KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. KNESSET’İN SAVAŞ AÇMA YETKİSİ VE GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ KAPSAMINDA BİR İNCELEME: İRAN

KNESSET’İN SAVAŞ AÇMA YETKİSİ VE GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ KAPSAMINDA BİR İNCELEME: İRAN

Zaza Tsurtsumia Zaza Tsurtsumia - - 6 dk okuma süresi
284 0


İran, geçtiğimiz son birkaç aydır kendi toplumu içinde yaşanan ekonomik kriz ve siyasi baskı ile halkın yönetime karşı başlattığı protestolarla karşı karşıya kaldı. Son günlerde bu durum suhuletle çözülmeye gayret edilse de İran’ın kendi içinde yaşanan kaynamanın devletin güvenlik algılarında bir değişimi beraberinde getirdi. Dolayısıyla İran yönetimi istemeyerek de olsa belirgin olmamakla beraber yumuşak bir iç siyasete başvurmak zorunda kaldı. Devletin savunma güvenlik paradigmalarının kültürel nitelikleri de içine alarak şekillendiğinden yola çıkarak dış politikasını güvenlik ve savunma üzerinden inşa eden İran, genel itibariyle realist ve rasyonel çizgileri takip etti.
Yukarıda bahsi geçen toplumsal hareketlerle yüzleştiği durumlar ve benzer olaylarda ise konstruktivist yaklaşımlar sergilemekten geri kalmadı. İran’ın öz savunma-kendine yetme anlayışı merkezinden çoğunlukla ayrılmayan her iki yaklaşım gerekli olduğu tespit edilen zamanlarda dönüşümlü hatta bazen karma politikalar şeklinde vücut buldu. Realist temelde ortaya konan politika süreçleri kapsamında İran, içyapısındaki farklılıkları gözetmeden özellikle Suriye İç Savaşı’nda söz söyleyen bir aktör yolunda hareket etmiş, bu doğrultuda Haşduşşabi olarak bilinen yapılara parasal destek sağlayarak Irak’ın askeri gücü olarak konuşlanmasına yardımcı oldu. Dolayısıyla ülkenin ekonomik kazanımlarının çoğunun bu yapının bölgede (gerek Irak gerek Suriye) etkin olabilmeleri için kullanılmıştır. Yakın zamanda İran hükümetine yönelen toplumsal hareketlerle karşı karşıya kalması da tam da bu politikasının sonucu olarak açıklanmaktadır. Diğer taraftan nükleer program dâhilinde uranyum zenginleştirmesi çabaları İran’ın bugüne kadar maruz kaldığı BM kararlarıyla alınmış ambargoların uygulanmaya konmasına sebep oldu. Hal böyle iken İran, kendi içinde çok etnili devlet olmasının dezavantajını bütün bu politikalarının birikimiyle daha şiddetli yaşamaya başladı. İran’ın devlet geleneği ve toplumunun bir arada tutmak için araçsallaştırdığı ve dolgu malzemesi olarak kullandığı Şiilik, etkinliğini kaybetmeye başladı.
Uluslar arası ilişkiler çalışanlar bilir ki İran’ın dışarıdan müdahaleye kapalıdır. Bir başka deyişle global aktörlerin İran içerisinde manipülasyonlarına cevap alacağı bir muhalefet kanadı olmamıştır. Ya da uygulanan manipülasyondan belirli tarihler haricinde etkilenmemiştir. Velayeti Fakih anlayışı kendi içinde Şii mezhebi temelinde buna engel olabilen etkin bir hiyerarşik bir yapı olmuştur. Ancak durum son zamanlarda bu hipotezi yanlışlamaya yönelik birçok olayı İran devletine alışık olmadığı şekilde yaşatmaktadır. Bütün bu iç karışıklıklarının üzerine İsrail Başbakanı Netanyahu’nun İran’ın gizli bir nükleer program yürüttüğü iddiası ile ABD’yi de yanına alarak 2 Mayıs 2018’de dünya kamuoyuna yaptığı açıklamalar İran için yeniden dış tehditleri gündeme getirdi. Dünya toplumu tarafından şov olarak kabul gören kanıtlarla yapılan açıklama İran’ın zamanı geldi mi? sorusunu akıllara getirdi.
2015’de BM Güvenlik Konseyi beş daimi üyesi ve Almanya’nın imzaladığı nükleer anlaşma ile ilgili kararını 12 Mayıs’da açıklayacağını belirten ABD Başkanı Trump haricinde dünyadan destek almayan bu kanıtlardan daha önemlisi hazır Suriye’den çekilme planları yapan ABD’nin bir başka cephe açma yolunda hareket ediyor olma ihtimalidir. İsrail’in Knesset’ini ve Netanyahu’sunu desteklemesinin altında yatan asıl sebebi, klasik bir yaklaşımdan daha öteye bir tez ortaya koyarak şöyle ifade edebiliriz: ABD’nin Avrasya’ya oradan da Asya-Pasifik’e doğru kayan dış politika ekseninin giriş kapısı İran olacaktır. Obama’nın dışişleri bakanlığını yapan Clinton’ın Cumhuriyetçiler tarafından göz ardı edilmeyen bu manidar dış politika hedefi uygulanmaya konulmuştur demek doğru olacaktır.
Netice itibariyle demokrat ya da cumhuriyetçi her ABD birinci görevi, ABD’nin çıkarlarını korumak üzere kurgulanmıştır. İran Avrasya’nın giriş kapısı olmanın haricinde Rusya’yı çevreleyecek önemli bir coğrafi aktördür. İran’ın bu durumda güvenlikleştireceği konu kuvvetle muhtemeldir ki en sert milliyetçi söylemlerle İran’ın yani vatanın korunmasında her İranlının aynı doğrultuda ve aynı algı ile hareket etmesi gerekliliği olacaktır. Ancak İran bu söylemi zaten Şiilik üzerinden bugüne kadar sürdürmüştür. Gözden asıl kaçan, Fars milliyetçiliğinin olduğundan daha sert bir şekilde pazara sürülme ihtimalidir. Şayet, İran bu stratejik hatayı uygulamaya koyarsa ya da mevcut milliyetçi söylemleri devam ettirirse toplumsal bölünmenin hızını birkaç kat daha arttıracak ve yine dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmadan kendini imha yolunda çaba sarf eden nadir bir devlet olarak tarihte yerini alacaktır.

Deniz ALTINSOY / KAFKASSAM Uluslararası Hukuk Uzmanı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir