Esas olarak Kutü’l ammare zaferi hakkında yazılmış Türkçe metinler üzerine tarih yazımı açısından bir analiz denemesi şeklinde planlanan bu bildiride plana bağlı kalmakla birlikte Kutü’l ammare Zaferi hakkında internet yayıncılığı ve sosyal medya vasıtasıyla dolaşan bilgilerinin referans olduğu söylemin doğurduğu ve doğurabileceği popüler tarih yazımı problemine de değinilecektir. Özellikte internet üzerinde dolaşan birçok yazı ve haber kaynağında “unutulan zafer, unutturulan zafer, Osmanlının son zaferi” vb ifadelerle tanımlanan Kutü’l-ammare zaferinin “unutma-unutturulma” söylemiyle anlam bulması bahsi geçen popüler tarih yazımının ürünlerindendir. Hatırlanan zaferler hangi gerekçelerle hatırlanır ve anmaların bir parçası olur, unutulanlar neden unutulur, zaferler neden yazılır? gibi soruların da cevabını kısaca tartışacağımız bildirinin ilk kısmı zaferin yazılması, kutlanması, anılması konusunda mevcut kaynaklar üzerinden genel bir değerlendirmeyi ikinci kısım ise örnekleri üzerinden zafer hakkındaki popüler söyleme eleştirel bir bakışı içerecektir.
Bir Yazılı Metin Olarak Zafer
Tarihçe-i Harb adlı hatıratında ihtiyat zabiti Ali Vehbi(Aykota) “Filhakika Harb-i Umûmînin ilk devrelerinde en zengin ve müterakki dünyanın en azgın ve mütenevvî orduları şanlı ordumuzun şirâne-i savleti, dilberâne-i satveti önünde nice nice sahnelerde tâbaver mukavemet edemiyerek kahkari ricat inhizâm ile burunlarını kırıp cephe-i harplerini terke mecbur olmuşlardır” şeklindeki cümlesiyle Birinci Dünya Savaşı’nın ilk dönemini oldukça hamasi bir şekilde dile getirirken bir gerçekliğe de işaret etmişti. Bu dönemi iki zaferle sembolleştiriyordu; Çanakkale ve Kutü’l-amare. Kutü’l-amare son yıllarda unutulan zafer olarak yeniden hatırlanırken, harbi yaşayanlar içinse unutulması mümkün olmayan bir zafer olarak hafızalarda yer edinmişti. Kut Zaferinin komutanı Halil Paşa’nın “Kut Bayramı” ilan ettiği o günden günümüze yüz yıl geçti ve pek yakında yüzüncü yıldönümü, tıpkı bu sempozyumun referansı olduğu gibi birçok çalışmayı da teşvik edecek görünüyor.
“Unutmak ve hatırlamak” ifadesi içinde bir süreci barındırıyor. Unutmak bir nihayete, hatırlamak yeni bir başlangıca gönderme yapıyor. Tarihsel olay ve olguların unutulması ve hatırlanmasının nedenleri siyasal ve toplumsal bir karşılık bulmasıyla doğrudan ilgilidir. Konjonktürel durum bu karşılığın yeniden canlanmasında etkili olur. Akademik ve popüler eserler bu olgunun ilgili toplumda bulduğu karşılıkla doğrudan orantılı olarak sayısal artış gösterirler. Tarihsel olguya referansla yazılan şiir, destan, roman vb edebi metinler, akademik ve popüler tarih araştırmaları, film vb unsurların kolektif bilinci güçlendiren bir enstrüman olarak kullanımı ve bir zaferin devlet tarafından tanınmış bir kutlama etkinliğine dönüşmesiyle daha da belirginleşir. Kutlamalar daha çok kazanılmış ve sembolleşmiş zaferler üzerine kurgulanır. Özellikle savaşın devam ettiği yıllarda zaferin propaganda faaliyetleri için kullanımı bahsi geçen enstrümanlardan yararlanılarak yapılır. Yenilgi ise propaganda amaçlı olarak ancak düşman için kullanılabilir bir malzeme sunmaktadır. Yenilgiler bu yüzden milli tarihin kurgulanışındaki mecburi hamaset açısından oluşturulacak riskler göze alınarak yazılı metinlerin sessiz bir köşesine atılırlar. Milli Mücadele’nin parçası durumundaki mahalli savaşlar bugün dahi mahallinde törenlerle anılmakta ve Milli Mücadele merkezli bütünlüğü hedefleyen metinler üretilmeye devam etmektedir. Anılan veya kutlanan zaferlerin coğrafyası bugünkü siyasal coğrafya ve milli kimlikle örtüşüyorsa tabii olarak törenlere toplumsal bir coşkuyla katılım imkânı sunmaktadır. Bunun ötesinde siyasal iktidarın ideolojik kimliği ve bu kimliğe meşruiyet sağladığı tarih paradigması da bu tür etkinlikleri güçlü kılmaktadır.
Eski tarih metinlerinin büyük çoğunluğu harbe giden yolu, harpleri ve bunlar sonrasında yapılan anlaşmaları ele alır. Gazavatname, zafername, fetihname adıyla yayınlanan eserler Osmanlı tarih yazımının bir parçası olduğu kadar harbin edebiyatla ilişkisini de gösteren popüler eserlerdir. Bu metinlerin özellikle savaşçılar arasında toplu okunmasıyla paylaşımının savaşanların moral ve motivasyonunu yüksek tutmak bakımından olduğu kadar dinleyenleri askerliğe, gazaya teşvik bakımından işlevi de vardır. Zaferler, fetihler, kazanılan zaferin nüfuz alanının sınırlarıyla doğru orantılı olarak içselleştirilir, toplumsallaştırılır paylaşma arzusunun sınırlarını belirler. Mesela Kıvamî’nin İstanbul’un fethine dair yazdığı Fetihname hem iç hem dış dünyaya hem İslam hem Batı dünyasına bir mesaj hedefini gözetir. Mesaj öncelikli olarak İslam dünyasınadır, ama mesajın nüfuz alanı Batı’ya doğru genişlemeye müsaittir. Günümüz itibarıyla vatan toprağı olarak anılan Çanakkale ile Kore Savaşı’nın toplumsal karşılığı aynı değildir. Kore Savaşı neredeyse gazileri dışında hatırlanmaz hale gelmiştir, ama geçen yüz yıla rağmen Çanakkale Zaferi anmaları her geçen yıl daha da artan bir toplumsal kutlama coşkusuna sahne olmaktadır. Modern dünya geleneğin kaybolmaya yüz tuttuğu zamanda geleneği icat etmeye meyilli olmuştur. İstanbul’un fethi, fetihten yüzyıllar sonra kutlanmaya başlanmıştır. Fetih kutlamaları icat edildikten kısa süre sonra, İstanbul’un işgaliyle yasaklanmış, fethin beş yüzüncü yıldönümünün yaklaşmasıyla kutlamalar yeniden başlamıştır. Bu kutlamaların arka planı siyasal ve toplumsal süreçle açıklanabilir. Şüphemiz Kutü’-ammare zaferi kutlamaları ve çalışmaları da benzer süreçlerle ilişkilidir. Bildirimiz son kısmında bu konu üzerinde durulacaktır.
Kutü’l-ammareyi konu edinen eserlerin azlığı veya çokluğu doğrudan Türk tarihçiliğinin genel manzarası, askeri tarih çalışmaları ve Birinci Dünya Savaşı araştırmalarıyla ilgilidir. Türkiye’de Tarihçiliğin gidişatı ekrandan izlenilebilecek kadar şeffaf bir görüntüye sahiptir, bu yüzden üzerinde durmayacağız. Askeri Tarih Çalışmalarının durumu hakkında Gültekin Yıldız’ın oldukça değerli gördüğümüz makalesini bu konuda bir referans olarak alabiliriz . Bu makale bize savaşlarını tatlı veya acı bir tebessümle anmaktan yazmaya fırsat bulamamış bir toplum olmaya rıza göstermiş olmanın arkasındaki manzarayı oldukça anlaşılabilir nedenlere bağlı olarak açıklarken esasında bu durumun makus bir talih olmadığını da göstermektedir. Yazılmamış tarihler üzerinden zihinsel formasyonu sağlamak ve entelektüel bir hareket alanı bulmak mümkün değildir. Bu harekât alanından doğan sağlam bir birikim olmayınca konuşmalarımız yine “bir lahza tebessüm veya lakırdı” şeklinde kalacak, zaferleri anmadan öteye gitmeyecektir. Birinci Dünya Savaşı meselesine tarih çalışmalarının her türü açısından bakıldığında teknik askeri tarih çalışmalarının nispeten iyi olduğu, bunun dışındaki kayda değer olanların ise son yılların ürünü olduğu söylenebilir. Batılıların savaşın tarihini yazarken Türkleri Osmanlı cephesini Türk askerini tıpkı savaş pratiğinde olduğu gibi küçümsemesi ve metinlerinde lutfen yer vermesinin Batı merkezli tarih anlayışının kibriyle alakalı bir tarafı olsa bile Birinci Dünya Savaşı’ nın Türkiye’de yazılamamış olmasının ülkedeki tarihçiliğin, uzmanlık alanlarıyla birlikte düşünüldüğünde askeri tarihçiliğin manzarasıyla açıklamaya çalışmaktan başka bir çıkış görünmüyor. Kut zaferinin yazılıp yazılmaması unutulup unutulmaması veya kutlanması gibi soruların cevapları bu manzaranın içinde aranmalıdır.
Kutü’l-ammare üzerine yazılmış Türkçe metinleri genel olarak aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz.
1-Askeri kaynakların kullanıldığı askeri tarih kurumları tarafından hazırlanmış, yayınlanmış eserler
2. Hatırat-Günlük
3. Kitap, tez ve makale türünden incelemeler
4. İnternet ve medya yayınları
Araştırmamız neticesinde Kutü’l amare kuşatması ve zaferi adının doğrudan kullanıldığı Türkçe telif esere rastlanılmamıştır. Yalnız yakın zamanda bir yayınevinin roman dizisinden Kut’ül-amare Osmanlı’nın Son Zaferi adlı bir eser yayımlanmıştır. Bunun dışında askeri yayınlardan Kutü’l-amâre Muhasarası ve Harekat-ı tahliyesinin Edvar ve Safahâtı adıyla tercüme bir eser bulunmaktadır. Bu zafer hakkında hazırlanan doktora tezi savunulmasından bugün yirmi yılı aşkın zaman geçmesine rağmen henüz kullanıma açılmamış ve yayımlanmamıştır. Bir de doktora teziyle neredeyse aynı adla bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
Doğrudan olmasa da bir bölümünde Kutü’l-amare muharebelerini ve zaferini konu edinen askerler tarafından askeri tarih kurumları bünyesinde hazırlanmış müstakil kitap ve mecmualar bulunmaktadır. Resmi yayınlardan oluşan bu eserler, devrin şartları ve askeri tarih anlayışı çerçevesinde düşünüldükleri zaman konuyla ilgili dikkate değer temel eserleri oluşturmaktadırlar. Mesela Fahri Belen’in Birinci Dünya Harbi serisi bunlardan birisidir.
Hatırat- günlük türünden eserler Irak Osmanlı ordusunun faaliyetlerine dair askeri resmi kaynaklarınki dışında dikkate değer. Bunların en başta geleni olması gereken soyadını dahi Kutü’l-ammare’ye izafeten alan Halil Kut Paşanın hatıralarıdır. Bu zaferi kazanan birliklerin komutanı olmasına rağmen hatıralarının güvenirliliği konusu tartışmaya açıktır. Halil Paşa’nın Irak bölgesindeki hatıraları ilk olarak bir söyleşi biçiminde Salahaddin Göngör tarafından hazırlanan Kumandanlarımızın Harp Hatıraları adlı eserde yayımlanmıştır. Önce tefrika sonra kitap halinde iki defa yayımlanan hatıratı yayınlayanların bu söyleşiden habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Hatıratın Halil Paşa’nın kendisi tarafından yazılmadığı, ona ait konuşmaların ikinci kişiler tarafından düzenlendiği, hatta eklentiler yapılmış olma ihtimali de hatırat hakkında sunulan bilgiler arasındadır. Kutü’l-Ammare hakkında dikkat çeken hatıratların başında Ali İhsan Sabis’in ki gelir. Sabis, Enver Paşa’nın amcası olmasından dolayı “Amca Paşa” olarak adlandırdığı Halil Paşa’nın bölgedeki pozisyonuyla ilgili pek olumlu kanaate sahip değildir. Kazanılan zaferin ona mal edilmesini hazmedemediğini gösteren cümleler kullanılır. Bölgedeki savaşı kendi cephesinden ayrıntılarıyla anlatır. Şükrü Kanatlı’nın Irak Muharebelerinde 3. Piyade Alayı Hatıraları ve İsmail Hakkı Süerdem’in Anılarım adıyla yayımlanan hatıraları Kut muharebelerini doğrudan anlatan hatıratlardandır.
Kutü’l-Ammare Zaferi ve Popüler Tarih
Bu zaferin unutulma ve yeniden hatırlanmasının nedenleri ne olabilir? Bir zaferin hatırlanış ve unutuluş tarihi hangi tarih çalışması veya alanı içinden ele alınabilir? Askeri tarih mi, tarih yazımı mı yoksa doğrudan ilgili olgunun tarihi dönemiyle ilgili yakınçağ vs gibi bir adlandırmayla mı? Tarihe dair bilgi ve algılarımızın oluşumunda popüler tarihçiliğin inkâr edilemez bir yeri vardır. Özellikle hakkında ciddi araştırmaların yapılmadığı, akademik ilginin olmadığı konular popüler tarihçiler vasıtasıyla işlenmektedir. İyi bir popüler tarih metni tez, monografi, araştırma inceleme vs türden eserlerin varlığı ve niteliğiyle doğrudan ilgilidir. Söz konusu olan Kutü’l-amare olduğunda tarihsel olgulardan ziyade icad edilmiş söylemin hâkim olması bu konudaki akademik çalışma eksikliğinden kaynaklı zaaftır. Aşağıda vereceğimiz örneklerden anlaşılacağı üzere zafere ve onun kutlanmasına dair söylem bilgiden ziyade dayanağı olmayan yargıları içermektedir. Özellikle zaferin 1945 bazı yazarlara göre 1950-52 ye kadar kutlandığı İngilizlerle ilişkilere ve NATO’ya girilmesine bağlı olarak İngilizlerin gücenmesini önlemek için vazgeçildiği şeklinde kaynağının kim ve nereden olduğu belli olmayan bir bilgi her geçen gün yaygınlaşmaktadır.
Yenişafak gazetesinde yapılan bir söyleşide “İngilizler gücenmesin diye kutlamayı bıraktık “Kutu”l-ammare muharebesi zaferle sonuçlanmasına rağmen bugün ortak hafızamızda maalesef yer etmiyor. Sizce neden?” sorusuna karşılık Şükrü Hanioğlu “Bu zafer, yanılmıyorsam İkinci Dünya Savaşı”nın sonuna kadar kutlandı. Tabii 1922 sonrasında ona atfedilen önem azalmıştı, ama gene de anılan bir başarı idi. Cumhuriyet ile birlikte ona atfedilen ehemmiyetin düşmesinin nedeni yeni liderlerin başarılarının ön plana çıkarılması gayretidir. Bunun yanı sıra Enver Paşa”nın bu yeni dönemde son derece olumsuz biçimde resmedilmesi de bu alanda etkili olmuştur (General Townshend”i esir alan Halil Paşa, Enver Paşa’ nın amcası idi). 1945 sonrasında Kut Zaferi”nin kutlanmasına son verilmesinde ise İngilizleri gücendirmeme yaklaşımı etkili olmuştur. Benzer bir yargıda bulunan Mustafa armağan Kutü’l-amare’nin İngilizler tarafından unutulmadığını, fakat Türklere unutturulduğunu iddia etmektedir. O da Hanioğlu gibi 1945 kadar kutlanan Kut gününden bahseder. “ İşte Kutü’l-Ammare zaferi askeriye gibi dar bir çevrede bile olsa coşkuyla kutlanırken böyle unutuldu ve zaferin 100. yılının eli kulağındayken hatırlanır gibi oldu. Velhasıl Türkiye gerçekten tarihiyle barışacaksa Kut Günü’nün hatırlanması şart.” Bu bayramla ilgili bir diğer yazıda Türkiye’nin Nato’ya üye olduğu 1952 yılına kadar bu bayramın Silahlı Kuvvetler tarafından kutlandığı yazılmaktadır.
Modern dünya yüzyıl harbe daha doğrusu zaferlere dair sözlü ve yazılı metinlerin dışında kollektif bilince hitap edecek yeni bir alan doğurmuştur. Zafer kutlamaları, yıldönümü veya on yıl, elli yıl gibi yıl arttıkça coşkunun arttığı kutlamalar yirminci yüzyılın toplumsal belleği sürekli canlı tutan ürünlerindendir. İstanbul’un fethi’in kutlanışı yüzyıllar sonrasını, modern toplumu beklemiştir. Yirminci yüzyılın başlarında yapılan kutlamalar ikinci yarısında yeniden hatırlanmış ve hala kutlanmaktadır. Sayısal ifade büyüdükçe kutlama coşkusu daha büyümektedir. Osmanlı devletinin kuruluşunun yedi yüzüncü yılı o güne kadar olmayan kutlamalara şahit olmuş ardından tarihi günlerin, yılların kutlanmasına dair birçok örnek görülmeye başlanmıştır. 29 Nisanı kut günü Kut bayramı olarak emredenlerin bu emirlerine ki bu emir bir zafer coşkusuna paraleldir. Bu coşku savunmayı savaşçılığının bir parçası haline getirmiş ordunun coşkusudur, ama ele geçirilidketn kısa bir süre sonra Kut bölgesi neredeyse bir daha hatırlanmanın göze alınmayacağı kadar Türk hâkimiyet ve hafızasından çıkmış, İngiliz hâkimiyetine girmesinden dolayı zaferin coşkusu kendiliğinden sönmüş olmalıdır. Birinci Dünya Harbi ve Milli Mücadele dönemine ait zaferlerin anma ve kutlanması için gereken miras Cumhuriyet dönemine kalmıştır, anma ve kutlamalar devrin ideolojsine uygun bir şekilde düzenlenmiştir. Kutlamalar resmi bir prosedür doğrultusunda icra edilir.. Kutü’l-ammare’ zaferinin kutlanıp kutlanmamasına dair ipucu öncelikle ordunun tören yönetmeliklerinde aranmalıdır. Acaba bunların arasında 29 Nisanın anlam ve önemine dair bir yönetmelik var mıdır?
Son olarak şunları söyleyebiliriz.. Bugün geçmişe dair söyleyeceğimiz yazacağımız her şey geçmişte söylenmiş ve yazılmışların üzerine inşadır. Bu çalışmada genel hatlarıyla baktığımızdan bahsi geçmeyen kaynaklar bulunmaktadır. Özellikle hatırat türünden kaynaklarda sürekli bir artış görülmektedir.Mevcut birikimin nicelik ve niteliği bugün söyleyeceklerimizin niteliğini belirler. Bu durumda popüler bilginin cazibesine kapılmadan akademik bilginin üretilmesine, üretilen bilgi populerize edilecekse akademik merkezden hareket etmesine dikkat edilmelidir. Yukarıda sayısını arttırabileceğimiz ve her geçen gün daha da artacağını düşündüğümüz Kutü’l-ammare zaferiyle ilgili yapılan nereye dayandığı belli olmayan yorum örneklerinde zaferin unutulması hatırlanmaması unutturan “fail bir bilinç” ile ilişkilendirilerek konu daha fazla gizemli ve duygusal bir zemine oturtularak popüler tarihe malzeme olmaktadır. Tarihin aktığı mecrada bazı müdahaleler olabileceği kabul edilse de Kutü’l-ammare Zaferi kutlamalarıyla ilgili olanları destekleyecek argümanlar zayıftır. Unutma ve hatırlama pratiklerinin tam olarak nereye kime ait olduğunu gizemli bilincin hareketi olarak yorumlamak yerine, tabii bir süreç olarak görmek denenmelidir. Üstelik bu zaferin inkılâp tarihi paradigması, ulusal ve uluslarası konjünktür dikkate alındığında esasında kutlandığı belirtilen yıllarda kutlanması pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu cepheyi görmüş romantikler veya muharipler derneği vb gibi resmi olmayan gruplar tarafından kutlamalar yapılmış olabilir.
Ahmet Özcan
****************************************************************
Doç. Dr, Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, kitapcigezgin@yahoo.com
Hazırlayanlar:Hasan Babacan-Servet Avşar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s.1
Kutü’l-Amare Kahramanı Halil Kut Paşa’nın Hatıraları, Hazırlayan:Erhan Çiftçi, İstanbul 2015, s.164.
Hazırlayan: Ceyhun Vedat Uygur, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007
Bkz. Ahmet Özcan. Türkiye’de Popüler Tarihçilik(1908-1960), Ankara 2011.
Bkz. ““ Bütüncül , Karşılaştırmalı ve Felsefî Bir Askeriî Tarih”e Doğru: Türkiye’de Askeri Tarih Araştırması ve Öğretiminin Geleceği Üzerine”, s.3-22, Osmanlı Askeri Tarihini Araştırmak: Yeni Kaynaklar Yeni Yaklaşımlar, Derleyenler: Cevat Sayin-Gültekin Yıldız, İstanbul 2012
İsmail Bilgin, İstanbul 2013.