KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Kasım Süleymani’nin hüküm sürdüğü alan

Kasım Süleymani’nin hüküm sürdüğü alan

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
323 0

Irak’taki fiili otorite, göstericilere gerçek mermiler ile karşılık vermeye geri dönerken, Lübnan’daki kolu ise ülkedeki siyasi çevrenin koşullarına, halk hareketinin doğasına daha uygun farklı bir taktik seçti.

İran ile sınırdaş ve onunla birlikte büyük bir Kürt varlığını paylaşan Irak, siyasi olarak açıkça Şiiler tarafından yönetiliyor. Öte yandan Kasım Süleymani’nin (İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı) atadığı ve efendilerinin istediğini yerine getiren bu yönetici grubuna karşı ayaklanan halk hareketine liderlik edenler de Iraklı Şiiler. Dolayısıyla Mollalar rejimi ve Devrim Muhafızları’nın, İran halk hareketini bastırmak için başvurdukları metodun aynısının Irak’ta da kullanılması şaşırtıcı değil.

Irak’ta başvurulan metot ile Lübnan’da başvurulanı birbirinden ayıran bir başka unsur, Irak’a yönelik uluslararası pozisyonun her şeyden önce ABD’nin pozisyonuna göre belirleniyor olmasıdır. İyi bilindiği gibi, 2003 yılından sonra Irak’ta en büyük role sahip uluslararası güç ABD’dir. Teorik açıdan, kendisi ile -şu ana kadar- Bağdat’ta siyasi karar mekanizmalarına ve güvenlik alanına egemen olan bölgesel güç İran arasında bir husumet bulunmaktadır. Bu yüzden, İran’ın Irak içerisinde yaptıklarını, Washington’a karşı bir şantaj, bölgesel hegemonyası kapsamında kendisine en yakın alanı koruma çabası dışında okumak ve görmek mümkün değildir.

Lübnan’da ise durum daha farklı. Ülkeyi, Lübnanlı uzantısı ‘Hizbullah’ aracılığıyla İran’ın yönettiği doğru. Aynı şekilde Hizbullah’ın kendi adayının cumhurbaşkanı olmasını sağlayarak, kendisine bağlı ve boyun eğen bir meclis için istediği seçim yasasını dayatarak anayasal bir biçimde yönetimi ele geçirme sürecini tamamladığı da doğru.

Bütün bunlar doğru. Ancak ilk olarak, Irak’ın aksine Şiiler, Lübnan nüfusunun büyük bir çoğunluğunu oluşturmuyorlar. İkincisi, Fransa hala ülke içinde bir kültürel-mezhepsel bir role sahip. Bu rol, bugün siyasi olarak kayboluş yaşayan bazı Hristiyan dini gruplar ile arasında bir hami ve koruyucu ilişkisi kurmasına olanak tanıyor.

Aslında Fransa her zaman, Lübnanlılara özellikle de Hristiyanlara, şefkatli ve sevecen anneleri olduğunu, onlardan vazgeçmeyip zamanın felaketlerine karşı koruyacağını, daha kurulmadan önce Lübnan’ı bir vatan olarak tanıdığını hatırlattı.

Zaten bugünkü Lübnan’ın haritası ve sınırları da Fransa tarafından çizildi.

Bunun yanısıra, Ayetullah Humeyni’nin de kendisine sığındığı Fransa, Lübnan iç savaşı (1975-1990) ve sonrasında Suriye-Lübnan güvenlik organının baskıları arttığı dönemlerde Raymond Eddé’den Emin Cemayel ve son olarak Mişel Avn’a birçok Hristiyan Lübnanlı lider için de bir kaçış yeri oldu. Öte yandan Fransa’nın, özellikle Refik Hariri, sonrasında da istifa eden Başbakanı Saad Hariri aracılığıyla ‘Haririn akımı’ ile de hep özel bir ilişkisi oldu.

Lübnanlıların kendilerine arzu edilen çözümü taşıyacağını hayal ettikleri CEDRE (Sedir) Konferansı’ndan önce bile Fransa’nın, mevcut yönetim sistemini desteklediği bir sır değil. Hatta Fransa, Hariri’yi, Mişel Avn’ı cumhurbaşkanı yapan ve bir felaket olan ‘cumhurbaşkanlığı uzlaşısına’ katılmaya teşvik etmekle kalmadı, aynı zamanda Hizbullah ve Avn’ın hiçbir zaman kabul etmedikleri Taif Anlaşması’na karşı gerçekleştirdikleri darbeye karşı sessiz kalmaya da teşvik etti.

Şimdi de Fransa, Lübnan halk hareketini boğma çabalarında aktif bir rol oynuyor. Fiili olarak iki Şii güç Hizbullah ve Emel Hareketi tarafından yönetilen, yine fiili olarak Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in başbakanı olduğu bir hükümetin kuruluş sürecini hızlandırmaya çalışıyor.

Lübnanlılar ve onların yanısıra Fransa ile ABD yönetimleri, Lübnan’da neler olup bittiğinin farkında. Herkes gerçeği çok iyi biliyor. Hatta akıllı Lübnanlılar, İran’ın bir süredir aynı anda birden fazla kart ile oynadığının farkındalar.

Bu kartların en önemlileri;

– Uzun süreli kalıcı göçün artmasıyla Hristiyan nüfus gittikçe gerilerken, Lübnan’da en yüksek nüfus artışı oranının Şiiler arasında olmasının ortaya çıkardığı demografik-coğrafi kart.

– Hizbullah’ın güvenlik alanındaki hegemonyasının sağladığı finansal- ekonomik kart. Bu da Hizbullah’a, Lübnan’da ekonomiye ve emlak sektörüne egemen olma projesi için koruyucu ve elverişli bir ortam sunuyor. Lübnanlıların kalabalık bir şekilde bulundukları ülkelerdeki Hizbullah’ın açık ve gizli ekonomik faaliyetleri ve bu ülkelerden yapılan düzenli para transferleri de bunu destekliyor.

– Tahran’ın, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de Beşşar Esed rejimi ve Rusya’nın doğrudan desteği ile kendisini Ortadoğu’daki Sünni çoğunluğa karşı ‘azınlıklar ittifakının’ koruycusu ilan etmesiyle elde ettiği mezhepçi kart. Gerçekten de İran, DEAŞ’ın ortaya çıkmasında ve finanse edilmesinde, Suriye devriminin ilk dönemlerinde hedef alınmamasında şüpheli bir rol oynadı. Suriye’de 12 milyon, Irak’ta en az 5 milyon Sünninin tehcir edilmesini haklı göstermek için Sünnilerin şeytanlaştırılması ve zayıflatılması, Halep, Humus ve Musul gibi büyük medeniyet merkezlerinin yıkılmasına gerekçe olarak DEAŞ’ın kullanılmasında önemli bir rol oynadı.

– Obama yönetimi, Rusya ve Avrupalı güçler ile imzaladığı nükleer anlaşmaya yatırım yapması, bölgede Mollalar rejiminin politikalarına ve Şii Hilali adındaki bölgesel projesine karşı olan cepheyi bölme çabaları aracılığıyla elde ettiği uluslararası şantaj kartı.

– İlk olarak 2006 yılında, daha sonra 2011’de İsrail-İran çatışmasının, bir ‘sınır çatışması’ olduğunun ortaya çıkması ile elde ettiği İsrail ile kesişen çıkarlar kartı. İran-İsrail çatışması, hiçbir zaman direnişçilerin bizleri inandırmaya çalıştıkları gibi iki ülkenin de ‘varlıklarına yönelik bir çatışma’ değildi.

Her ne kadar başbakanlık makamı, kendisine dil uzatılması, saygısızlıkta ileri gidilmesi, marjinelleştirilmesi nedeniyle Taif öncesi marjinal durumuna geri dönmeye başlamış olsa da yarın (pazartesi) eğer beklenmedik bir süpriz yaşanmazsa, hükümeti kurması için yeni başbakan görevlendirilecek.

Yine yarın, beklenmedik bir süpriz olmazsa Lübnanlılar, ‘teatral’ bir şekilde gerçekleştirilecek meclis istişarelerine tanık olacaklar. Aslında hükümetin istifasından hemen sonra yapılması gereken bu istişareler, Cumhurbaşkanı, anayasaya aykırı olarak zorunlu istişareleri başlatmadığı için 5 haftayı aşkın bir süre gecikti. Yeni hükümette yer alacak isimler önceden belirlenmiş ve kendisine dayatılmış olsa da yarın, başbakanın adı açıklanacak ve resmi olarak hükümeti kurmakla görevlendirilecek.

Yarın her şey Hizbullah’ın, Lübnan içinde ve önemli dünya başkentlerinde hegemonyasına karşı sessiz kalanların istediği gibi giderse; halkını aşağılayan, geçim derdini ve sıkıntısını küçük gören siyasi seçkinler sınıfı, insanların taleplerini ve şikayetlerini görmezden gelecek. Aç çocukların ağlamalarına, yaşlıların iniltilerine, babalarını kaybeden ailelerin acılı çığlıklarına kulaklarını kapayacak.

Bütün dünyanın susmasından ve çocuklarının göç etmekten vazgeçmesinden başka bir şeyi istemediği bir ülkede, kurtarılması mümkün olanı kurtarmak için önünde duran son fırsatı da elinin tersiyle itecek.
İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir