır;

c) Bugüne kadar 30’dan fazla ülkenin (Rusya Federasyonu, ABD, Fransa dahil) Türkiye aleyhine 1915 konusunda aldığı kararlar ne olacaktır, Parlamentolardan geri mi çekilecektir?

Özetle: Bu mahiyette bir süreç önemlidir. Desteklenebilir. Ancak 14 Ocak 2022 günü Moskova’da başlayacak ve normalleşme olarak tanımlanan yeni sürecin nereye gideceği/gidemeyeceği, hangi aşamalarda tıkanacağı ve belki de bir başka sefere denenmek üzere kapatılacağı zaman içinde görülecektir.

Şimdiden öngörüde bulunmak zordur. Ortada birçok etkili aktör bulunmakta ve süreci etkilemeye çalışmaktadır. Evet, Türkiye ile Ermenistan bir kez daha kritik bir yolculuğa çıkılıyor. Teşvik de edilebilir. Moskova’da bir araya gelecek S. Kılıç ve R. Rubinyan öncelikle birbirlerini ve görüşmelerin zeminini yoklayacaklar. Ancak bu yolculuğun gerçeklerle hayaller arasında yönünü ne tarafa çevireceği, bütün zorluklara rağmen, başta Erivan olmakla taraflara kaldığı, aksi takdirde (şayet mevcutsa!) hedeflerine ulaşmasının mümkün olmayacağı şimdiden bellidir.”

Süreci sadece Türkiye’den değil aynı zamanda Ermenice yayın yapan kitle iletişim araçları vasıtasıyla Ermenistan’ın içinden de izleyen Erciyes Üniversitesi öğretim görevlisi, ‘Ermeni meselesi’ konusunda önemli uzman Prof. Dr. Gafar Mehdiyev Independent Türkçe’ye yeni bir ‘normalleşme’ hamlesini şu sözlerle değerlendiriyor:

“Ermenistan, Rusya’dan bağımsız bir diyaloğa üstünlük vermeyi ve Batılı kimi ülkeleri de bu diyalog sürecine dahil etmeyi yeğlemekteydi. Erivan’daki bazı Ermeni siyasiler hâlihazırken süreçte Rusya’nın, Türkiye telkin ve etkileri altında adımlar attığını öne sürmektedirler. Orada sık sık 1920’lerin başları dile getirilerek Sosyalist Rusya ile Ankara Hükümeti arasında varılan anlaşmaların Ermenistan’a zarar verdiği iddia ediliyor ve Rusya ile Türkiye’nin günümüzdeki çıkarları kıyaslanıyor. Görüşmelerin önkoşullarla başlayacağı kuşkusuzdur.

10 Ekim 2009’da imzalanmış Zürih Protokolleri de Ermenistan’ın bahaneleri yüzünden kadük durumuna düşmüştü. Ermenistan Anayasa Mahkemesi, Zürih Protokolleri’ni ülkenin Bağımsızlık Bildirisi’nin ‘lafzına aykırı’ bularak iptal emişti. Bu koşullarda Türkiye’nın, Ermenistan’ı anayasa değişikliğine zorlayabileceği de söz konusudur. Erivan’da anayasa değişikliği komisyonunun kurulmasına rağmen bunun gerçekleşmesi bir hayli zaman alacaktır. Çünkü Ermenistan’ın kendi anayasasını ve Bağımsızlık bildirisi’ni değiştirip Türkiye aleyhindeki maddeleri çöpe atmadan sürecin her an tıkanabilme durumu gündeme gelecektir.

Bu durum Ermenistan’da siyasi krize neden olabileceği gibi normalleşmeyi istemeyen güçler hemen faalleşecektir. Türkiye’nin ise bundan hiçbir zararı olmayacak. Yeni bir ‘normalleşme’ hamlesinin koşullarının bir kısmı Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin düzelmesiyle ilintili olup burada Ermenistan’ın, Hankendi bölgesi başta olmak üzere, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıyan bir anlaşmaya imza atması, sınırların yeniden belirlenmesi ve iki ülke arasında nihai bir barış anlaşmasının imzalanması gerekmektedir. Bunların olmaması durumunda yeni sürecin başarıya ulaşma ihtimalini de yüksek görülmemesi gerekmektedir.”

Evet, Türkiye 8 Nisan 1993’de sınır kapısını kapattıktan sonra Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirme amacıyla ikinci radikal adımını 14 Ocak 2022 Cuma günü atıyor.

Rusya Federasyonu’nun arabuluculuğunda başlayacak ilk görüşme öncesinde konunun uzmanları ‘temkin’ kelimesinin altını çiziyorlar.

Diplomaside ‘temkin’in her zaman en doğru yaklaşım olduğunun altını çizerek biz de sürecin hemen başında sorumuzu ‘temkinle’ sormaktan kendimizi alıkoymayalım:

Acaba bu yeni gelişmenin ismini ‘Lavrov süreci’ koymanın bir sakıncası olur mu?
Mayis Alizade

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir