Önümüzdeki zamanlarda Putin ve Erdoğan arasında geçecek olan görüşme derin siyasi anlamlara sahip olacak. Özellikle de dünya siyasetinin “büyük liginde” oynama sanatını sergileyebilen ve münavebe ile ABD ve Rusya liderleriyle kişisel iletişim kurabilen Türkiye lideri için! Erdoğan, Washington’a gidip Trump ile pazarlık yaparak diplomatik bir keşif gerçekleştirdi. Peki artık ne olacak?
Türkiye bir kez daha büyük bir siyasetin merkez üssünde. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in Ocak aynın ilk haftasında Türkiye’yi ziyaret edebileceğini söyledi. Aynı zamanda bu bilgi Rusya devlet başkanı basın sözcüsü Dmitriy Peskov tarafından da onaylandı ve bu görüşmenin kişisel temaslar için iyi bir fırsat olacağını söyledi.
Böyle bir görüşme Türk Akımı Projesi’ndeki çalışmaların da tamamlandığını gösteren bir işarettir. Zor bir geçmişi olan bu projenin uygulanması beş yıl sürdü. ‘Foreign Policy’de yazıldığı gibi ABD, Türkiye ve Rusya’nın bölgede ticari ve jeopolitik kazançlar elde etmesini istemediği için projeden önce birçok engel çıkarmıştı. İttifak halinde olan Moskova ve Ankara, Orta Doğu’da büyük bir güç haline geliyor. Bu ittifakla iki ülke sadece ticari konumlarını güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda Atlantik’in iki tarafında da bulunan müttefiklerle oluşan mühim bir kriz durumunda jeopolitik önemlerini de artmış oldu. Elbette Rusya, Gazprom’un Avrupa’nın güneyine inmesini engelleyen Ukrayna topraklarını atlamasına izin veren konumunu da güçlendirmiş oldu.
Öyleyse, Türkiye’de gerçekleşecek olan bu görüşme her iki taraf için de önemli siyasi anlamlara sahip olacak. “Özellikle de dünya siyasetinin “büyük liginde” oynama sanatını sergileyebilen ve münavebeyle ABD ve Rusya liderleriyle kişisel iletişim kurabilen Türkiye lideri için! Erdoğan, Washington’a gidip Trump ile pazarlık yaparak diplomatik bir keşif gerçekleştirdi.”
Erdoğan, Suriye’nin kuzeyindeki durumu ve Rus S-400’lerin satın alınma müzakereleriyle ilgili önemli başlıkları ortaya atarak kendine özgü kartlarını oynamayı denedi.
Gerçek şu ki, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da belirttiği gibi “Türkiye bu zamana kadar kendi hava savunma sistemlerine sahip değildi” ve “bizim isteğimiz üzerine Hollanda, İtalya ve İspanya Patriot sistemlerini Türkiye’de kurdular.” Çavuşoğlu’na göre; “Önce kurdular sonra kaldırdılar fakat sonra tekrar kurdular. Bu da bizim artık bir hava savunma sistemine sahip olmamız gerektiğini gösteriyor.” Ankara bu nedenle Rus S-400 satın alma kararına sıcak bakmıştı.
Lakin şimdi, Türkiye’ye yönelik herhangi bir dış füze tehdidinden şartlı olarak bahsedebiliriz. Dolayısıyla Türk gazetesi Milliyet, Rus S-400 satın alınması hakkında şu ifadelere yer vermiştir: “Bu yalnızca dış poltikada bağımsız karar alabilme becerisi ve istekli davranmanın göstergesi değil, aynı zamanda müttefiklerle eşitlik temelinde ve ulusal menfaatleri göz önünde bulundurarak iletişim kurmalarına bir işarettir.”
Lafı daha basit anlatmak gerekirse, “Türkiye’nin ilk hedefi hava savunmasını sağlamak değil, Washington’un Suriye Kürtlerine yönelik politikasındaki değişiklik ve Kuzey Suriye ile ilgili meseleler.”
Trump, Erdoğan ile yaptığı son basın toplantısında, iki ülke arasındaki ilişkilerde krizin tek ve asıl sebebi S-400müş gibi konuştu. Fakat Washington, Moskova ve Ankara ilişkilerine saldırırken aynı zamanda Kürt sorununu Rus hava sistemleriyle gündeme getirmiştir. Fakat Erdoğan zeki bir politikacı olarak böyle bir oyunu fark etti. Ne de olsa Erdoğan,Türk uzmanların da yazdığı gibi, S-400’ün ‘ambalajını çıkarmamak’ yani Rus sisteminin operasyonel kısımlarını aktive etmemek için Kürtlere imtiyaz vermeye hazırdı. Bu plan suya düştü ve cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın bütün yaptırımlara rağmen Türk Akımı Projesi’ni terk etmediğini söyleyerek S-400’ün alınmasının reddedilmeyeceğini söyledi. Washington ve Ankara’nın bölgede birbiriyle uyuşmayan hedefleri olduğu ortaya çıktı.
Formül basit: Washington, Suriye Kürtlerini İŞİD ile mücadelede mühim bir güç olduğunu resmen açıklamaya devam ediyor. Fakat Türkler çetin ceviz çıktı. Suriye devlet başkanı Beşar Esad, Şam’daki Kürtleri Suriye adına Türk ordusuna karşı savaşmaya davet ettiğini söyledi. Fakat daha sonra belirttiğine göre “bu çağrıya henüz rıza göstermediler”. Yani bu durumda Kürtler zaten Türk operasyonlarına karşı savaşan katılımcılardan biri olarak ortaya çıkıyor. Böyle bir senaryoda, Moskova kendisini, Şam Kürtleri ve Ankara arasında “nöbet değiştirici” olarak görüyor. Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için ilerliyor ve Türkiye de bu dayanışma içinde yer alıyor. Lakin bu seçenek, Ankara’nın potansiyel bir tehdit olarak gördüğü, gelecekte Kürtlerin özerklik statüsü kazanması olasılığına yer verdiği anlamına gelmiyor. Moskova, Türkiye’nin Kürt sorununun çok hassas olduğunu ve bu zamana kadar geçici çözümler kullanarak çok dikkatli davrandığını biliyor. Alman yayını Heise, “ABD’nin Suriye Kürtleriyle olan ittifakı jeopolitik bir ülser haline gelerek Türkiye’ye karşı keskin bir poltika izliyor ve bu da ABD’nin NATO ortağı olan Türkiye’yi kaybetmesine neden olabileceği” ifadelerine yer veriyor. Bu nedenle Rusya’nın görevi bu ‘ülserin’ iki ülke arasındaki askeri ve ekonomik işbirliğinin genişlemesine engel olmamasını sağlamaktır. Bu durumlar sadece Suriye’nin veya Kürtlerin değil, bütün Orta Doğu’nun geleceğini belirleyecektir. Jeopolitik açıdan ABD ve Rusya’nın iki ateş arasında olduğu görülmektedir.
Washington, Kürtlerle Ankara’ya karşı bir çatışma riskini desteklemeye devam ederek NATO ortağına karşı bütün imajını mahvediyor. Moskova, Türkiye’deki kendi çıkarlarını tehlikeye atmak niyetinde değil, lakin er ya da geç bir seçim yapmak zorunda kalacak. Dolayısıyla, Erdoğan ve Putin’in bölgedeki yeni stratejileri gerçekleştirmek ve tartışmak için pek çok konusu olacak. Elbette, kararlar da bir o kadar zor olacak.
Stanislav TARASOV regnum