KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. “Kayıp Şark’ın Peşinde

“Kayıp Şark’ın Peşinde

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 12 dk okuma süresi
401 0

“Kayıp Şark’ın Peşinde kitabı, yazarın İslami hareketler, Afganistan, İran, Orta Asya hakkındaki çalışmalarının zeminini merak edenler (daha doğrusu, yazarı tanımak isteyenler) için okunması gereken bir eser.”

Oliver Roy, Kayıp Şark’ın Peşinde, çev. Haldun Bayrı, İstanbul: Metis, 2015.

Fransız uluslararası ilişkiler uzmanı olan Oliver Roy (doğumu: 1949), siyasal İslam, çağdaş Afganistan ve Orta Asya araştırmalarıyla tanınıyor. Elimizdeki kitap kendisiyle yapılan uzun bir söyleşiden oluşuyor. Bu kitabın en büyük faydası Oliver Roy’u bir parça anlamamıza yardım etmesi. Oliver Roy, Fransa’da, 1968-69 yıllarında sol hareket içinde aktif, hatta militan bir şekilde bulunmuş. Solculuğu ona gittiği Şark ülkelerinde fayda sağlamış; yerel aydınlarla kolayca kaynaşmış. Türkiye’ye ilk defa 18 yaşında, otostop çekerek gelmiş. Hatta bir defasında Türkiye’deki emperyalizm karşıtı bir gösteride yer almış. Sonra aynı yolla Afganistan’a kadar uzanmış. Tabii, o yıllarda nisbî bir güvenlik vardı. İlk evliliğini kendisiyle beraber Afganistan’da bulunan bir hanımla yapmış; ikinci evliliğini Türkiyeli, Şırnak’tan Süryani bir ailenin Fransa’da yetişen bir kızıyla yapmış.

Roy’un maceracı, risk almayı seven yaratılışta, yaramaz bir Avrupalı genç olduğu anlaşılıyor. Bir parça meşhur Macar seyyahı Arminus Vambery’yi hatırlatıyor. Onun yolu da Türkiye’den geçmiş, bir derviş kılığına girerek hiçbir Batılının gidemediği Buhara Hanlığı’na kadar uzanmış. Rus işgalinin hemen öncesindeki bu seyahatinin sonuçlarını İngiliz Dışişleri ile paylaşmış. Ayrıca, Orta Asya hatıralarını iki ayrı kitap halinde yayınlamış. Vambery, belli bir misyonu üstlenerek mi gitti, yoksa bu riskli yolculuktan sonra elde ettiği verileri mi paylaştı pek anlaşılmıyor. Kendi ifadesine göre sonradan intisap etmiş İngiliz kurumlarına.

Oliver Roy, İran-merkezli bir eğitim alıyor. Fars medeniyeti tarihi üzerinde çalışıyor. Farsça dersleri alıyor, fakat bu işte pek marifetli olmadığı anlaşıyor. Türkçe, Kürtçe ve Çince öğrenme girişimleri hep yarım kalıyor. Farsçayı (aslında Afgan şivesini) sahada öğreniyor. İranlılar onun Afgan aksanını “köylü” buluyorlar.

Yazar, 1980-1988 arasında Afganistan’a uzun süreli seyahatler yapıyor; Sovyetlere karşı savaşan Afgan direniş hareketinin içinde bulunuyor. Hızlı bir solcu olan Oliver Roy’un resmî görevler de üstlenerek Afganistan’a gitmesi bir çelişki gibi görünüyor. Yazar bu konuda açık bir şey söylemiyor. Ama diplomatlarla ve gizli servis elemanlarıyla olan alakasını gizlemiyor (s. 104, 128).

Sahada bizzat aktif bir şekilde bulunmuş olan Roy’un gözlem ve analizlerinden oluşan Afganistan kitabı (Afghanistan: Islam et modernité politique, Seuil 1985), Batılı ve Rus istihbaratçıların el kitabı olmuş. Kitap önce CIA tarafından İngilizceye çevrilmiş (İngilizcesi: Islam and Resistance in Afghanistan). Bundan hemen sonra kitap Sovyetlerde KGB tarafından sivil ve askeri kadroların bilgilendirilmesi amacıyla Rusçaya tercüme edilmiş. Roy, bu sayede Fransız Dışişlerinin dikkatini çekmiş, Savunma Bakanlığı ona 2 yıllık bir burs bağlamış (s. 113). Bu sırada Sovyetlerin Afgan mücahitleriyle mücadelesi devam etmekteydi. Batılı gözlemcilerin çoğu bu mücadeleyi Sovyetlerin ezici bir güce sahip olduğundan emindi. Ama Roy, farklı şeyler söylüyordu. “Hayır, Sovyetler hiç de öyle amansız bir savaş makinesi değil; Askerlerde şevk yok, askeri mekanizma işlemiyor. Kızıl Ordu kâğıttan bir kaplan” diyordu (s. 114). Batılı askerlerden bazıları onun söylediklerini ciddiye alıyorlar. Mücahidlerin desteklenmesi konusunda onun analizlerinden yararlanıyorlar.

Sovyet Müslümanları konusunda uzman olan Aleksandr Bennigsen, sahayı tanımasa da Oliver Roy’un görüşlerini takdir ediyor (s. 115). Bennigsen, sahaya gidememişti ama uzaktan da olsa kendine has bir analiz sistemi geliştirmişti. Bunu Sovyetlerde yerel dillerde yayınlanan gazetelerin satır aralarını okumak, Batı’ya sığınan Sovyet sığınmacılarıyla görüşmek suretiyle yapmıştı. Orta Asya ve Kafkasya’da İslamın durumu hakkındaki tahlillerini bu sayede bina etmişti.

Roy, “ılımlı İslam” tabirini kendisinin icat ettiğini söylüyor (s. 116). O zaman Cemaat-i İslami’nin reisi Burhaneddin Rabbani’yi ılımlı İslamcı olarak takdim ediyor. Yazar ılımlı İslamla ortak bir anlaşma zemininin bulunabileceği görüşünde; Tunus’daki an-Nahda Partisi ve Türkiye’de AK Parti hususunda bu görüşünü hâlâ koruduğunu söylüyor (s. 116).

Roy’un 1992’de yayınladığı L’échec de l’Islam politique (Siyasal İslamın İflası) kitabı da epey bir tartışmaya sebep oluyor. Bu tarihten itibaren 5-6 yıl boyunca Tacikistan’da bulunup oradaki iç savaşı gözlemleme imkânı buluyor. Roy, 1997’de Sovyet dönemi Orta Asya’sındaki fikrî, siyasî ve toplumsal ilişkileri ele alan önemli bir araştırma yayınlıyor: La Nouvelle Asie centrale ou la fabrication des nations (Türkçesi: Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, çev. Mehmet Moralı, İstanbul: Metis, 2000). Bu eserde Orta Asya cumhuriyetlerinin Sovyet dönemi ve sonrasını ele alıyor. Üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına ve önemli değişimler yaşanmış olmasına rağmen bu kitaptaki analizler hâlâ geçerliliğini koruyor. Kısmî bazı araştırmalar yayınlanmış olsa da, bu çapta bütüncül bir eser ortaya konulamadı.

Söyleşide Roy, Orta Asya cumhuriyetlerinin yaratılması konusundaki görüşlerini tekrar dile getiriyor: Orta Asya’da Rusların rolü elbette bir sömürgecilik olayı idi. Bölgenin ele geçirilmesi, Rusçanın egemen dil olması, iktisat politikalarının Moskova’nın talimatıyla belirlenmesi gibi durumların hepsi sömürgeciliğin yansımalarıydı. Avrupa kökenliler (“Beyazlar” diyor yazar) Sovyetlerin her tarafında göreve atanırken, Orta Asyalılar sadece kendi cumhuriyetleri içindeki görevlere atanabiliyorlardı. Orta Asya cumhuriyetlerindeki hemen her şey, her davranış Moskova’dakinin bir kopyası gibiydi. Yerel yöneticilerin davranışları, kabul merasimleri, T şeklindeki masalardaki küçük toplantıları vesaire hep aynıydı. Fakat onların bir de evlerindeki (bir dereceye kadar) geleneksel hayat tarzı vardı. Bu da devam ediyordu; yer minderlerinde oturulup yağlı pilavlar yeniyor, yerel dilde (ama yer yer Rusça kelime ve cümleciklerle de karıştırılarak) konuşuluyordu (s. 190).

