KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Katar Meselesi!

Katar Meselesi!

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
359 0

Suudi hanedanı merkezli bir Körfez krizi, ansızın dünyanın gündemine oturunca, kimilerinde şaşkınlık, kimilerinde üzüntü, kimilerinde ise sevinç yaratmış oldu…

Aslında yaşanan hadise; çok karmaşık bir geçmişin, nihayetinde bugünlerde su yüzüne çıkmasından ibarettir…

***

Suriye üzerinde oyun oynanmak için Amerika Birleşik Devletleri ve Siyonist İsrail tarafından yazılan senaryonun baş aktörleri olarak rol verilen Suudi hanedanı ve -bende-i fakirin her seferinde tavsifiyle- “cüce devlet” Katar, rollerini seve seve oynamaya başlamışlardı…

Tabii ki, oynadıkları rolün temel kaynağı petro-dolarlar olmasının yanı sıra, Suriye içine doldurmaya başladıkları Vahabi-Selefi zihniyetinin en uç kısmındaki vahşi teröristler de, o günkü şartlarda bunlara başrol oynamakta fazlasıyla katkı yapıyordu…

***

Suriye’deki Beşşar Esad rejimini devirip yerine kuracakları Vahabi-Selefi güdümündeki yeni bir Sünnî devlet, kesinlikle bunların peyki olacaktı…

Amaçları buydu…

***

Bunun yanı sıra…

Suriye’de “Bir Sünnî devlet” kurarak kendi koltuğunun altına aldıktan sonra uydusu durumuna getirmek isteyen ve tam da fırsatken, 15 yıldır silahların gölgesinde tarumar edilen Irak’ın da yedekleneceğine inanan ve son tahlilde bölgenin lideri olacağı hesaplarını yapan bir de Tayyip Erdoğan faktörü vardı. Ki, bu faktör, tam da o günlerde Suudi – Katar ortaklığının ekmeğine yağ sürüyordu…

Hülâsa edersek…

Ne Suudi – Katar ortaklığının, ne de Tayyip Erdoğan’ın hayâlleri gerçekleşmedi…

Kısa sürede defterini düreceklerini düşündükleri Beşşar Esad ve etrafındakiler, gerçekten de çok çetin ceviz çıktılar.

Önceleri İran ve Hizbullah’ın katkılarıyla en az yüz ülkeden gelen ruh hastası sapık teröristlerin karşısında amansız bir savaş verdiler…

***

Zaman ilerledikçe…

ABD – Siyonist İsrail mamulatı bu sapık teröristlerin, hem Suriye ve Irak içindeki hem de başta bizim ülkemiz olmak üzere Fransa, İngiltere ve diğer Batılı ülkelerde gerçekleştirdikleri vahşi cinayetler, dünya kamuoyunun nefretini toplamaya başladı…

Hal böyle olunca; başlarda dünya kamuoyunda yer bulan “katil diktatör Esad” imajı, zaman geçtikçe “sapık katillere karşı ülkesini savunan meşru devlet başkanı Esad”a dönüştü…

***

Ve bir başka gerçek…

Suriye savaşının kaderini değiştiren en önemli faktör ise, ta en başlarda, bende-i fakir dikkat çekmiştim:

“Suriye, Rusya’nın Akdeniz’deki son kalesidir. Suriye’nin düşmesi, Rusya’nın Akdeniz’den silinmesi anlamına gelir. O yüzden boşuna heveslenmeyin; Rusya Suriye’yi kimseye yedirmez…”

Ve aynen öyle oldu, yedirmedi de…

***

Rusya’nın devreye girmesiyle birlikte; Suriye üzerine yapılan hesapların hiçbiri tutmadığı gibi; başrol oyuncuları da birer birer figüranlığı düştüler…

Önce tenzil-i rütbe…

Sonra senaryodan tamamen silinme…

***

Bir zamanlar, bir İngiliz gizli şirketine on milyonlarca dolar teklif ederek Libya’dan “kimyasal silah” çaldırıp, Şam yakınlarında, Ukrayna vatandaşı bir Ermeni’nin de Rusça bağırıp çağırması eşliğinde “kimyasal bomba” attırmak ve işi Rusya’nın üstüne yıkmak isteyen “cüce devlet” Katar iken…

İlerleyen zamanda işin vahametini ve yapılan yanlışların çok pahalıya mal olacağını anlayan da yine Katar oldu ve Suriye’den el eteğini çekmeye başladı…

***

Fazla teferruata girip yazıyı uzatmak istemiyorum.

Arada düşürülen uçak nedeniyle yaşanan Türkiye – Rusya gerginliği, bir müddet sonra Suriye’de işbirliğine dönüştü ve Rusya, Türkiye ve İran masaya oturarak Suriye meselesine siyasi çözüm aramaya başladılar…

İşin başından beri bu savaşı kazanmak ve emellerine ulaşmak için milyarlarca dolar harcayan Suudi hanedanı, sahada ve masada yer alamadı… Bu bir yok oluştu ve despotik hanedan adına büyük bir hezimet ve büyük bir hüsrandı…

***

Amerika Birleşik Devletleri başkanı Donald Trump, ilk ziyaretini Riyad’a yapınca…

Bunlar hüsranı falan unuttular…

Başkan Trump, “sağmal inek”(1) gibi gördüğü Suudi hanedanını hemen sağmaya başladı… 10 yılda 350 milyar dolarlık bir silah anlaşması imzaladılar. Bu rakamın 110 milyar dolarını da hemen devreye sokacaklarını açıkladılar.

Geçtiğimiz yıl da Barack Obama yönetimiyle 90 milyar dolarlık silah anlaşması yapmışlardı… ABD, o anlaşmanın hemen akabinde İsrail’e 38 milyar dolar askeri yardım olarak hibe etmişti…

Görünüz ki, kimin parası kime gidiyor!

***

Sonuca doğru gelirken…

Bütün bu yaşananların verdiği hezimetin acısı, Katar şeyhinin bir anlık gafletiyle söylediği sözlerin gün yüzüne çıkmasından sonra; hedef tahtasına oturtulan Katar’dan çıkarılmak istendi…

Yenilmişliğin, ezilmişliğin dışavurumuydu bu…

***

Burada bir haşiye açmak istiyorum…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar’a sahip çıkmasını, askerî üsle ilgili tasarının TBMM’den geçirilmesini ve bölgeye güçlü bir mesaj verilmesini, âcizane doğru buluyor ve destekliyorum…

***

Bir başka husus da Suudi hanedanlığının İran ve Şiî düşmanlığıdır…

Vahabi – Selefi zihniyetinin, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları tekfir etmeleri, kafa kesip toplu katliam yapmaları herkesin malumudur…

Deniyor ki, bunlar Şiî inancına düşmandırlar, o yüzden Şiîlerle veya İran’la ilişkisi olan herkesi dışlamakta bir beis görmüyorlar…

Hatta Şiî Husîlerin başına bomba yağdırıyorlar…

Çoğunluğu Şiî olan Bahreyn halkını tanklar altında ezdiler…

Kendi sınırları içindeki Şiî nüfusa katliam uyguluyorlar…

Buraya kadar anlıyor ve ne olduğunu biliyoruz…

Da…

Pekâlâ…

Genelde Filistin halkının tamamı, özelde de Hamas da mı Şiî?

Terörist ilan ettikleri ve General Sisi’ye terörist olarak kabul ettirdikleri İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) de mi Şiî…

Yemen’de Husîlerle birlikte demokrasi için hareket eden Sünnî Müslümanların başına neden bomba yağdırıyorlar?

***

Mesele derindir ve çok boyutludur…

Perde önündekiler, perde arkasındakiler…

CIA’ler, MOSSAD’lar, El Muhaberatlar…

Senaryolar…

Oyunlar…

Oyun kurucular…

Aktörler…

Figüranlar…

Tek amaçları var:

Müslümanı Müslümana kırdırmak…

Ve kırdırıyorlar da…

(1): Suudi Arabistan için “Sağmal inek” tabirini, 21 Mayıs 2017 tarihinde Tahran Radyosuna verdiğim röportajda ilk olarak ben kullandım. Bu tabir, bilahare İran Dışişleri bakanı Zarif ve daha sonra da Dinî Lider İmam Hamanei tarafından kullanıldı… Sözün müellifi bende-i hakirdir…
Cahit Kılıç

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir