Osmanlı’nın yüzyıl önceki yıkılışı, değişmeyen aktörler ve amaçlar bakımından güne ciddi mesajlar verir. İlginç olanı o devirdeki bazı kişi ve kavim adlarının yerine bugün yenilerini koyduğumuzda değişmeyen bir oyunun yeniden sergilendiği görülecektir. Şüphesiz bu dönemi soğukkanlılıkla okumak, hainler ve kahramanları dikkatle belirlemek, hepsinden önemlisi değişmeyen paradigmanın esaslarını tarihimizin bu sayfasından okumak ve anlamak hayatidir. Değilse “yer”imiz kalmayan tarihte” beka”mızın peşinden koşmaya devam ederiz. Bu dönemin en meşhur aktörlerinden birisi Lawrens. Adı zihinlerimize kazılı ama yaptıkları hakkında tefekkür düzeyinde afaki sloganlar dışında pek de malumat sahibi değiliz. Onun Bilgeliğin Yedi Sütunu adlı kitabını soğukkanlı bir zihinle okuduğumuzda kan donduran bazı satırları görür, oyunun tanıdık içeriği ve dahi süregiden mantığıyla yoruma gerek kalmaksızın karşı karşıya oluveririz.
Sahtekârlığın Soğuk Pişkinliği: Aldat ve Kazan
Lawrens’in yazdıklarını okurken öncelikle onun hain amacını görüyoruz. Arapların nasıl bir soğukkanlı idealle ayartılıp, kandırılarak baştan çıkarıldığını onun satırlarından yoruma hacet kalmadan görmek mümkündür. Aldatarak kazanmak emperyalizmin değişmez aklı.
Herkes rüya görür, ama aynı şekilde değil. Gece vakti zihinlerinin tozlu hücrelerinde rüya görenler, gündüzleri bunun boş bir şey olduğunu uyanınca anlar. Ama gündüzleri hayal kuranlar, tehlikeli insanlardır; çünkü hayalleri gerçekleştirmek için açıkgözleriyle harekete geçebilirler. Ben bunu yaptım. Yeni bir ulus yaratmak, kaybolan bir itibarı yeniden canlandırmak, yirmi milyon Sami’ye milli düşüncelerinde zaten var olan esinlenmiş rüya sarayını inşa etmeleri için bir temel vermek istedim. (T. E. Lawrence, Bilgeliğin Yedi Sütunu, (Çev. Bilal Çölgeçen, Ankara, 2014, s. 31)
Hükümet, Arapları, bizim yanımızda savaşmaları için kesin özyönetim (selfgovernment) vaatleriyle ayağa kaldırdı. Araplara, kurumlara değil, kişilere inanırlar. Beni İngiliz yönetiminin serbest ajanı olarak gördüler ve benden hükümetin yazılı vaatlerinin bir onayını istediler. Bu yüzden gizli antlaşmaya katılmak zorunda kaldım ve sözlerimin değeri her ne ise, adamları ödülleri konusunda temin ettim. Ateş altında geçen iki yıllık ortaklığımız sırasında onlar bana inanmayı ve benim gibi samimi olarak hükümetimizi düşünmeyi alışkanlık haline getirdiler. Bu umutla güzel bazı şeyler yaptılar ama ben, elbette birlikte yaptığımız şeylerle gurur duymak yerine sürekli ve acı bir şekilde utanıyordum. Savaşı biz kazanırsak bu vaatlerin ölü bir belge olacağı başından belliydi ve ben, Arapların dürüst bir danışmanı olsaydım evlerine gitmelerini ve böyle şeyler için savaşıp canlarını tehlikeye atmamalarını öğütlerdim… Sahtekarlığı göze aldım, benim kanıma göre Doğu’da bizim ucuz ve hızlı zaferimiz için Arap yardımı gerekliydi ve kazanıp sözümüzü tutmamamız kaybetmekten daha iyidir. (S. 32.) Bugün özyönetim rüyasıyla, birilerinin yeni, ucuz ve hızlı zaferleri için mobilize olanlar, onlara dini ve etnik saikayla alet olanlar bu satırlarla yüzleşmezler mi acaba?
Türkün Ötekileştiği Kurgu: Birliği Yok Etmek
Lawrens için yenilmesi gereken baş belası ise Türk’tür. Öyle bir Türk resmi çizer ki, bugün toplumumuzda da gördüğümüz, Türk adına ön yargının hangi emperyal tuzağın sonucu olduğunu üzülerek görmemek mümkün değildir. Arap için Türk, Türk için Arap öteki kılınmadıkça bunun olması mümkün değildir. Arap dünyasının özellikle sol entelektüelinin ezberi halinde görülen aşağıdaki tespitleri okuyunca bugün tarih kitaplarına saçılan fitnenin nasıl bir emperyalist niyetin sonucu olduğu hicranla görülecektir. Haçlılara karşı İslam dünyasında omuz omuza çarpışan Çanakkale’de birlikte şehit olan medeniyetimizin çocuklarına Türk bir asalak, kaba, desiseci, emperyalist biri olarak sunulur. Birliğin, Haçlılara ve Çanakkale ve Kut’ta İngiliz çıkarlarına nasıl darbe vurduğunu bilen hain zihin, fitnenin kılıcını çekmiştir:
Ortaçağın başlarında Türkler, Arap devletlerinde önce köle, sonra yardımcı ve daha sonra eskimiş politik toplumdan dolayı hayatı tıkayan asalak bir oluşum olarak ayaklarını basacak yer buldular. (S. 50) Türk sömürgeci gibi gösteriliyor.
Arapların taklide dayalı uygulamaları kültürlü, zihinsel faaliyetleri ilerici, devletleri bayındır görünüyordu… Bu mutluluk Türklerin gelişi ile bir rüya oldu. Asya’nın Sami boyları, evre evre Türklerin boyunduruğu altına girdiler ve yavaş bir ölüme mahkûm oldular. Malları, onlardan soyulup alındı ve ruhları, askeri yönetimin uyuşturucu soluğunda kuruyup soldu. Türk egemenliği bir jandarma düzeniydi ve Türk siyaset kuramı, pratiği kadar kabaydı. Türkler Araplara, dar bir grubun çıkarlarının yurtseverliğin çıkarlarından, eyaletlerin küçük çıkarlarının milliyetten yüksek olduğunu öğretti. Çözümü zor anlaşmazlıkları kullanarak birbirlerine güven duymamalarını sağladı. Hatta Arap dili, mahkemelerden ve bürolardan, devlet hizmetlerinden ve yüksekokullardan çıkarılıp atıldı. Araplar, sadece ırksal karakterlerini kurban ederek devlete hizmet edebilirlerdi… Coğrafi duyarlılıklarını, ırksal, politik ve tarihsel hafızalarını yitirdiler. (s.51) Geri bırakan Türk imajı/Türkofobi. Lawrence bu kısmı aynaya bakarak yazmış besbelli. Yukarıda nasıl aldattığını itiraf ettiği insanların aldatıldığını ileri süren demagoji.
Abdülhamid, Jön Türk ve Ötesi: Böl ve Yönet
Ve Abdülhamid Han. Lawrens’in tespitleri, Ulu Hakan’ın neden tahttan indirildiği, bunu yapanların bilerek veya bilmeyerek hangi amaca hizmet ettikleri Lawrens’in satırları arasından çıkıveriyor. Abdülhamid’in ötesi yıkım, savaş, kan ve parçalanmadır. Ermeni soy kırımı iddialarının dipsiz ve mesnetsiz esası da bu satırlar arasında karşımıza duruyor. Artuklu İlgazi, İmadeddin Zengi, Nureddin Mahmud Zengi ve Salahaddin Eyyubi gibi nicelerinin peşinde koşup, uğruna kan ve ter döktüğü İslam birliği mefkûresi bir kere daha engellenecektir. Balkanlar ve her yer bir ateş içine düşerek, devletimizin hataları ve dış saldırılarla devletimiz isyanlar ve cihan harbi neticesinde yıkılacaktır.
Daha sonra Türk devrimi oldu, Abdülhamid devrildi ve Jön Türkler üstünlüğü ele geçirdiler. Araplar için ufuk, bir an genişledi. Jön Türk hareketi, hiyerarşik İslam kavrayışına ve eski Sultan’ın, kendisini Müslüman dünyanın manevi lideri, aynı zamanda (itirazların ötesinde) dünyevi işlerinin de yöneticisi yaparak elde etmeyi şiddetle arzu ettiği İslam birliği kuramlarına karşı yapılmış bir devrimdi.(s.51) Batı Asya, Katoliklikten ulusalcı politikalara tırmanmaya ve inanç ya da dogma yerine, öz yönetim ve öz egemenlik için savaşların hayalini kurmaya başladı. Bu eğilim, ilk ve en güçlü olarak Yakındoğu’da, küçük Balkan devletlerinde ortaya çıktı ve onları, neredeyse benzeri olmayan bir şehitlik yolundan geçerek Türkiye’den ayrılma hedefine taşıdı. Daha sonra Mısır’da, Hindistan’da, İran’da ve en son olarak İstanbul’da milliyetçi hareketler ortaya çıktı. (s. 51-52) Bu satırlardaki milliyetçilik hamiyet-i milliyye olmaktan çıkıp kendimize döndürdüğümüz namlu oluyor.
Jön Türkler, Ermenileri, Hristiyan oldukları için değil ama Ermeni oldukları için katletmişlerdi ve aynı nedenle Arap Müslümanları ve Arap Hristiyanları, aynı hapishanelere sürü halinde doldurup onları birlikte darağacına astılar. Cemal Paşa, Suriye’de tüm sınıflar, koşulları ve inançları ortak bir sefaletin ve tehlikenin baskısı altında birleştirdi ev böylece birleşik ayaklanmayı mümkün kıldı. (s. 54) Soykırım meselesinin gündeme geldiği günlerde işin arkasındaki emperyalist söylem ve elin açığa çıktığı görülüyor.
Abdülhamit devrilince, daha az kurnaz olan Jön Türkler, onun politikasını tersine çevirip Şerif Hüseyin’i Mekke’ye emir olarak geri gönderdiler. Hüseyin, zaman geçirmeksizin, mütevazı bir şekilde emirliğin gücünü eski haline getirmek için çalışmaya koyuldu. (s. 56) İhanet edenler kadar Osmanlıyla birlikte çarpışan Arap kardeşlerimiz de vardı.
Bugün bölgemizde gözü açık hayal kuranların yeni uluslar ve ülkeler yaratmak peşinde oldukları aşikârdır. Türk yine ötekileştirilerek, Türkofobya ve İslamofobya ile geri kalmış coğrafyamızda özgürlük ve demokrasi getirmek üzere emperyalist niyetin askeri yangınları çıkarılmaktadır. Arap Baharı sürecinin umutlar yeşerttiği zemin bir anda yangın yerine dönerek bu emperyal maksada hizmet etmeye başlamıştır. Yine sözde öz yönetim vaatleri havada uçmakta, Türk yine yerin dibine batırılmakta, birlik peşinde koşanlara yine suikastlar ve darbeler planlanmakta, bir takım etnik ve mezhepsel fay hatları kaşınarak kaos ortamı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Dünü anlamayan “an”ı kaçırır ve bu toplumun geleceği olamaz. Hele kendi ikbalinin derdine düşenlere deva yoktur.
Lawrens’in yazdıkları çok yoruma gerek bırakmadan, yaşadığımız “an”a çok ciddi mesajlar veriyor. Öz yönetim ve öz egemenlik hayali kuranlar başta olmak üzere herkes oyunun ne olduğu anlamalı, en azından bunların nasıl bir merkezin ürünü olduğunu milli her akıl anlamalıdır. Nihayet, Lawrens’te Türkofobya ve İslamofobya’nın tarihi temellerini görmek mümkün. Neticede, Türk’ün birleştirici iradesinin İslam’ı sebep kılarak gerçekleştirmeyi isteyeceği birlik süreci engellenmelidir. Bu bakımdan bu fobyalar bir sonuç değil bir ön alma eylemidir. Yüzyıl önceki oyun yeniden sahnede… Doğu’da bizim ucuz ve hızlı zaferimiz için Arap yardımı gerekliydi ve kazanıp sözümüzü tutmamamız kaybetmekten daha iyidir cümlesindeki Arap’ın yerine kimi isteseniz koyun, oyunun mahiyeti değişmeden devam ediyor.
Altan Çetin