Roy’un bir önemli tespiti daha var: Sovyetler Türk birliği veya İslam birliği eğilimlerini ezeyim derken yeni uluslar yaratmıştı. Aslında Sovyetlerin niyeti modern uluslar yaratmak değil ve tehdit olarak algıladığı Türklük ve İslamlık ideallerini yok etmekti (s. 190). Yaratılan yapay kimlikler zaman içinde Rus kültürü içinde eriyip kaybolacaktı. Ama öyle olmadı; yapay kimlikler zamanla gerçek, ulusal kimlikler halini aldı. Kısacası, Sovyet Orta Asya’sında niyetle sonuç, başarı ile başarısızlık iç içe geçmiş durumdaydı. Sovyetler eski sosyal yapıyı ve kimlikleri önemli ölçüde yıkmayı başardı. Sovyetlerin toplum mühendisliği de bir dereceye kadar amacına erişti. Ama arzu edilmeyen gelişmeler de oldu, yerel milliyetçilikler, ulusal kimlikler gelişti.

Orta Asya’nın yerel yöneticileri Sovyetlerin çöküşüne sevinmediler; bunu bir fırsat olarak görmediler. Tersine, bunu arzu edilmeyen bir durum, bir travma olarak algıladılar. Yeni (bağımsız) dönemde Sovyet alışkanlıklarını devam ettirdiler. Otoriterlik ve devletçilik anlayışını sürdürdüler. Sovyet rejimi ortadan kalktı fakat onun mirası devam etti. Sömürgecilerin dikte ettirdiği tarih yazımında pek bir değişme olmadı. Kahramanlar hâlâ Sovyet kahramanlarıydı. Ufak-tefek rötuşlar omakla birlikte tarih yazıcılığı esas olarak Sovyetlerin sistemleştirdiği temeller üzerinde yürüdü. Ruslar sahneden çekilse de Rus dili egemenliğini sürdürmedi. Bağımsızlıktan 1993 yılına kadar görece bir özgürlük oldu; hemen her tarafa gidilebiliyordu, fakat çok geçmeden bir kapanma, geçişsizlikler durumu hakim oldu. Giderek yükselen otoriter güç sivil toplumun üstüne çöktü (s. 191)

Roy’un Putin hakkındaki değerlendirmesi de dikkate değer: “SSCB’nin yarattığı derin travma hesaba katılmazsa, Putin’i anlayamazsınız. Putin tam bir hayalettir, geriye dönüş mümkün olmasa bile bir Sovyet hayaletidir.” (s. 192).

Sonuç olarak, Kayıp Şark’ın Peşinde kitabı, yazarın İslami hareketler, Afganistan, İran, Orta Asya hakkındaki çalışmalarının zeminini merak edenler (daha doğrusu, yazarı tanımak isteyenler) için okunması gereken bir eser. Ama çevirinin birçok kusurla malul olduğunu ve okuyucunun yer yer anlaşılmaz ifadelerle boğuşmak zorunda kalacağını da belirtmek gerek. Bir söyleşinin bu kadar anlaşılmaz olması yazardan kaynaklanmış olamaz; tercümeden kaynaklanan sorunlar olduğu açık. Bazı yerler hiç anlaşılmıyor; “Google translate” kıvamında cümleler var (mesela s. 66, 68). “22 yaşında (1972’de) doçentliğe kabul edildim” (s. 59) cümlesinde sözü geçen doçentlik bizim bildiğimiz doçentlik olmasa gerek (maalesef, Metis’teyayınlanan Oliver Roy kitaplarının biyografi kısmında yer alan bir yanlış bu). İşin doğrusu başka: O. Roy, o tarihte sadece yüksek lisansını tamamlamış.

Prof. Dr. Ahmet KANLIDERE
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/tartisma/item/407-orta-asya-uazmani-oliver-roy-ve-entelektuel-macerasi

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir